İnsanoğlu sapıklık ve delalete düştüğünde, hemen uyarıcılar, peygamberler gönderilmiş… Çukurdan çıkmaları için öğütler verilmiş, yollar gösterilmiş. Gösterilmiş gösterilmesine de, duyan, idrak eden kim? Bildiğini okumaya devam etmiş. Yine çevresine, insanlara, hayvanlara zulmetmeyi, kötülükler çoğaltmayı sürdürmüş. İflah olmaz iştahı ve höykürmesiyle, dünden ders almamış hiçbir zaman…
Yaşadıklarımıza bakın bir… Deprem oluyor. Ellerimizle inşa ettiğimiz binaların altında can veriyoruz. Kendi hevesimizin ve çıkarcılığımızın kurbanı oluyoruz. Sağlam iş yapmak… İşi sağlama almak. Çok affedersiniz eşeği sağlam kazığa bağlamak diye bir adet yok bizim insanlarımızda.
Günlük yaşayıp günlük ölüyoruz habire.Ders alınmazsa her hata, bir sonraki hatanın virüsü olur diyen Şirazi ne de haklı. Gözü kör yaşamak, insanın başına beladır.
Ne genel yönetimlerimiz, ne yerel yönetimlerimiz bu konuda gerekli hassasiyeti göstermiyorlar. Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir diyerek, kafalarınca hüküm sürüyorlar. Dün şöyle olmuştu, böyle olmuştu… Yarın bunları bunları yapmamak gerekir, diye bir yaklaşım yok hayatımızda. Herkes hata yapar fakat ahmaklar hatalarına bağlı yaşarlar, diyen Çicero’yu haklı çıkarmak zorunda mıyız?
Asla geçmişte yaşama. Ama geçmişten ders al diyen Mevlana’yı kimse duymuyor. Einstein, hiç hata yapmamış adam, hiç hatasını düzeltmemiştir derken, vurdumduymazlığımıza işaret ediyor… Ne yapıyoruz biz? Dün başımıza gelenleri yok sayarak… Akla getirmeyerek yola devam ediyoruz. Hiç düşünmeden hem de.
Akif… Yılların biriktirdiğini bizimle paylaşırken ne de cömert… “Geçmişten adam hisse kaparmış ne masal şey… Beş bin senelik kıssa hisse mi verdi? Tarihi tekerrür diye laf ediyorlar, hiç ibret alınsaydı tekerrür eder miydi?”
Olup bitene seyirci kalmak gibi huyumuz, bizi çukurların çukuruna itmeye devam ediyor.
Depremden bahsediyorlar… Üfürsen yıkılacak evler var büyük büyük şehirlerde… Hırsızlığa evin temelinden başlayınca, üsteki kibrit kutuları, ufacık bir sarsıntıda yerle bir oluyor… Ders alan var mı? Bir daha temeli, üstü sağı solu sağlam yapalım… Sel var, rüzgâr var, deprem var, felaket var diyen var mı? Yok. Oğlum bina okuyor, dönüyor dönüyor yine okuyor… Son kertede kazandığı bir tecrübe, kulağına taktığı bir küpe var mı? Yok.
Bireyler hata yapmaya devam ederken, yöneticiler, devleti temsil edenler ne yapar, ne ederler acaba? Başa geldiklerinde, geçmişi eleştirenler, bir müddet sonra, kendi söylediklerini, kendilerini de unutuverirler.
O iddialı sözleri söyleyenler uçup gitmiştir artık. O sözüm namustur, şöyle kaçar böyle göçerim diyenler, uzaylılara karışmıştır da, muhatap yoktur dersiniz ortaya bakınca… Ama adamların cüsseleri sözlerinden büyük olunca… Büyük olup da, söylediklerini yutunca… Unutunca. Ders almayınca, olup olmayacağı budur işte…
Kendi ellerimizle diktiğimiz inşaatlar… Açtığımız dereler, yaptığımız yollar, yolaklar, kendi mezarımız olur bir zaman sonra…
Yazık değil mi emeklere, zamanlara, insanlara?
Bu kadar mı ucuz insan hayatı bu memlekette, bu topraklarda? Hiç mi ders almayacağız yaşadıklarımızdan?
Planlayıcılar, öngörücüler, geleceğe yönelik hesap yapanlar nerde? İstanbul… İstanbul, ıslah edilmeyi, yeniden inşa edilmeyi… Akıllıca yönetilmeyi bekliyor. Nerde hani genel ve yerel yöneticiler?
Gelin, deprem yıkmadan önce, kumundan, çimentosundan, demirinden çaldığımız evleri yeniden yeniden onaralım, yapalım… Yoksa depremin dersi kötü olacaktır…
Gelin kendinizi değiştirin bir defa… “Siz kendinizi değiştirmedikçe, Allah siz değiştirecek değildir” ilahi buyruğunu duyun. Duyun ki, kendinizi gelin.