Dün ülke ve dünya gündemine ilişkin haberlere göz atarken bir haber dikkatimi çekti. Türkiye ve dünyanın birçok ülkesinden çok sayıda âlim (!) İstanbul’da bir araya gelerek, Gazze’de yaşanan İsrail soykırımını tartışmış, 28 Ağustos gününü Gazze için oruç tutma ve dua etme günü ilan ederek tüm ümmete bu günde oruç tutma ve dua etme çağrısı yapmıştı. Haberi okurken farklı duygular yaşadım. Önce İslam ülkelerinden alanlarında bilgi ve birikim sahibi olan bu kadar insanın Gazze konusunda bir çözüm üretmek ve önermek için bir araya gelmiş olmasından dolayı sevindim. Sonrasında ise bu kadar bilgi, yeterlilik sahibi insanın bir araya gelmesinden doğan sonuç açıkçası beni hayal kırıklığına uğrattı.

Elbette duanın gücünü küçümsüyor, ümmetin Gazze için dua etmesine karşı çıkıyor değilim. Ama yaklaşık iki yıldır Gazze’de şanlı bir direnişle birlikte büyük bir soykırım devam ederken, tarihin gördüğü en büyük yiyecek kıtlığı yaşanırken İslam ülkelerinden bir araya gelmiş olan âlimlerin, ümmeti kavli dua etmeye değil, hükümetleri, yetki sahiplerini fiili duaya yani cihada çağırmaları beklenirdi. Her şeyden önce âlimler tarafından önerilen eylemin mutlak kötülük olan Siyonist düşmana zarar vermesi, en azından rahatsızlık vermesi gerekirdi. Bu doğrultuda sorulması gereken soru şu; tarihin en büyük vahşetlerinden birisi yaşanırken tüm Müslümanların oruç tutması ve sadece oturup dua etmesi Siyonist düşmanı rahatsız eder mi? Âlimlerimiz en azından tüm İslam ümmetini ve ülkelerin yöneticilerini, çok sayıda gemi ile Gazze ablukasının kırılmasına yönelik 31 Ağustos’ta yola çıkacak olan uluslararası filoya destek olmaya davet etmek gibi Gazze’ye fiilen destek sağlayacak, Siyonist düşmana zarar verecek bir eyleme destek olmaya çağırmayı tercih edebilirdi. Zira ümmetin âlimlerinin çağrısı yola çıkacak olan filoya desteğin artmasına, filonun daha geniş bir katılımla yola çıkmasına vesile olabilirdi.   

En iyi ve faziletli Müslüman’ın Allah’ın, dininin ve kullarının düşmanları olan batıl güçler açısından en tehlikeli olan, onlar açsısından en tehditkâr olan Müslüman olduğu gerçeği göz önüne alındığında bir araya gelen bu âlimlerin çağrıları nasıl değerlendirilebilir? Bu çağrı ve eylem bizi düşmanlarımız açısından ne kadar tehdit haline getirmektedir? Ya da başka bir ifade ile küresel güçlerin Müslümanları kendileri için zararsız, sistemlerine karşı koymayan pasif bir şekilde kendi iç dünyalarında ibadetlerini yapan insanlar haline dönüştürmeyi amaçlayan “ılımlı İslam” projesinin amacı da cihat edilmesi gereken konular ve durumlar karşısında bu şekilde pasif tavırlar göstermesini sağlamak değil midir? Yine başka bir açıdan bakarak kendimize soralım; Avrupa’dan birkaç aktivistin İsrail’in Gazze’ye yönelik kanlı ablukasını kırmak için gemilerle canlarını da tehlikeye atarak yola çıkması mı daha etkili ve onurlu bir eylemdir, yoksa âlimlerin ümmeti çağırdıkları eylem mi dost ve düşman açısından etkili, onurlu bir eylemdir? Âlimlerin toplumları ve yöneticileri hakka, doğruya yönlendirme konusundaki sorumlulukları göz önüne alınırsa, âlimlerimizin bir araya geldikleri zaman ortaya koydukları öneriyi görünce iki yıldır İslam ülkelerinin halkları ve yöneticilerinin pasifliği insanı hiç de şaşırtmıyor sanki. Bu tablo karşısında bizim de duaya sarılarak; “Allah’ım âlimlerimize şuur ve cihad bilinci, yöneticilerimize istikamet ve dirayet, halklarımıza cesaret ve hak yolda fedakârlık anlayışı ihsan et” diye dua etmek geliyor içimizden…