Bir tv kanalında (Beyaz tv) her Pazar konuşturulan bir FETÖ itirafçısı var. “Küçük” anonsçularca devletin adamı ilan edilen bu kişinin moral dağıtan, mesaj veren konuşmalarını tahammülümü zorlamadan dinlemeye çalışırım.

Moral ve mesaj veren derken, kastımız geldiği ve halen üyeliğini sürdürdüğü yerin sakinleridir. Mücadelelerinden vaz geçeceklerini ve vaz geçtiklerini hiç sanmadım.

Geçtiğimiz pazar program bitiminde aynen şu notları almışım: “Yani biz o gün nasıl farkettirmemişsek kendimizi, aynı başarıyı bugün de sürdürün!” Özeti bu.

Ne olmuştu da farkedilen olmamıştınız, farkedilmemiştiniz?

Devletin farkedecek hücreleri, organları, sistemleri, antenleri, radarları (sizce) devre dışı mı bırakılmıştı, yoksa bir anlaşma mı vardı bir yerlerde?

Döndüm bir daha baktım o konuşmaya. Not aldığım bazı yerleri sorulandırarak yapalım değerlendirmelerimizi.

“FETÖ’nün terör örgütü olduğu sonradan ortaya çıktı. Cemaat olarak, hizmet hareketi olarak biliniyordu ki yardım etmeyen, destek olmayan da çok azdı. Zaman gazetesinin abone sayısı bir milyonu aştı. Bir milyon insan evine götürdü.”

Adına terör örgütü demeseler de o yapılanmaya muhalif siyasi görüşlerin, partilerin ve insanların olduğunu ve onların canhıraş feryatlarını saklamaya ve tarihten silmeye yönelik bir operasyonun parçası sayılmasın sadece o kişinin bu dedikleri. Milletin tamamını duyarsız, sorgulamasız, uyuşan ve uyuşmaktan zevk almaya müptela insanlar topluluğu gibi görmenin itirafı da yapılıyor burada.

Ahir Zaman Gazetesi kuş uçmaz, kervan geçmez, ses gitmez yerde mi?

Bir milyon kişiye ulaştırılan, zimmetlenen zaman gazetesinin en üst yöneticisi olan bu kişi, o bir milyon adetteki insanların hiç birinden bir şikayet, bir sitem, bir sızlanma mektubu yahut telefonu almamış mı?

Kulağına hiç çalınmamış mı zorla, şerle, şantajla, baskıyla abone olmak mecburiyetine bırakılan insanların da var olduğu ve sayılarının, diğer gazete okuyucularını fersah fersah geçtiği..

Bir milyon satan bir gazetenin tepe yöneticisi olarak, İETT otobüslerinde, metrobüslerde, trenlerde, tramvaylarda, vapurlarda kaç kere görülmüş? Hiç olmadı ise oralarda, neden mahrum etmiş kendini, o okuyucuların kucaklamalarından, sarılıp öpmelerinden... Bu ihtiyacını sadece Pensilvanya yollarında mı gidermiş?

Yönettiği gazeteyle ulaştıkları o bir milyon kişiye hangi eğitimi vermişlerdi? Onları FETÖ teşkilatının bir üyesi gibi mi görüyorlardı yoksa mali kaynaklıklarının ötesindeki sempatizanlar olarak mı?

“FETÖ elebaşı, insanlarımızın, milletimizin hayır duygularını, iyilik duygularını istismar etti. İkili oynadı. İnsanımızı toplu hipnoz etti.”

Yönettiği gazete günlerini böyle anlatan o konuşmacıya, ayarlanan röportaj görevlisi sormasa da biz soralım yahut hukukçular sorsun şu soruları.

Bir milyon insanımızı, istismarcılara karşı uyandırmak, ikaz etmek, eğitmek elinizde iken neden yapmadınız? Sen veya yazarlarından herhangi biri bir milyon kişiye ulaştıkları herhangi bir günde neden hipnozculara karşı güçlü kılmadı yahut onlara bu terapiyi uygulayacak yerlere yönlendirmedi abonelerini?

İnancınız mı farklıydı bu ülkenin insanlarından, bir intikam peşinde mi idiniz yahut kaosa mı ayarlanmıştınız? Bedelinizin karşılığını parasal ödeyenlerin seçimlerindeki bu isabeti neye borçluyduk?

Kafalayanlar da mı kafalanmıştı?

“FETÖ’nün kumpaslarında adam ayartmasında, kafalama diyor onlar buna. Adam kafalamada mutlaka ulufe dağıtımı vardır.”

“Küçük”lerce devlete geçti adam oldu, iddiasında bulunulan bu kişinin bu anlattıkları, ancak onunla (FETÖ) aynı ortam paylaşıldığında bilinecek icraatlardır ki, normal insanları normal şartlarda çok rahatsız eden ve insanlığını yeniden yahut orda olması dolayısıyla kaybettiklerini tekrar kazanmaya sevkeden bu kafalama icraatlarından haberli olmak itirafçı beyimize hiç tesir etmemiş. Acep neden?

“Diyarbakır’a gitmiştim. Bir Ramazan’dı. İftara... Orda kendisiyle tanıştım, Diyarbakır valisi iken...”

FETÖ’den davalı eski İstanbul valilerinden H. A. Mutlu için itirafı da böyle o kişinin.

O tanışma toplantısının bir “kafalama” operasyonu olup olmadığını ve itirafçının vali kafalama işlerinde böyle kullanıp kullanılmadığını elbette biz bilemeyiz, istihbarımızdan kimseyi şüphelendirmesek de...

Diyarbakır valiliğinin, ramazanlarda gazetelerin üst yöneticileriyle iftar etmek geleneği vardır ve bu gelenek gereği kartelin gazete yöneticileri dahi misafir edilmiştir, gibi bir bilgi dolaşmadığına göre sosyal medyada, biz tahminlerimizde ısrarcıyız.

“Ben twit atıyorum, bana hocama böyle diyemezsin diyor. Hâlâ Hocaefendi diyenler var.”

Twit atarak mücadele, twit atarak ödeşme mi sayacaksınız siz bu duyduklarınızı?

Yoksa bir haberleşme midir yapılan... Elma dersem böyle anla, armut dersem şöyle anla hesabı... FETÖ’cüler, kedilerine ihanet ettiğine inandıkları birini niçin takip etsinler? Hem de can havlindelerken...

Resmi görevli devlet takipçilerinin varlığına inanma ve onları yönlendirme gibi okursak bu twit pozisyonunu, galiba yanlış olmaz.

TEM’in yaptığı çalışmadan ben de isterim demesine girmeyelim şimdilik. Sizleri yormamak adına...

TEM’in neyi, nasıl ve ne kadar bildiğini mi öğrenecek.

Sacayağı hücresinde son yemek

Hattatların en çok satan eseri ‘Edep Ya Hû’ levhası imiş.

-Gazeteler-

“Necati Tuncer! Milli Gazete ne kadar Saadet Partisi’ne bağımlı ise dini haberler.com da bir o kadar Diyanet’ten bağımsız özel bir sitedir.”

Bu satırları bizim, Diyanet İşleri Başkanlığı’na yazdığımız bir mektuba cevap niyetiyle yazmışlar ve sitelerinde yayımlamışlardı, adı geçen sitenin mensupları. Tarih 18 Eylül 2016.

“Tabi bu kavgada Diyanet siteleri de unutulmuş değil..”

İktidarın sahibine doğrudan yönelttikleri bu şikayet cümlesi ise o sitenin, bir haftadır görüntülerindedir.

Kavga, Diyanet işleri teşkilatımızda imiş.

Yeni başkan Ali Erbaş’ı, atayan iktidarla karşı karşıya getirmeye çalışanların, o teşkilatın görevlileri olduğu, müftü, imam, muezzin gibi sıfatlar taşıdıklarını gözardı etmeden “kavga”ya nerden vurarak başladıklarını gösterelim önce.

“Mehmet Görmez’in gölgesindeki Ali Erbaş başkanlık yapabilir mi?”

“…Diyanet bırakın duraklama dönemine girmeyi gerileme dönemine çoktan girdi bile.”

“Diyanet şu an resmen batıyor.”

Keyfi uygulamalar yapıldığını ve aba altından sopa gösterildiğini iddia ederek şikayetlerinin içini doldurmaya çalışan siteciler bilmezler mi iktidara nasıl yaklaşacaklarını...

“Ak partili görülen her kim varsa görevden almanın adı da çok güzel konmuş durumda: ..Ak partili olduğu düşünülen personel…”

Devlet memuru sıfatlı memurların yeni görevlendirilmelerini “Ak partili” olmakla ilişkilendirmek, Diyanet’te olduğunu idda ettikleri “kavga”ya iktidar partisini dahil etmek değilse, nedir?

Burayı hızlı geçiyoruz. Zira cevap mercii bellidir bu sıkıntılarının..

Bize yazdıkları ve Google alanlarında dolaştırma marifetini süreklileştirdikleri, “şaşkın” “Acemi” “milli denilen” gibi ağızlarının alışkanlığı kelimelerle dahili tatmin arayan siteciler, bağımsız olmadıklarını ancak şimdi itiraf etmelerini de bakın nasıl kayda aldırmışlar.

“Kendi yanlış, hata ve eksiklerini dile getireceğinden korktukları Diyanet alanında yayın yapan 40’a yakın haber sitesi, piyasaya sürülen bir müfettişce soruşturma süsü verilen bir operasoynla susturulmaya çalışıyor.”

Diyanet’in başlattığı bir çevre temizliği harekatını “İlgili müfettişin yaptığı edep ve ahlaktan yoksun soruşturma..” diye duyuran o site ile ilgili son yazımızı burada bir kez daha yayımlamadan önce ilave edeceğimiz bir kaç cümlemiz var.

Kırk yıldır devletin kılcal damarlarına kadar sirayet etmiş bir virüsü söküp atma tedavisi yapılırken, bırakılan boşlukları doldurmaya meraklı meridyencilere de fırsat verilmemelidir. Zira meridyenler de birbirine ve başlangıç noktalarına paraleldirler.

Ucu değil aşkı yanık mektup

17 Eylül 2016 tarihli sayfamızda yayımladığımız, Bu yazımız, “Diyanet İşleri Başkanlığı’mıza açık Mektup” olmasına rağmen, “Görmez” olmayacakları sanılarak atanmış olan “Görmez” ve bilmez sorumluların bize cevap vermeyerek ödüllendirdikleri siteci insanların, bugün onları, yana yakıla aramalarını da değerlendirme maddesi yapmalıdır okuyucularımız. Devletin bir makamına yazdığımız dilekçelerin o standart son cümlesini güzel Türkçemizin en iyi, en geniş ve en rahatlatıcı bir ifade şekli saymışımdır hep.

“Gereğinin yapılmasını arz ederim.”

Kayıtsız, şartsız bir teslimiyet ve sınırsız bir güven içeren bu dileği, biz de bugün devletimizin ilgili kurumu Diyanet İşleri Başkanlığına iletiyoruz.

3 Eylül 2016 tarihli “Şehvetçiler ve reklamcıları karşısında hala mı dehşete düşmedik” başlıklı yazımıza karşı yazılan ve sonra silinen cevaplarını da inceleyerek, açık mektubumuzda ayrıntılandırdıklarımızın gereği yapılmadır diyoruz bir kez daha.

Diyanet İşleri Başkanlığı’mıza

Açık Mektup

3 Eylül 2016 tarihli sayfamızın başlığı “Şehvetçiler ve reklamcıları karşısında hala mı dehşete düşmedik” idi.

İşlediğimiz konu ise, “Dini haberler.com” adlı bir internet sitesinde yayınlanan ve sitecilerin onlarca sitede yayınlanmış bir haber diye savundukları ve peygamberlerimizin yakışıksız kelimelerle anılmasına kalemimizin gücünce karşı çıkmamızdı.

Adı geçen sitenin haberi,bizim bu saygı eksikliğine karşı yazımız ve yine o sitenin hakaretimiz kelimeler kullanarak verdiği cevap, kurumunuzun değerli araştırmacılarının dikkatlerinden kaçmış olmamalıydı. Zira konu dinimiz idi.

Bilindiği üzere dinimize aykırı söylemleri binlerce olan FETÖ’cülerin her dediğini haber yapmayı ve Müslümanlara yanlış sözleri bir daha yahut illa duyurmayı görev sayan haber siteleri olabilir. Lakin onlar istedikleri ölçüde dini haber başlıkları üstünde, kurumun logosunu kullanmamalılar. Aksi, Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan kontrollüler, gibi intibaya sebebiyet verir.

FETÖ’cü olmadıklarını bize, Milli Gazete’ye ve Saadet Partisi’ne saygısız, kin ve nefret çağrıştıran kelimelerle saldırarak ilan etmeleri, size yazdığımız bu mektubun konusu değildir. Zira biz hukuki haklarımızı, hukuk içinde sonuna kadar kullanmayı inancımızın bir gereği sayarız.

Lakin, adı geçen site yazarları içinde imam, muezzin gibi teşkilatınıza bağlı görevliler varsa ve bu çirkin kelimelerle örülü cevap metnini onlar yazmışlarsa, ki bizim istihbaratımız bu yöndedir, onların bulunup teşkilatınızda “edep” eğitimine tabi tutulmasını istemek hakkımızdır.Dahası arkalarında saf tutan müslümanları korumak da kurumunuza düşer.

Diyanet İşleri Başkanlığı, müftülüklerine, adı geçen sitenin, kurumlarını FETÖ’cülerden koruduğunu bildirmemişse, adı geçen siteye böyle reklamlara tevessül ettiği için gerekli uyarıyı yapmalı ve onların bu tür haber yazmalarına dur demelidir.

FETÖ elemanlarını bahane ederek, peygamberlerimize dil uzatmaya kalkanları, söylendiği iddiasıyla bir takım hakaret cümlelerini reyting kaygısıyla yayanları hizaya çekmek ve terbiyeye davet etmek inancımızın bir gereğidir.

Diyanet İşleri Başkanlığı’mızın bu yaşadıklarımıza bir cevabı olmalıdır. Hukuki hakkımızın saklı olduğunu bir daha hatırlatalım.