Düşünme, yani tefekkür, fikretme gibi sözcüklerle nitelenen insanın en belirleyici yetisi, birtakım ilkeler, onlardan çıkartılan kurallar sayesinde görünür, somut, anlaşılır, anlatılır vb. hale gelebilmektedir. Düşünme yetisinin verimli, işlevsel, faydalı işlemesini sağlamak üzere ona bir kaynak arandığında, yine insanın başka yetileri söz konusu olmaktadır. Bu başka yetilerin başında akıl gelir diyenler olduğu gibi, duyguyu önceleyenler de olmuştur. Bu konuda bir üçüncü yetinin, diğer ikisini de içkin olduğunu düşünenler, “sezgi” olduğunu ileri sürmüşlerdir. Yetilerin akıl, duygu, sezgi olarak adlandırılması önemli ve gerekli olmakla birlikte, bunları daha yakından anlamak, tanımlamak, açıklamak gerektiğinde, başka yetilerden de söz açmanın zorunlu olduğu belirtilmiştir. Sözgelimi akıl yetisi yanında zekâ, duygu denildiğinde kastedilenin pek açık olmadığı, çünkü en azından beş, bazen de altı farklı yetinin dikkate alınması gerektiği uyarısı yapılmıştır. Sezgi şeklinde adlandırılan yetinin bir yüzünün akılı, diğer yüzünün duyguyu çağrıştırır nitelik ve özellikler gösterebileceği göz önüne alınmak durumundadır.

Çok öz olarak işaret ettiğimiz bu kelimeler, insanın düşünme faaliyetini ilkeler, kurallar temelinde bir bütünlük ya da sistemli halde ortaya koymak üzere kavramlaştırmasını, “felsefe” şeklinde adlandırılan disiplin başlıca inceleme ve araştırma konusuna dönüştürecektir. Aslında bu, farkında olunsun veya olunmasın, kabul edilsin veya edilmesin, insan dediğimiz varlığın kendini daima karşı karşıya bulduğu bir sorun olacaktır. Bunu bir sorun olarak benimseyerek, çözümlerini de yine sahip olunan yetileri, yani düşünme faaliyetini ilkeler ve kurallar çerçevesinde kavramaya çalışan insanın tavrı belirleyecektir. Belirlemiştir de.

Genel olarak, bilinebildiği ölçekte, insanlığın tarihine, özelde dünyanın belli bölgelerinde zaman içinde yaşamış halkların, toplumların, kültürlerin, uygarlıkların tarihlerine bakıldığında, insanın düşünme yetisini ilkeler temelinde kurulmuş, geliştirilmiş dönemler, özgüllüğüyle kendini göstermektedir. Sadece düşünme yeti ve onun etkinliğiyle açıklanması yeterli olmayacak peygamberlerin zamanları istisna tutulursa, genel olarak düşünme yetisinin ilkeler temelinde kavrandığı dönemler, insanlık tarihinin dönemeçleri olarak belirmektedirler. Helen, Pers, Roma, İslam, Avrupa kültür ve uygarlıklarının temelinde, kuruluşunda, gelişmesinde, düşünme yetisinin ilkeler ölçeğinde kavrandığını söylemek mümkündür. Aksi halde, insanın, toplumların, halkların, kültürlerin, uygarlıkların, elbette başta siyaset olmak üzere kurumların, velev ki görünür olsunlar, işlevselliklerini yitirdiğini, en basit sorunlarını çözmede karmaşaya düşüp hata üstüne hata yapıldığını gözlemlemek olağandır. Sözgelimi, en verimli topraklara sahip olsan ve bu toprakları işleyecek insan gücü yanı başında hazır bekler halde bulunsa da, bunları bir araya getirici düşünme ilkesinden yoksunsan, beslenme ihtiyacını başka kaynaklardan daha fazla ödemek suretiyle temin etme zorunda kalmak kaçınılmazdır. Sahip olduğunu sandığın iktidar, kof bir gösteriş aygıtından öte anlam taşımaz. Daha önemli olanı, insanlar, toplum adeta korku, endişe, nereden geleceği ve mahiyeti belli olmayan birtakım sözde tehlikelerle kendini kuşatılmış hissediyorsa, o iktidarın doğruluğu ve meşruluğu tartışmalı bir niteliğe dönüşür. İnsan, düşünme yetisini ancak korku, tedirginlik, endişe ve tehlike hissetmediği ortamlara ihtiyaç duyar ki, bu özgürlüğün ne derecede belirleyici bir imkân olduğunun açık göstergesidir. Özgür olunmadan, insan olunamayacağını söylemek, bilinmesi gerekeni tekrar etmek demektir.