Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimiz Mekke-i Mükerremelilerin kendisine ve müslümanlara karşı takındıkları tavır karşısında, hiçbir zaman yılmadı, doğacağına kesinlikle inandığı İslâm güneşine, başka ufuklar aramayı düşündü. Müşriklerin, tahammülü çok güç olan bu zulümleri karşısında, Mekke-i Mükerremede müslümanlar korunamaz hale gelmişlerdi. Amcası Ebu Talib tarafından himaye edildiğinden bu tür eziyetlere uğramayan, fakat ashabının başına gelenlere son derece üzülen ve işkenceleri engellemeye de gücü yetmeyen Hz.Peygamber (S.A.V.) efendimiz, göç etmeyi düşünen ve aralarında Hz. Osman (R.A.) ve hanımı, aynı zamanda Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimizin Hz. Rukiyye (R.Anha), Cafer b. Ebi Talib (R.A.) ve hanımı Esma binti Umeys(R.Anha), Osman b. Mazun (R.A.), Zübeyr b. Avam (R.A.), Halid b. Said (R.A.) ve karısı Ümeyme bint Halid (R.Anha), Abdullan b. Cahş (R.A.), Abdullah b. Mesûd (R.A.), Abdurrahman b. Avf (R.A.), Ebu Ubeyde b. Cerrah (R.A.), Musab b. Umeyr (R.A.) gibi meşhur kişilerin de bulunduğu bir grup müslümanın Habeşistana gitmesine izin verdi. Habebiştan Necaşisi Ashamenin semavi bir dine mensup, adaletli bir hükümdar olması ve Arapça bilmesi hicret için Habebiştanın seçilmesinde önemli bir sebep teşkil ediyordu. Ayrıca ulaşım kolaylığı ve muhacirlerin mali sıkıntılarını daha rahat şekilde giderebilme imkânı da bu seçimi etkilemişti. Onbir erkek ve dört kadından oluşan Müslüman kafilesi 615 yılında Mekke-i Mükerremeden Şuaybe limanına, oradan da bir tekneyle Habebiştana gitti. Bu hicret, Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimizin henüz tebliğinin ilk yıllarında iken Afrika ile temasa geçmesini sağladı. İlk muhacirlerin iyi karşılanması üzerine ikinci hicret kafilesine yetmişten fazla Müslüman katıldı.
Mekke-i Mükerreme o sıralarda gerçekten İslam gibi eşsiz, tevhide dayalı yüce bir inanç ve hayat düzenini kabul edenler için ağır şartlar bulunan bir ortamdı. Çünkü yukarıda da belirtildiği gibi İslâmın ilk yıllarında, sahabelerin önemli bir kısmına ve özellikle zayıf ve kimsesizlere "Rabbimiz ALLAHtır" demeleri sebebiyle sayısız zulümler uygulanıyor, dinlerinden vazgeçmeleri için onlara büyük baskılar yapılıyordu. Habebiştanda İslâmî bir düzenin varlığından söz edilemezdi ama, en azından orada dini hürriyet vardı ve zulüm yoktu. Diğer taraftan İslam ülkesi diyebileceğimiz bir yerin de varlığı söz konusu değildi. Henüz böyle bir teşebbüse girebilmek için gerekli şartlar ve imkânlardan da Müslümanlar tamamıyla mahrum bulunuyorlardı. Bu nedenle Darul-küfr olan Mekke-i Mükerremeyi bırakıp Darül-Emin (güven ülkesin)e göç için bir izin verilmiş oluyordu.
Muhacirlerin sayısının artması üzerine endişeye kapılan Kureyşliler, Ashame en-Necaşiye bir heyet gönderip Müslümanların iadesini istediler. Hz. Cafer (R.A.), Habeş Kralı huzurunda şu konuşmayı yaptı:
- Ey hükümdar! Biz, cehalet içerisinde yaşayan bir toplum idik. Putlara tapıyor, ölmüş hayvanların etini yiyorduk. Zina yapıyorduk. Akrabalarımızla ilgimizi kesiyor, komşularımızla iyi geçinmiyorduk. Kuvvetli olanlarımız, zayıf olanlarımızı eziyordu. Biz bu halde iken yüce ALLAH bize acıdı. Bizden öncekilerde olduğu gibi bize de içimizden, soylu, asil, doğru, güvenilir, şeref ve namus ehli olduğunu bildiğimiz birisini peygamber olarak gönderdi. O bizi, yalnız ALLAHa ibadet etmeye, atalarımızın taptıkları putları terk etmeye çağırdı. Bize doğru söylemeyi, emanete riayet etmeyi, komşularımızla güzel geçinmeyi, haramdan, adam öldürmekten sakınmayı öğütledi. Bizi, yalandan, yetim malı yemekten ve namuslu kadınlara iftira etmekten sakındırdı. Yalnız bir olan ALLAHa ibadet edip, Ona hiçbir şeyi ortak koşmamayı, namaz kılmayı, oruç tutmayı emretti. Haram dediğini haram bildik, helâl dediğini helâl bildik. Bundan dolayı halkımızın bir kesimi bize düşman oldu, bize türlü türlü işkenceler yapmaya kalktılar. Biz de onlardan kaçarak ülkenize sığındık.
Bu konuşmada, bir yönüyle hicret sebepleri açıklanırken, diğer yönü ile de İslâmın insanlığa neler getirdiği ifade edilmekte, her yönüyle bozulmuş ve tüm değer ölçülerini yitirmiş bir toplumu nasıl tekrar hayata kavuşturduğu anlatılmaktadır. İşte kısaca hicret olayı budur.
Diğer tarafı da dinleyen Necaşi müşriklerin teklifini ve hediyelerini reddetti. Müşrikler de bir netice alamayınca bunun intikamını Mekke-i Mükerremede kalan Müslümanlardan aldılar. Artık Mekke-i Mükerremedeki Müslümanlar çok daha kötü şartlarda var olma mücadelesi veriyorlardı.
Resûlullah (S.A.V.) efendimiz Mekke-i Mükerremede tebliğ görevini sürdürürken Kureyşliler de inkârlarında diretiyorlardı. Müslümanlara ve Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimizi koruyan Haşimoğullarına karşı uygulanan üç yıllık boykotun ardından Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimizin en büyük destekçisi olan amcası Ebu Talibin ölümü, müşriklere fırsat verdi, onların işkence ve baskıları dayanılmaz hale geldi. Bizzat Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimiz de birçok hakarete ve sataşmalara hedef oldu. Böyle bir ortamda İslamı tebliğ edemeyeceğini anlayan Hz.Peygamber (S.A.V.) efendimiz, Taife giderek yeni bir çevrede İslamı anlatmaya çalıştı. Fakat Taifliler de Kureyşliler gibi inkârcılık da direnmişler ve Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimizi taşa tutmak gibi çok sert bir tepkide bulunmuşlardı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimiz Mekke-i Mükerremeye dönmek mecburiyetinde kaldı.