Aksa Tufanı operasyonunun yapıldığı 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana Türkiye’nin Siyonist katil İsrail’e karşı uyguladığı yaptırımlar ilginç bir seyir izledi. İsrail’in Gazze’ye yönelik katliamların ilk günlerinden itibaren sözlü olarak tepkisini ortaya koyan ülke yönetimi, savaşın ilk süreçlerinde İsrail’e karşı net bir yaptırım uygulamaktan kaçındı. Bu süreçte iktidar destekçileri sürekli olarak uluslararası anlaşmalar olduğunu, İsrail ile ticaretin kesilmesi durumunda şirketlerimizin çok ağır tazminatlar ödemek zorunda kalacaklarını ifade ederek İsrail’e karşı en azından ticari yaptırım uygulamanın bile mümkün olmadığından dem vurdular. Bizler ise bu söylenenlerin gerçekle alakasının olmadığını, açık insan hakları ihlalleri uygulayan ülkelere karşı üçüncü taraf ülkelerin yaptırım uygulama hakkının olduğunu, İsrail’le tüm ilişkilerin kesilmesi gerektiğini sürekli olarak ifade ettik. Nihayet 2 Mayıs 2024 tarihinde Ticaret Bakanlığı, İsrail ile yapılan bütün dış ticaretin durdurulduğunu ilan etti. Bu açıklama, 8 ay boyunca iktidar yandaşları tarafından ortaya atılan savunmaların hepsinin yanlış ve altının boş olduğunu ortaya koydu. İşin garip tarafı, o güne kadar İsrail’le ticaretin durduramayacağını savunanlar, o gün İsrail ile ticaretin yasaklanmasını büyük bir kahramanlık öyküsü olarak anlatmaya başladılar.
İsrail ile ticaret resmi olarak yasaklanmıştı ancak İsrail’e mal taşıyan gemiler Türkiye limanlarından kalkmaya devam ediyordu. Çok sayıda geminin Türkiye limanlarından kalkarak İsrail limanlarına mal taşıdığı, Siyonist işadamlarına ait olan veya uluslararası sularda İsrail’e silah taşıdığı belgelenmiş olan gemilerin birçok kez Türkiye’deki limanlara yanaştığı ve ticarette rol aldığı belgelendi. Ayrıca Birleşmiş Milletler (BM) Emtia Ticaret İstatistikleri Veritabanı'na (Comtrade) göre Türkiye’den İsrail’e ticaret yasaklanmış olmasına rağmen 2024 yılında Türkiye, tüm dünyada Israil’e en fazla ürün satan beşinci ülke konumundaydı. Yöneticilerin dilinden İsrail’in terör devleti olduğuna yönelik söylemlerin eksik olmadığı bu süreçte, terör devleti İsrail ile resmi münasebetler de devam etti ve her iki ülkede karşılıklı elçilikler açık durumda kaldı. İsrail vahşetinin dozajının her geçen gün arttığı son dönemde özellikle halkı Müslüman olan ülkelerin yöneticilerine yönelik olarak İsrail’e karşı somut adım atılması konusundaki baskılar artmaya başladı. Tam da bu süreçte Dışişleri Bakanımız, “İsrail’le ticaretimizi tamamen kestik. İsrail gemilerine limanlarımızı kapattık. İsrail’e silah ile mühimmat taşıyan konteyner gemilerinin ülkemiz limanlarına girmesine, uçakların ise hava sahamıza girmesine izin vermiyoruz” şeklinde bir açıklama yaptı. Bu açıklama, iktidara yakın çevreler tarafından yine büyük bir iş yapılmış edasıyla topluma servis edildi. Onlara göre zaten daha önce yasaklanmış olan ticaret İsrail ile ilişkili gemilerin limanlarımıza yaklaşmasının engellenmesi yoluyla bir kez daha yasaklanmıştı. Ama bu açıklamadan sonra geçen birkaç gün içinde bile İzmir ve Mersin limanından kalkan gemilerin İşgal altındaki Filistin’in Hayfa Limanı’na ürün taşıdığı ortaya çıktı. Tabii bu arada Bakü-Ceyhan boru hattı üzerinden Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın da (TPAO) payı bulunan ve varil başına 1,27 dolarlık aracılık kazancı elde ettiğimiz ifade edilen Azeri petrolünün İsrail’e taşınması ihaneti de aralıksız devam etti. Bu konuda yapılan eleştirilere karşı iktidar yandaşları ticaretin kesilmesi konusunda olduğu gibi uluslararası anlaşmalara uymaya mecbur kalındığı şeklinde savunma yapmaya devam etti. Ancak ticaretin kesilmesi meselesinde olduğu gibi bu meselede de geliştirilen savunma yanlış ve temelsizdir. Zira hiçbir uluslararası anlaşma devletlerin kendi toprakları üzerinde yapılan bir işlemle ilgili egemenlik hakkını ortadan kaldırmaz.
Süreç bize açıkça toplumsal tepkinin yükseldiği dönemlerde katil İsrail rejimine karşı birtakım resmi açıklamaların yapıldığını ama bu açıklamaların sahada somut olarak hiçbir karşılığının olmadığını göstermektedir. Bir yandan somut karşılığı olmayan yaptırımlarla sadece toplumun tepkisi bastırılırken diğer yandan da Gazze’de büyük bir katliama maruz kalan ve kıtlıkla yüzleşmek durumunda kalan Filistinlilere destek vermek adına da sözlü destek ve sahiplenme dışında somut bir adım da maalesef atılmamıştır. Örnek olarak tüm dünyadan vicdan sahibi insanlar tarafından başlatılan ve Gazze’ye uygulanan ablukayı kırmayı hedefleyen küresel Sumud Filosu için İspanya, Tunus hatta Yunanistan’dan bile gemiler hareket ederken halen İsrail’in Hayfa Limanı’na gemilerin çıktığı Türkiye limanlarından gemilerin hareket etmesine izin verilmemiştir. Türkiye’den Millî Görüş camiasının öncülüğünde organize edilen 40’tan fazla gemi Tunus veya İspanya’dan hareket ederek binlerce kilometre fazladan yol yapma mecburiyetinde bırakılmıştır. Tabii tüm bunları yazarken ülkeyi yöneten kadronun Gazze konusunda hassasiyetleri olmadığını iddia etmiyoruz. Elbette kendileri de Gazze’de yaşananlar konusunda bizimle aynı hassasiyetlere sahiptirler. Ancak aramızdaki fark; mevcut ülke yönetiminin iktidarda kalmaya devam etmek adına inanç ve hassasiyetlerinin gerektirdiği şekilde davranmayı tercih etmek yerine reel politik koşullara uygun hareket etmeyi, küresel güçlerle karşı karşıya gelmemeyi tercih ediyor olmasıdır. İşin daha acı tarafı ise maalesef bunu da maharet olarak savunuyorlar. Geçtiğimiz günlerde İstanbul Milletvekili Hasan Turan, Meclis’te yaptığı konuşmada, Erbakan Hocamızın iktidarda 10 aydan fazla kalamadığını ifade ederek, Erbakan Hocamızın küresel güçlere karşı takındığı tavır nedeniyle uzun süre iktidarda kalmayı başaramadığını, kendilerinin ise izledikleri politikalarla uzun süredir iktidarda kalmayı başardıklarını ima etti. Sayın vekil, Erbakan Hocamızın başbakanlığı döneminde Filistin’de Harem-i Şerif bölgesinin altındaki tünelin açılışından sonra gösterdiği duruşla Filistinlilerin işgal sürecinin en rahat dönemini yaşamalarına vesile olduğunu bilmiyordu galiba. Ayrıca sayın vekil, aslında bu sözleri ile bugün Türkiye ve halkı Müslüman olan ülkelerin içinde bulunduğu zilletin, somut adım atacak cesareti, dirayeti gösteremiyor olmanın nedenini bir kez daha anlamamıza da vesile oldu. Söz konusu ülkelerin yöneticileri iktidarlarının devamı uğruna reel politik bir yaklaşımla başta ABD olmak üzere küresel güçlerle karşı karşıya kalmamak adına “Şiddetli bir şekilde kınamanın” ötesinde bir adım atamamaktadır. Bu yönetimlerin göz ardı ettikleri şey ise hayatın gayesidir. İnsan olarak hepimiz aslında mevcut koşullarda Allah’ın emrinin gereğini yerine getirme konusunda, Allah’ın emrinin gereğini mi yoksa koşulların gereğini mi yapmayı tercih edeceğimize ilişkin imtihan olunuyoruz. Bu nedenle sayın vekil bilmelidir ki; 10 ay değil, bir gün bile imtihan açısından doğru tercih yapılarak yönetimde kalmak, bir ömür şartlara teslim olarak iktidar sahibi olmaktan daha hayırlıdır. Keşke anlayabilseydiniz…