İnsan unutan bir varlıktır. Ve unutmak çoğu zaman bir nimet olarak algılanmalıdır. İhaneti, yalanı, utanç verici anları, yalnızlığı, hayal kırıklıklarını, çuvallamalarını, dibe vurmalarını, ayrılık anlarını, ölümü, özellikle sevgiyle bağlanılan birinin ölümünü unutmak ister insan. Nitekim bir zaman sonra unutur ne denli acı duymuş olsa da. İlk anda acı veren zaten o ölmüş olanın bir zaman sonra unutulmak gibi bir kadere mahkûm olmasını kabul edememektir. Ama unutulur. Her acı, hayat kadar geçicidir. Belki geçirgen değildir ama geçicidir.

Kişi kimi zaman kendi hatalarını da unutmak ister. Bu aynı zamanda bir hata olduğunu kabul etmeyi de gerektirir. İrade yerindeyse bir hatanın itirafı erdemden sayılabilir. Değilse bir şizofren vakayla karşılaşılmış demektir. Örneğin, “Şu para var ya nelere muktedir, bu kapitalizm nelere muktedir. Orman morman ne var ne yok kesiyor, atıyor, götürüyor. ‘Oraya ben bir dikey mimari yapayım, malı götüreyim’ yapılan iş bu. Yani doğa şöyle olmuş, böyle olmuş umurunda değil…” şeklinde bir konuşma duymuşsak bunu ya itiraftan ya pişkinlikten sayabiliriz. İkisi de değilse o halde ne konuştuğunu bilmeyen, belki beyan edilecekler üstüne şirazesini şaşırmış, belki salt önüne verilen metinleri okuyabilen biriyle muhatabız demektir. Keza belediye başkanlarının ekonomiye yönelik iyi ya da kötü bir adım atamayacaklarının itirafı ve ekonominin bu halde olmasının ana müsebbibi olarak kendini göstermek de bu minvaldedir. Tuhaf olan şudur ki bu şahıslar ne söylese alkışlanmakta, nasıl eylese destek görmektedir. Desteğin azalması ya da eksilmesi neyi değiştirir? Eğriyi, doğruyu ayırt etmekten aciz bir kitle, cümle toplumun kaderini ne diye ellerinde bulundursundur?

Türkçeye, Bir Mucizedir Yaşamak ismiyle çevrilmiş Guy de Maupassant kitabında yer alan Sevgilimin Kokusu başlıklı hikâyede, gecenin bir yarısı Courbataille adlı gencin taze bir mezardan yeni gömülmüş cesedi çıkarması konu edinilir. Olayı gören mezarlık bekçisi derhal polisi haberdar eder ve Courbataille suçüstü yakalanır. Hikâyenin geri kalanı bir mahkeme salonunda sanık, jüri, tanık, yargıç ve mebzul miktarda seyirci arasında geçen diyaloglardan ibarettir. Hazırlanan iddianame okununca mahkeme salonunu bir uğultu kaplar ve bilumum dinleyiciler iddianamede yer alan ifadelere göre tepkilerini serdederler. Bir ağızdan sanığın idamı istenir. Salon idam idam sloganlarıyla inler. Sonra sanığın savunma faslına geçilir, genç adam gerekçelerini birer birer sıralar ve mahkemenin sonunda izleyicilerin alkışları arasında beraatına karar verilir. Özet geçtiğimiz bu hikâye, bugünün fena halde kralcı geçinen halkının, asırlardır süregelen yeknesak tavrını ta yüzelli yıl evvelinden ele vermesi açısından önemlidir. Zira döngü bir yana, halkın idam naralarını bizzat işitmişliğimiz, sonra aynı halkın unutkanlığını ama bir başka açıdan şakşakçılığını görmüşlüğümüz vakidir. 

‘Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür’ sözü bu bağlamda fazla masum kaçmaktadır. Tamam, unutkanlık insan hafızasının eksikliğidir ama anlık olarak söylenen de algıyı teğet geçip unutulmaz. Çoğu şey unutulmazsa yaşamı sürdürmek güçleşecektir lakin aynı şekilde çoğu şeyin unutulması yahut algılanamaması da yaşamı olumsuz etkileyecektir.

Muhtemelen şakşakçılığın, bağnazlığın, düşünmeksizin desteklemenin unutmakla, maluliyetle falan alakası yoktur. Buna beyin konforunu bozmamak olarak da bakılamaz. Bir inat uğruna, bir körlük, bilemedin menfaat uğruna ya Rab, ne güneşler batıyor diyebiliriz. Ne desek, nasıl söylesek beyhudedir. Bize at ve Üsküdar örnekleri göstermekten imtina etmezler. Atları bağlamak için karşısına sağlam kazık dikilen insanlar, önce o sağlam kazıkları görmezden gelir, sonra kendilerine haksızlık, hukuksuzluk yapıldığından şikâyet ederler. Hâlbuki atın çalınması ve Üsküdar’ın aşılması için ellerinden geleni yapmışlar; elleriyle onaylamışlar, elleriyle alkışlamışlardır.

Unutmak lüksü de aklı başında, iradesi yerinde olana verilsin şeklinde bir iddiada bulunamayacağımıza göre en azından hatalardan dönülsün umudunu canlı tutmak elzemdir. Bir avuntudan ibaret olsa bile kendini değilse daha yoksun durumdakini dert etmek, belki insanlık adına doğruyu bağışlayıverir.