İnsanın insana bakışında da bir terslik var. İdeolojik, ırkî, milliyetçi veya başka nedenli bakışlarla insanların durumu oldukça şaşırtıcı. Belirlenen, tanımlanan ya da tercih edilen bakışlarla yönelimlerin insanı insandan uzaklaştırdığı artık bir sır değil.
Ölen insan. Dahası ölen insanlık. İnsan ölümlerinin öldürümlerinin bu denli vahşi olduğu şu ortamda güven azalıyor.
Kendi coğrafyamızda aynı medeniyetin mensubu olanların ayrışmalarındaki çarpıklıklar da gene kimi nedenlerle kendilerine göre tercihler ve seçimler yapılıyor.
İşin asıl tuhaf insanlığın gözü önünde Filistin’de yaşanan şu büyük vahşet ortamında belli kimi kesimlerin tepkisizliği, ruhsuzluğu tam anlamıyla insanlık dışı bir durum.
Bir haftadır hayvanlar üzerine yürütülen tartışmaların, çekişmelerin ve hatta didişmelerin ölen insanlar ve insanlık için yapılmayışı kadar şaşırtıcı olmuyor. Nedenler belli.
İdeolojilerin öldüğü şu zamanda, artık ideolojiler, renkler, ırklar, hayvanlar ile insanlar arasındaki tercihlere göre yapılıyor. Hatta öyle ki kimi gerekçelerle insanların ölümleri o kadar da önemsenmiyor. Kanıksandığı gibi olmamış gibi algılanıyor.
Sokak köpekleri mi, insanlar mı tercihinde köpekler çok daha önem kazanıyor.
İran’da ölen Mahsa Amini üzerinden bir yıldır hâlâ öfkesi dinmemiş kesimlerin, Filistin’de ölen kadınlar için tepkisiz kalanların gerekçelerini biliyoruz. Her insan teki kıymetlidir, her insan bir candır. Biri diğerinden üstün görülemez. Medeniyetimiz inancı gereği de böyledir. Reisi’nin ölümü sonrasında helikopteri düşüren kadın saçları çizgisi daha ağırlık kazanıyor. Amini’nin ölümü elbette konuşulmalı ve tartışılmalı. Gerekçeleriyle ve nedenleriyle ele alınmalı. O da bir insan. Öte yandan Filistinli kadınlar tam anlamıyla ırkçı emperyalizmin bir bütün olarak abandığı, göz yumduğu, birlikte katlettiği bir insanlık var ortada. Hadi diyelim ki o kadınlar tesettürlü, olmayanları da var. Ama kız çocuklarının saçları veya varlığı hiç mi onların umurlarında olamıyor? Eğer sorun kadın ve saç ise…
Emperyalizmin oluşturduğu dalgaların hangi sonuçları doğurduğunu, sonuçlarının nelere mal olduğunu biliyoruz. Tunus’ta kendini yakan Muhammed Buazizi’nin kendini yakmasıyla başlayan süreç de büyük bir dalga oluşturdu. Hızla yayıldı ve bir coğrafyayı etkiledi. Krallıklar devrildi, yenileri yerine geldi. Sistem veya çark değişmedi. Sadece görünümde bir dalgalanma, sonrasında büyük yıkımlar oldu. Muhammed Buazizi unutuldu gitti, ama geriye “emperyalizm kaosu”nun oluşturduğu hayal kırıklıkları kaldı. İnsanların umutları, heyecanları bitirildi. Emperyalizme olan bağlılıklar ve köle ruhluluklar daha da kuvvetlendi.
Amina Mahsa bir insandı ve bir kadındı, Muhammed Buazizi de bir insan ve bir erkekti. Bunlar için elbette acı çekilmeli ve nedenleriyle birlikte sorgulanmalıydı. Eskişehir’de fırından ekmek alırken öldürülen çocuk da bir insandı. Bunların sayısız örnekleri çoğaltılabilir. Hemen hepsi bir vicdan tartısına konulmalıdır. Diğer yandan Filistin’de şu sıralarda vahşice öldürülen kadın ve çocuklarla birlikte kırk bine yaklaşmış bulunmaktadır. Bu insanların hiç mi bir değeri yoktur? Sokak köpekleri kadar da mı değersizdirler. Her canlı bir candır, elbette hayvanlar da bir candır. Onlara da acınır. Onlar da kendi koşullarında hayvanca yaşamaları sağlanmalıdır.
Benim ırkımdan, meşrebimden, mezhebimden, partimden, rengimden değildir diye insan ötelenebilir mi?
İnsan havyandan da mı değersizdir?
Yeryüzündeki bütün varlıklar insanlık için yaratılmışlardır. İnsanlar ise tam tersi bir durumda kendi yer ve konumlarına göre insanların değerlerini belirlemektedir.
Susmanın zamanı değildir. Çığlık atmanın, yırtınmanın, oyunları bozmanın, çıkarcıların keyiflerini kaçırmanın, sessiz ve ilgisiz kalanların vicdanlarını kanatmanın, köle sultan ve kralların, yöneticilerin uykularını kaçırmanın zamandır.