Hüviyet kelimesinin arapça olan kökü ‘’O’’ anlamındaki (hüve) zamiridir. Masdar eki olan ‘’-iyyet’’ ile birleşerek ‘’kimlik’’ anlamında kullanılmıştır.[1] İnsanın ‘’hüviyeti’’ yahut ‘’kimliği’’ mevzubahis olduğunda ise sahip olduğu dünya görüşü, düşünsel sınırları gündeme gelir. Bu, o insanın ne olduğunun parametrelerini sunar. Bu bağlamda da bir insanın hüviyeti ya İslami ya da cahili niteliktedir.  Özetle hüviyetin düşünsel plandaki konumu büyük önem ifade etmektedir.

Hüviyetin, İslami nitelikte olması kişinin değerler dünyasını kainatın Rabbi olan Allah Teala’nın indirdiği son hak dinle şekillendirmesi, cân-ı gönülden bu değerlerin doğruluğuna, iyiliğine ve güzelliğine inanması anlamına gelir. Bu hüviyetin sahibi de ‘’müslüman’’ ünvanını kazanır. Bu ünvan kişinin dünyada sahip olabileceği en güzel ünvandır. Rabbimiz şöyle buyurur: ‘’ O size hem daha önce hem de bu Kur’an’da “müslümanlar” adını verdi ki peygamber size şahitlik etsin, siz de insanlara şahitlik edesiniz. Haydi namazı kılın, zekâtı verin ve Allah’a sımsıkı bağlanın. Sizin mevlânız O’dur. O ne güzel mevlâdır ve ne iyi yardımcıdır.’’[2] Hüviyetin cahili nitelikte olması ise kişinin değerler dünyasını kainatın Rabbi olan Allah Teala’nın indirdiği son dinle değil, türlü türlü olsa da küfür adresinde birleşen ideolojiler, düşüncelerle şekillendirmesi, cân-ı gönülden bu değerlerin doğruluğuna, iyiliğine ve güzelliğine inanmasıdır. Bu hüviyetin sahibi de ‘’kafir’’ ünvanını elde eder. Bu ünvan kişinin dünyada maruz kalabileceği en talihsiz ve kötü ünvandır. Rabbimiz şöyle buyurur: ‘’ Şüphe yok ki kâfir olanlar, yer yüzündeki her şey ve bunun yanında da bir o kadarı kendilerinin olsa da kıyamet gününün azabından kurtulmak için onu fidye verseler onlardan asla kabul edilmez; onlar için acı bir azap vardır.’’[3] Dolayısıyla hüviyeti doğrultmak, istikamet üzere kılmak bu noktada büyük önem ifade etmektedir.

Seyyid Kutub (r.aleyh) İslami hüviyetin önemi, ümmetin bu hüviyeti taşıdığı sürece izzetli olacağı hususunda şöyle demektedir: ‘’Hz. Peygamber (s.a.v) bu ümmete şahitlik etmektedir, onun hareket metodunu ve yönelişini, doğrusunu, yanlışını belirlemektedir. Bu ümmet de aynı şekilde diğer insanlara şahitlik etmektedir. Bu da peygamberinden sonra insanlığı yönetmesi, şeriatının öngördüğü ölçülerle onlara önderlik etmesi, onları eğitmesi, evren ve hayat hakkındaki düşüncelerini şekillendirmesi anlamına gelir. Kuşkusuz bu da ancak, köklü, sağlam bağlarla geçmişe bağlı ve Allah tarafından seçilmiş sistemlerine güvenmeleri ile mümkün olur. Kuşkusuz bu ümmet, bu ilahi sisteme sarıldığı ve pratik hayatında uyguladığı sürece insanlığa önderlik yapmıştır. Ama bu sistemden saptığı ve yükümlülüklerini yerine getirmediği zaman yüce Allah onu önderlik makamından, kafilenin sonunda kuyrukluk düzeyine indirmiştir ve halâ da öyledir. Yüce Allah'ın kendisi için seçtiği bu sorumluluğu yeniden yüklenmediği sürece de hep böyle kalacaktır.’’[4]

Hüviyetin muhafaza edilmesi, cahili hüviyete dönülmemesi sünnet-i seniyyenin üzerinde yoğunlaştığı bir durum olmuştur. Efendimiz (s.a.v) insanları öncelikle iman esaslarına davet etmiş, İslami hüviyeti kazanmalarını, cahili hüviyeti terk etmelerini temin etmiştir. İslam medeniyeti İslami hüviyet sahibi müslümanların omuzlarında yükselmiştir. Şöyle ki gül bahçesine girenlerin, mayınlı tarlalara heves etmesi akıl kârı değildir. Bu anlamda Efendimiz’in (s.a.v) sık sık İslami hüviyeti muhafaza etmeye davet ettiğini görürüz. Nitekim rivayetlerden birinde şöyle buyurduğu nakledilmiştir: ‘’Cahiliye dönemi adetlerine (asabiyete) davet eden kişi Cehennemden bir parça olur.’’ Bunun üzerine adamın biri: "Yâ Resûlallah! Bu kişi oruç tutup namaz kılsa da mı?" diye sorunca, Allah Resûlü (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Evet! Yüce Allah'ın sizleri Müslüman, mümin ve Allah'ın kulu şeklinde isimlendirdiği davaya davet edin.’’[5]

O halde İslami hüviyeti korumak, cahili hüviyete teveccüh etmemek ve herkesi İslami hüviyete sahip olmaya ve muhafaza etmeye davet etmek hepimiz için önemli birer vazife ve tatbik etmemiz gereken hayati bir Peygamber vasiyetidir.


[1] Kubbealtı Lügati, hüviyet.
[2] Hacc Sûresi, 22/78.
[3] Mâide Sûresi, 5/36.
[4] Fî Zilâli’l-Kur’ân, 4/2446.
[5] Ed-Dürrü’l-Mensûr, 10/551.