"Selamet şehri Bağdat‘ta yaşayanlar kendine özgüdür; son derece zarif, doğuştan yetenekli ve dost canlısıdırlar. Alçak gönüllü ve bilgilidirler. Her türlü güzellik ve iyilik onlarda bulunur. Her türlü güzellik onlardan kaynaklanır. Her yürek burası için atar..."

Bağdat, Abbasi halifesi Ebu Cafer Mansur‘un 750‘li yıllarda Bağdat isimli Sasani köyünü başkent olarak kurmak isteği üzerine tarih sahnesine çıkmıştır. Bağdat Farsça bir kelime olup bağa(tanrı) ve dat(verdi) kelimelerinin bir araya gelmesiyle oluşan "Tanrı verdi" bir diğer ifadeyle "Allah‘ın armağanı (hediyesi)"  anlamına gelmektedir. Ansiklopedilerin yazdığına göre, önceleri Darü‘s-selam, Medinetü‘s-selam veya Mansuriye gibi isimler verilmişse de, Bağdan şeklinde kullanılan ve "Tanrı vergisi"  anlamına gelen Bağdat adı benimsenmiştir. Şehrin kuruluşuna Halife Mansur zamanında büyük bir titizlik gösterilmiş. İmarında  80 Bizans ve İranlı mühendis görev almıştır. Halife Mansur, şehir kurulurken Sasanilerin eski Başkenti  Medain‘in kalıntılarından faydalanılmasını istediği içindir ki şehir adeta bir başka kentin yıkıntılarından doğdu.

Arap coğrafyacı Mukaddesi "Kendi Gözlerimle Gördüğüm Şeyler Hakkında" adlı eserinde Bağdat hakkındaki düşüncelerini  şöyle özetliyor: "Selamet şehri Bağdat‘ta yaşayanlar kendine özgüdür; son derece zarif, doğuştan yetenekli ve dost canlısıdırlar. Alçak gönüllü ve bilgilidirler. Her türlü güzellik ve iyilik onlarda bulunur. Her türlü güzellik onlardan kaynaklanır. Her yürek burası için atar. Her savaş buradan yönetilir ama her barış için de burası insanlığa kucak açar."

Bilginlerin cazibe merkezi

Orta Asya‘dan Endülüs‘e kadar uzanan İslam dünyasının ünlü bilginleri kısa zamanda bu yeni kentin cazibesine kapıldılar.Filozoflar ve matematikçiler, şairler ve sanatçılar, Sufi tarikatlarının şeyhleri ve müritleri akın akın gelerek burada toplandılar.

Bağdat, bin bir gece masallarında anlatılan refahın doruğuna Halife Harun Reşit zamanında ulaştı. İlerleyen dönemlerde tarıma dayalı zenginliği artan Bağdat, aynı zamanda bölgenin önemli bir ticaret ve kültür merkezi haline geldi. Ortaçağ‘da dünyanın hiçbir şehrinin nüfusu henüz 100 binlere ulaşmazken, bütün İslam dünyasının merkezi konumuna gelen Bağdat çok sayıda fikir ve bilim adamının yaşadığı, yunan akademilerine benzeyen okullarının açıldığı l milyona ulaşan nüfusuyla göz kamaştırmaya başladı.

800 bin kişi kılıçtan geçirildi

Lübnan‘lı yazar Amin Maalouf "Arapların gözüyle Haçlı seferleri" isimli eserinde  " el- Mustazhir‘in mensup olduğu Abbasi hanedanı, Bağdat‘ı Bin bir Gece Masalları‘nın büyülü kenti haline getirmiştir. Atalarından Harun er-Reşid‘in hüküm sürdüğü IX. Yüzyıl başlarında, halifelik dünyanın en zengin ve güçlü devletiydi ve başkenti en ileri uygarlığın merkeziydi. Bu kentte  bin tane diplomalı hekim, büyük bir bedava hastane, düzenli bir posta hizmeti, bazıları Çin‘de şube açmış olan birçok banka, mükemmel bir su kanalı şebekesi, bir atık su sistemi ve bir kağıt imalathanesi bulunmaktaydı. Doğu‘ya geldiklerinde henüz deri üzerine yazmakta olan Batılılar, buğday samanından kağıt imal etme sanatını Suriye‘de öğreneceklerdir." tespitini yaparak Bağdat‘ta yükselen İslam kültürünün ve medeniyetinin geldiği noktayı gözler önüne koymaktadır.

Kuruluşundan kısa süre sonra bu parlak dönemi iç çekişmelerle solan, büyüklüğü  ve zenginliği nedeniyle devamlı saldırılara uğrayan Bağdat, 1258 yılında 800 bin kişinin kılıçtan geçirildiği Moğol istilasına uğradı. Bugün ise ikinci Moğol istilasını yaşamaktadır. Tabi ki birincisinden oldukça farklı ve zalimane olanını. Karaca oğlan‘ın  "tüfek icat oldu mertlik bozuldu" deyimini aratmayan bir saldırganlık ve işgal arzusuyla, Barış, özgürlük nidaları atılarak Bağdat halkı ve tarihi, kültürel zenginlikleri yakılıp, yıkılıyor, yağma ediliyor

İlhanlılar, Timur ardından da  Karakoyunlular, Akkoyunlular ve Safaviler‘in  de hakimiyetine geçen Bağdat 1534 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından Osmanlı topraklarına katıldı. Osmanlı döneminde bilim ve kültür merkezi olarak gelişimini sürdürmeye devam etti.

Bağdat‘a geçmişteki zengin kültür  ve medeniyet mirasından dolayı  atalarımızın söylemiş olduğu "Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz" sözü bugün dahi belleklerimizde tazeliğini korumaktadır.  Bağdat‘ta ve özellikle de Irak‘ın genelinde Türkler çok sayıda eser inşa ettiler Onun içindir ki bugün ülkede yapılacak olan her türlü yıkım hareketleri sadece ülkedeki mevcut rejimi ve yöneticileri iktidardan uzaklaştırmakla kalmayacak aynı zamanda tarihi ve kültürel değerleri de yıkacak ve ortadan kaldıracaktır.

Ortadoğu‘nun gözbebeği

Zenginliği ve yüzyıllarca ilim ve kültür merkezi olmasıyla Ortadoğu‘nun gözbebeği konumundaki Bağdat ve çevresi Akad, Babil, Asur ve Sasaniler ile İslam medeniyetine beşiklik etmiştir. Bölge tarihi aynı zamanda burayı ele geçirmek için verilen mücadelelerinde tarihidir. Osmanlı imparatorluğunun hüküm sürdüğü topraklarda yaşayan  Araplar bazı güçler tarafından bölündükten sonra 17 ayrı devlet kurulmuştur. Osmanlı bugün çok sayıda millet, mezhep,  etnik grup ve zümrenin yaşadığı Lübnan gibi birçok yerde adalet ve hukuku koruyarak bu farklı grupların birbirleriyle çatışmadan huzur içinde varlıklarını sürdürmelerine imkan sağlamıştır. Oysa çeşitli çıkarlara göre sınırları cetvelle çizilmiş gibi dümdüz olan hudutlarla ayrılan Araplar Osmanlı‘dan sonra bir daha asla aynı barış  ve huzur düzenini kuramamışlardır.

İslam dünyasının en büyük şehri

Kuruluşunu takip eden yıllardan itibaren her alanda hızlı bir gelişmeye sahne olan Bağdat 9. ve 10. yüzyılda İslam dünyasının en büyük şehri, en önemli ilim, kültür ve medeniyet merkezi haline geldi. Artan ticaret, servet ve refaha paralel olarak ilim, edebiyat ve sanatta  da ciddi gelişmeler oldu. Bağdat‘ta bizzat Halife ve vezirlerin teşvikleriyle kurulan müesseselerde ilim, kültür ve sanatta önde gelen simalar yetişmiştir. İslam kültür ve medeniyetine damgasını vuran Bağdat aynı zamanda Avrupa medeniyetinin doğuşuna da zemin hazırlamıştır.

Çeşitli dillerden Arapça‘ya yapılan tercümelerin İslam medeniyet tarihinde önemli bir yeri vardır. Emeviler devrinde başlayan tercüme faaliyetleri Abbasiler döneminde daha sistemli bir şekilde sürdürülmüş.Böylece hilafet merkezi Bağdat kuruluşundan bir yıl geçmeden özellikle Hint ve İran menşeli eserlerin tercüme edildiği, Güney Avrupa‘yı Ortadoğu ve Yakındoğu ile bütünleştiren bir merkez oldu. Medeniyet ve kültür hareketlerinde önemli bir mevki işgal etti.

Bu tercüme faaliyetlerinin gelişmesi sonucunda Arapça sadece Kur‘an ve şiir dili olmakla kalmayıp aynı zamanda felsefe ve bilim dili haline geldi.

Tam teşekküllü ilk hastahane Bağdat‘da kuruldu

Tercüme faaliyetleri Halife Harun Reşid tarafından Bağdat‘ta kurulan ve Me‘mun zamanında tam teşekküllü bir kurum haline getirilen Beytü‘l hikme sayesinde oldukça canlandı.  ve daha sonraki halifeler zamanında da devam etti. Başlangıçta tam bir tercüme bürosu ve kütüphane olarak faaliyet gösteren Beytü‘l Hikme daha sonra özellikle felsefe ve pozitif ilimlerin araştırıldığı bir merkez haline geldi. Beytü‘l Hikme örnek alınarak yüksek düzeyde araştırmalar yapacak bir üniversite olarak Kayrevan kuruldu.

Böylece yeni bir medeni çevrede yükselme ve gelişme imkanı sağlanarak büyük alim, filozof, düşünür ve edipler yetişti. Bağdat dini ve din dışı ilimler sahasında büyük bir merkez oldu. Bunlar arasında Cebir‘in kurucusu sayılan Muhammed b. Musa el- Harizmi, İslam felsefesinin ilk temsilci Kindi,astronomi alimi Fergani, Ebu Ma‘şer el- Belhi, tabip ve riyaziyeci Sabit b. Kurre el Harrani tabip, kimyacı ve filozof Ebu Bekir er-Razi, astronomi alimi Bettani, İslam felsefesinin en ünlü siması olan Farabi ve İbni Sina. Matematik, astronomi, coğrafya, jeoloji, eczacılık vb sahalardaki engin bilgisi ve araştırıcı zihniyeti ile Biruni ve çok yönlü bir ilim ve tefekkür adamı olan Gazali gibi alimler, Cahiz, ibn Kuteybe ve Müberred gibi edipler yetişti.

Bağdat‘ın bir ilim ve kültür merkezi olmasından sonra burada gelişen başlıca ilimler şunlardır: Matematik... Tıp. Kaynaklar tam teşekküllü ilk hastanenin Harunurreşid tarafından Bağdat‘ta kurulduğunu ve meşhur Hıristiyan hekim Cibrail b. Buhtişu‘un Cündişapur‘dan buraya getirilerek başhekim tayin edildiğini kaydeder ki bu hastanede İslam dünyasında tıbbın gelişmesine zemin hazırlamıştır. Astronomi... Kelam. Bağdat, İslam tarihi boyunca Mu‘tezile, Selefiyye, Eş‘ariyye ve Şia gibi belli başlı kelam mekteplerinin gelişip yayıldığı kültür merkezlerinden biri olmuştur. Felsefe...

Tasavvuf, Bağdat kuruluşundan itibaren tasavvufun önemli merkezlerinden biri olmuştur. Tasavvufun gerçek kurucuları sayılan Ma‘ruf-i Kerhi , Çüneyd-i Bağdadi, Serrı Sakati, İbnü‘s-Semmak, Haris el-Muhasibi, Ebu‘l Hüseyin en- Nuri, Ebu Said el-Harraz gibi alimler Bağdat ve çevresinde  yetişmiştir. Bir çok mutasavvıf tarafından "Hak şehidi" kabul edilen ve idamı büyük yankılar uyandıran Hallac-ı Mansur‘da 922‘de Bağdat‘ta öldürülmüştü. Birçok tanınmış sufi Bağdat‘ın Şuniziye Mezarlığında medfundur. Bağdat tarikat faaliyetleri yönünden de önemlidir. Asya ve Afrika‘da birçok müntesibi bulunan Kadiriyye tarikatının kurucusu Abdülkadir Geylani‘de burada yatmaktadır.

Fıkıh. İslam hukuk tarihi bakımından önemli merkezlerden biri de Bağdat‘tır. Halife Mansur İmam-ı Azam‘ı Bağdat‘a getirterek teşvik ve yardımlarda bulundu. HANEFİ VE HANBELİ MEZHEPLERİ Bağdat‘ta gelişip güçlendi. Bağdat‘ta yetişen fıkıh alimlerinden bazılarını şöyle sıralayabiliriz. Bağdat‘ta doğup büyümüş olan Hanbeli mezhebinin kurucusu Ahmed b. Hanbel. Maliki mezhebinin önde gelen imamlarından Amr b. Muhammed el-Leysi el-Bağdadi. Şafi müctehidlerinden olup fıkıh ve usulü fıkha dair eserleri olan İbnü‘l-Kattan el- Bağdadi. Maliki fakihi ve usulcüsü, çeşitli ilim dallarında çok sayıda eserler telif etmiş olan Abdülvehhab b. Ali el-Bağdadi. Fıkıhta ve usulde son derece mahir bir Şafii fakihi olan İbnü‘s Sabbağ. Hanbeli mezhebinin büyük imamların dan Ali b. Akil el-Bağdadi. Zamanını en büyük Hanefi alimlerinden olan İbnü‘s- Saati, "kadılkudati‘l-memalik" unvanıyla tanınan Maliki alimi Hüseyin b. Ebü‘l -Kasım el-Bağdadi ve Hanbeli mezhebinin önde gelen fıkıh ve usulcülerinden Abdülmü‘min b. Abdülhak el-Bağdadi.

Nizamiye Medresesi; ilk çekirdek üniversite

Tefsir, Bağdat‘taki tefsir çalışmaları bu ilmin daha sistemli bir şekilde ele alın masıyla sonuçlanmıştır. Bağdat‘ta yetişen ve değerli eserler veren müfessirler den bazıları şunlardır: Ebu  Ubeyd Kasım b. Selam, İbni Kuteybe, Müberred, Taberi, Zeccac, Cessas, Ebu Hafs el-Bağdadi, Abdülkahir el-Bağdadi, İbnü‘l Cevzi, Hazin, Alusi.

Hadis... Tarih... Dil... ilimlerinde Bağdat tarihte bir merkez olmuş ve yıllarca da bu görevini bihakkın yerine getirmeyi başarmıştır.

Bağdat ayrıca önemli medreselerin ve kütüphanelerinde merkezi olmuştur. Bilindiği gibi medreselerin İslam eğitim ve öğretim tarihinde önemli ve seçkin bir yeri olmuştur. Selçuklu sultanı Alpaslanın veziri Nizamülmülk‘ün gayretleriyle 1065-67 yılları arasında bir külliye halinde inşa edilen Bağdat Nizamiye medresesi İslam tarihinde  ilk çekirdek üniversiteyi oluşturduğu gibi Avrupa‘da da kurulan üniversitelere örnek olmuştur. Burada Gazali, Ebu İshak eş-Şirazi, Ebü‘l Muzaffer el- Ebiverdi, İbn-i Mübarek, Ebu Bekir eş-Şaşi gibi meşhur bilginler ders vermişlerdir. Şeyh Sadi-i  Şirazi ve İmamüddin Katib el- İsfahani gibi değerli simalar yetişmiştir. Bağdat‘taki medreselerin sayısı 30‘a ulaşmıştı. Tabi ki bir diğer önemli medrese de Mustansıriyye medresesidir.

Tarih ve kültür şehri, hüzün şehrine dönüştü

Tarih boyunca kültürlerin buluşma yeri olan Ortadoğu‘nun önemli merkezlerinden birisi de şüphesiz BAĞDAT‘‘tır. Bağdat denilince tabi ki hemen akla Irak gelmektedir. Bugün ise Irak ve Bağdat savaşla birlikte hatırlanmaktadır. Bağdat asırlarca Irak‘ın Başkenti olarak birçok devlete payitahtlık yapmış, tarih ve kültürlerin merkezi olmuş bir şehirdir. Bir zamanların kültür, tarih ve ilim merkezi olarak şöhret yapan Bağdat‘ın tarihi aynı zamanda uğruna verilen kanlı mücadelelerinde tarihi olarak  biliniyor. Ancak Bağdat son 25 yıldır savaşlarla birlikte anılmaya başlamıştır. Irak topraklarının önemli bir kısmı Hz. Ebu Bekir(ra) döneminde Halid ibni Velid (ra) komutasındaki İslam ordusu tarafından fethedildi. Irak‘ın tamamının fethi ise Hz.Ömer (ra) zamanında gerçekleştirildi. Tarihte önemli birer ilim ve ticaret merkezi görevi üstlenmiş olan ve günümüzde de bu özelliklerini koruyan Basra ve Kufe şehirleri de Hz. Ömer (ra) zamanında kurulmuştur.

Veliler ve evliyalar diyarı

Bağdat Irak‘ın vitrinidir. Bağdat Irak‘ın aynası konumunda olduğu içindir ki, Irak‘ta iktidara gelen her yönetim Bağdat‘ın görünümüne ve yapılanmasına büyük önem vermişler. Bağdat‘ın birçok özelliklerinin yayında  en önemli bir özelliği de Veliler ve Evliyalar diyarı olmasıdır. Birçok İslam büyüğü Bağdat‘ta metfundur. Hanefi mezhebinin kurucusu İmam Ebu Hanife, Büyük mutasavvıf  Abdulkadir Geylani, Musa Kazım, Cüneyd-i Bağdadi, Marufu Kerhi, Bişri Hafi, Behlül Dana ve daha birçok İslam alimi ve büyüğü Bağdat‘ta medfun bulunmaktadır.

Binbir Gece Masallarının Bağdat‘ı

Bağdat‘ın sanat dünyasında müstesna yeri vardır. Mimari, hat ve minyatür gibi güzel sanatlarda Bağdat‘ta yetişen sanatkarlar çok değerli eserler vücuda getirmişlerdir. İslâm hat sanatı da Bağdatlı hattatlar sayesinde yeni bir safhaya girmiş ve çok sayıda değerli hattatlar yetişmiştir.

Bugün Bağdat‘ta bu medresenin yanı başına Mustansıriyye Üniversitesi de kurulmuştur. Amerikan uçaklarının saldırıları sonucunda bu medrese önemli şekilde hasar görmüştür.

İslâm dünyasında alimlerin yetişmesinde kütüphaneler önemli rol oynamışlardır. İlk kütüphane Bağdat‘ta Harunurreşid zamanında kuruldu. Bunu diğerleri takip etti. Temelini Harunurreşid‘in attığı ve Me‘mun‘un çeşitli kitaplarla zenginleştirdiği Beytülhikme Abbasiler döneminde Bağdat‘ın en büyük kütüphanesine sahipti. Harunurreşid‘in veziri Ca‘fer b. Yahya el-Bermeki ilk kağıt fabrikasını kurmuştur. Beytülhikme Araplara ait her çeşit kitabı ihtiva eden halka açık bir kütüphane idi. "Hizanetü‘l-Hikme" veya "Hizanetü‘l-Kütüb" denilen  kütüphaneler birer öğretim müessesesi olarak da büyük hizmet vermişlerdir. Bunların en önemlileri Beytülhikme, Büveyhi veziri Sabur b. Erdeşir‘in kütüphanesi, Nizamiye Medresesi ve Müstansariyye Medresesi kütüphaneleridir.

Bağdat‘ın sanat dünyasında da müstesna yeri vardır. Mimari, hat ve minyatür gibi güzel sanatlarda Bağdat‘ta yetişen sanatkarlar çok değerli eserler vücuda getirmişlerdir. İslâm hat sanatı da Bağdatlı hattatlar sayesinde yeni bir safhaya girmiş ve çok sayıda değerli hattatlar yetişmiştir. Beytü‘l hikme ve hizanetü‘l hikmeler hat sanatının gelişmesi için çok uygun zeminler hazırlamışlardır.

Bin bir gece masallarının Bağdat‘ına ait hikayeleri dinleyerek  büyüdüğümüz içindir ki, meslek hayatımı boyunca 15‘in üzerinde ziyaretim olan bu şehre her ziyaretimde geçmişin izlerini sürdürmeye devam etmişimdir. Tabii ki bin bir gece masallarına ait geçmişin tarihi, kültürel, medeniyetine ait eserleri muhafaza edildikleri müzelerde, kütüphanelerde, sanat merkezlerinde görmek ve değerlendirmek imkanını bulduk. Bağdat yönetiminin bu konudaki çalışmaları ve çabalarının da kuşkusuz önemli katkısı olmuştur. Irak‘ın ve Bağdat‘ın tarihi, kültürel geçmişini tanıtmak, dünyaya duyurmak amacıyla Bağdat şehrini bir anlamda Festivaller şehri haline getirmişlerdir. Senenin önemli sayılacak dönemlerinde gerçekleştirdikleri festivallerle kültür ve medeniyet zenginliklerini dünya kamuoyuna tanıtma imkanını buluyorlardı. Bizler de katıldığımız bu festivaller münasebetiyle bu zenginlikleri yakından tanıma imkanını bulduk.

2001 yılında birer ay aralıkla yaptığım  2 ziyaretim 80‘li yılların başından  o güne kadar yaptığım ziyaretlerim içerisinde benim için en önemlileri diyebilirim. Çünkü, bu son iki ziyaretimi de 80‘li ve 90‘lı yılların Bağdat‘ı ile 2000‘li yılların Bağdat‘ındaki değişimleri ve gelişmeleri gözlemlemem açısından çok önemli olmuştur. Irak‘ın ve özellikle de Bağdat‘ın 5000 yıllık geçmişine sahip çıkılan çalışmalar hemen hemen sonuçlandırılırken, tarihi yapıların ve eserlerin de geçmişteki aktivitelerine kavuşturmaya başlanması veya bu yönde gerekli adımların atılması bizleri  oldukça duygulandırmıştı. Yukarıda kültür ve medeniyet eserleri ve değerlerini yazmaya çalıştığım eserleri, müzeleri ve kütüphanelerin önemli bir kısmını gezme imkanı bulduğum ve bunların bir kısmının 20 yıl önceki durumlarını da bildiğim için gelinen nokta benim için çok önemli idi. Tabi ki bundan sonra Bağdat‘a yapacağımız ziyaretlerde de gelinen bu noktadan geriye gidişi ve kaybolan değerleri büyük bir burukluk ve acı ile değerlendireceğiz kuşkusuz.

Bağdat ziyaretlerim sırasında tekrar tekrar ziyaret ettiğim ve bunun için de özellikle zaman ayırdığım Bağdat‘la simgeleşen birkaç tarihi eseri ve oralarda medfun bulunan mana erenlerinden bahsetmek istiyorum. Bu bahsedeceğim mana erleri ve mekanlar Bağdat ile birlikte anılan ve Bağdat‘ı ziyaret eden herkesin mutlaka gitmek ihtiyacını duyduğu yerler ve mekanlardır. Adeta Bağdat‘ın simgesi haline gelen mana erleri ve mekanlar olması bakımından da önemlidir.

Beytü‘l Hikme "Tefekkür Evi"

Bağdat‘ın tarihi, ilmi dini ve kültürel medeniyetlerle donatılmış yüzünü yakından tanımaya çalışırken aynı zamanda da savaşan Bağdat‘ta yaşamın nasıl olduğuna bizzat tanık olduk. İran-Irak savaşı, I. Körfez savaşı ve sonrası yaşanan ambargolu dönemi bizler de  kısa bir süre için de olsa Iraklılarla birlikte yaşadık. Ambargo döneminde gerçekleştirilen "halklar konferansı" münasebetiyle  Bağdat‘ta bulunurken ABD uçaklarından atılan Tomohawk füzelerinin de hedefi olmaktan kurtulamadık. Irak yönetimi I. Körfez savaşı sonrasında  BM Güvenlik Konseyi tarafından konulan ambargonun geçen zaman içerisinde Irak ve halkı üzerinde meydana getirdiği menfi etkileri ve zararlarını dünya kamuoyuna duyurmak amacıyla çeşitli etkinlikler ve konferanslar düzenlemekteydi. Ambargonun meydana getirdiği zulüm ve eziyeti dünyaya anlatabilmenin, gösterebilmenin yollarını aramakta, bunun içinde  her türlü iletişim teknolojisinden faydalanıyorlardı. Sivil toplum kuruluşlarının ilgilerini Irak‘a çekmeyi başaran yönetimin "BEYTÜ‘L HİKME" aracılığıyla katıldığım toplantı da benim için önemliydi. Çünkü tarihi bir geçmişi olan, Irak‘ın geçmişinde önemli izleri bulunan "Beytü‘l Hikme" yeniden hayata geçiriliyor. Ve tarihteki o önemli işlevine yeniden kazandırılıyordu. Yazımın kültür ve medeniyet bölümünde kısaca da olsa  tanıtmaya çalıştığım Beytü‘l Hikme "Tefekkür evi" dünyadaki bugünki yaygın anlamıyla bir ting tang kuruluşu görevini üstlenmiş durumda. Iraklılar ambargo nedeniyle içerisinde bulundukları durumu en iyi şekilde dünya kamuoyuna anlatabilmek için "Beytü‘l Hikme"yi yeniden hayata geçirmeyi gerçekleştirmişlerdi.

Beytü‘l Hikme‘nin binaları tarihte ilk defa Dicle nehrinin solunda Rasafe bölgesinde 800 yılında Harun Reşid‘in kızı Ümmü Habib için inşa edilmiş. Osmanlı zamanında resmi konak olarak kullanılan bilahare kütüphane ve parlamento binası görevlerini de üstlenen tarihi bina yeniden görev ifa etmeye başlamıştı.  Yetkililer Beytü‘l Hikme‘nin amacını şöyle izah ediyorlardı: "Arap düşünce ve kültürel orjinalliğinin yayılması, ideolojik  mücadelesinin ön plana çıkartılması. Arap milletinin devlet işleri üzerine çalışma yapmak... Politik... Ekonomik... Sosyal... Kültürel problemleri  üzerine çalışmalar yapmak.. Evet, tarihte tercüme bürosu, kütüphane, felsefe ve pozitif ilimleri araştırma kurumu, kütüphane ve eğitim kurumu gibi işlevleri üstlenen Beytü‘l Hikme zamanımızda da geçerli olan tabiri ile bir ting tang kuruluşu olarak geçmiş görevlerine bir yenisini ekleyerek çağdaş dünyamızda tekrar eski aktivitesine kavuşturulmuştu. Ama maalesef ABD bombardımanından o da nasibini aldı. Bakalım gelecekte nasıl bir görev yüklendirilecek bu tarihi ve kültürel medeniyetin önemli mirası olan bu kuruma?...

İmam-ı Azam

İslâm‘da hukuki düşüncenin ve ictihad anlayışının gelişmesinde önemli payı olup daha çok Ebu Hanife veya İmam-ı Azam diye şöhret bulmuştur.

Hanefi mezhebinin kurucusu İmam-ı Azam Ebu Hanefi Hazretleri 4 büyük mezheb imamından birisidir. Asıl adı Numan‘dır. Lakabı İmam-ı Azam, künyesi Ebu Hanife‘dir.İmam-ı Azam‘ın ataları Horasan ilinden felerek Kufe‘ye yerleş mişler. Emevilerden Abdülmelik bin Mervan devrinde Kufe‘de doğan İmam-ı Azam hayatı boyunca birçok olaya şahit oldu. Haccac‘ın yaşadığı Irak halkını haraca bağladığı günleri yaşadı. Ömer bin Abdülaziz‘in adalet dolu devrini gördü. Emevilerin çöküp Abbasilerin kuruluşuna yetişti. Fakat kendini bu çalkantılara kaptırmadı.Hayatını ilme, İslâm‘a hizmete verdi. Çağındaki ilimlerin hepsini tahsil etti. Küçük yaşta Kur‘an-ı Kerim‘i ezberledi. Babası Kufe, Basra ve Mekke arasında ticaretle meşgul olduğundan, o da onunla beraber gezerken değişik alimlerle görüşmüş ve ilmini ilerletmiştir. Kufe ve Basra alimlerinden hadis-i şerif dersleri aldı. Ashab-ı Kiram‘dan dört zatı gördüğü için Tabiinden sayılan İmam-ı Azam, Hocasına çok sorular sorardı. Öğrenmenin anahtarı "sormak"tır derdi. O, öğrenmek istediklerini daima sorardı. Bir defasında hocası Ona: "Beni kuruttun, ne varsa benden hepsini aldın" demişti. Kırk yaşına kadar hep okuyan İmam-ı Aza yetmiş yıllık ömrünün otuz yılını hocalığa ve fetva vermeye hasretmiştir. İmam-ı Azam, iki sene İmam-ı Cafer Sadık hazretlerinin sohbetinde bulundu. Ebu Cafer Mansur‘un emrettiği temyiz mahkemesi başkanlığını kabul etmediği için zindana atılıp kamçılandığı, 767 yılında 70 yaşında şehit olduğu rivayet edilir.

İmam-ı Azam Ebu Hanefi Hazretlerinin türbesinin ve camisinin bulunduğu külliye Bağdat‘ın imamın lakabıyla adılan Azamiyye bölgesinde bulunmaktadır. Külliyenin içerisinde ayrıca  İslâmi ilimlerin tahsilinin yapıldığı İmam-ı Azam Enstitüsü de bulunmaktadır. Amerikan bombardımanından en büyük yarayı alan külliye İmam-ı Azam külliyesidir. Külliye büyük bir hasar görmüştür. Basında yer alan haberlere göre Bağdatlılar 500 yıllık İmam-ı Azam külliyesini almış olduğu yaralarını onarmayarak ABD‘nin yaptığı tahribatı "İbret-i alem" olarak göstermek, teşhir etmek istiyorlar. İslâm dünyasının bu fotoğrafı unutmamasını istiyorlar. Caminin yanındaki minareli saat kulesi de ABD bombardımanına hedef olmuş. Bombalı roketatar saldırıdan bahçe giriş kapısı üzerindeki Muhammed (sav) ışıklı lafsıda zarar görmüş. Saat kulesi ile birlikte Türbenin kapısı ve minare de vuruluyor. Bölgede yaşayanların ifadesine göre ABD saldırılarının başlamasından sonra bölgede elektrikler kesilmesine rağmen Muhammed (sav) ışıklı lafzı hedef olana kadar geçen 8 gün içerisinde geceleri bölgeyi aydınlatmış.

Bombardıman sonrası bölgeden yapılan haberlerde halkın öfkesi dile getirili yordu. Öğretmen Faysal Seyyidi bombardıman sonrasını şöyle anlatıyordu: "Saddam‘ı aradılar, bulamadılar, sonra da içeriye silahlı bir şekilde girdiler. Cami ve türbeyi vurdular." Öğretmen Seyyidi anlatmaya devam ediyor: "Duyuyoruz ki, Amerika eski Asuri kiliselerinin olduğu semtlere asker yerleştirmiş. Acaba burası bir kilise olsaydı aynı rahatlıkla içeri girip baskın yapabilirler miydi?"

Bombardıman sonrası  İmam Azam Camii‘nin imamı Şeyh Vasık El Ubeyd ve 2 oğlu ile sabah namazına gelen 5 kişi tutuklanarak bilinmeyen adrese götürülüyorlar.  Cemaatten Muhammed Suali ise tepkisini "Silahla camiye girilmez" diyerek dile getiriyor ve ekliyor: "Hiçbir Şey camiye ve İmam-ı Azam‘ın türbesine saldırmayı gerektirmezdi. Saldırının arkasında sembolik de olsa İslam Dünyasına gözdağı verme amacı yatıyor."

Bağdat‘ta bulunan eşsiz mimari eserler...

El-Hikme, Bağdat ve el-Müstansariyye adlarını taşıyan üç büyük üniversitenin yanı sıra bir çok da yüksek okul ve kolejin mevcut olduğu Bağdat, ülkenin en fazla eğitim ve öğretim kurumunun yer aldığı şehir olma özelliğine sahiptir. Bunun yanı sıra ayrıca kültür hayatındaki canlılıkları, kütüphaneleri ve müzeleriyle de ünlüdür. Özellikle Arap tarihi ve edebiyatına dair koleksiyonların toplandığı Evkaf Kütüphanesi ile Bağdat Üniversitesi Kütüphanesi, Abbasi Saray Müzesi, Etnografya Müzesi, Çağdaş Milli Sanat Müzesi, Irak Müzesi ve Arap İlkçağ Müzesi en önemlileridir. Bağdat‘ta bugün mevcut belli başlı mimari eserler şunlardır: Mescidü‘l- Mıntıka (atika), Ma‘uf-i Kerhi Camii, İmam-ı Ebu Hanife Camii, Hulefa (Suku‘l-gazi) Camii, Abdülkadir-i Geylani Camii, Sühreverdi Camii, Kameriye Mescidi, Seyyid Sultan Ali Camii, Muradiye Camii, Asafiye Camii, Haseki Camii, Ahmediye Camii, Hasan Paşa Camii, Nu‘maniyye Camii, Fazıl Camii, Kazimiyye, Hacı Fethi Camii, Cüneyd-i Bağdadi Türbesi, Hallac-ı Mansur Türbesi, Sitti Zübeyde Türbesi, Şeyh Abdülkerim el-Çili Türbesi, Müstansariyye Medresesi, Mercaniye Medresesi, Mercan Han.

Tarih boyunca birçok zorbaya dersini verdi

Bağdat‘ın bir özelliği de tarih boyunca birçok savaşa sahne olması ve birkaç defa tahrip edilmesidir. Moğol istilası. 2 Ağustos 1990‘da Irak‘ın Kuveyt‘i işgal ve ilhak etmesine karşı çıkan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi‘nin verdiği karar uyarınca, Amerika Birleşik Devletleri liderliğinde oluşturulan milletlerarası güç tarafından 17 Ocak 1991 gününden itibaren bombalanmaya başlandı. Ateşkesin sağlandığı 28 Şubat‘a kadar bombardıman sonucu Bağdat‘ın alt yapısı, özellikle yollar ve köprüler, sanayi ve askeri tesislerle su ve elektrik şebekeleri, telekomünikasyon şebekeleri büyük ölçüde tahrip olurken, tarihi eserler de kısmen de olsa tahrip oldu.

‘Kötülükleri ancak iman yıkar‘

"Başkasında bulunan bir hatayı defetmek istersen nefsinle yapma, imanınla yap. Kötülükleri ancak İman yıkar. Bu durumda Rabb‘in sana işlerinde yardımcı olur. O kötülüğü yok etmek için arkadaş olur. O kötülüğü ezer ortadan kaldırır..."

Şeyh Abdulkadir Geylani

Evliyanın büyüklerindendir. Künyesi Ebu  Muhammed‘dir. Muhyiddin, Gavs‘ül  Azam,  Kutb-i Rabbani,  Sultan‘ül Evliya,  Kutb-i Azam  gibi lakabları vardır. İran‘ın Geylan şehrinde 1078(H.471) de doğdu. Babası Ebu Salih bin Musa Cengidost‘tur. Hz.Hasan‘ın oğlu Hasan-ı Musenna oğlu Abdullah‘ın soyundandır. Annesinin ismi Fatıma, lakabı Ummu‘l Hayr olup Seyyidedir. Bunun için Abudülkadir Geylani,  hem Seyyid,  hem Şerif‘tir. Hz. Hüseyin‘in evladına Seyyid,  Hz.Hasan‘ın kine Şerif denir. Abdülkadir Geylani 1166 (H. 561)da Bağdat‘ta  vefat etti. Türbesi Bağdat‘tadır. Fıkıh ve hadis ilimlerinde müctehid  idi. Kadiriyye tarikatının kurucusudur. Ehli Sünnet itikadını ve din bilgilerini her tarafa yaydı. Orta boylu zayıf bünyeli,  geniş göğüslü ilim için vefakarlıkta emsali az bulunur bir veli idi. Seyyid Abdülkadir Geylani Hazretleri oğluna şöyle vasiyet etmiştir: "Tasavvuf öyle bir haldir ki, o hale kimsenin laf ile varması mümkün değildir. Onun için bir fakire rastlarsan ilmine dayanarak onunla münakaşa etme,  itirazda bulunma. Gönlünü almaya bak. Şunu iyi bilki, tasavvuf sekiz hal üzeredir. 1. Merhamet ve şefkat. 2. Doğruluk. 3. Sadakat 4. Cömertlik 5. Sabretmek 6.Sır tutmak. 7. Fakirliğini ve acizliğini bilmek. 8. Rabbine şükretmek".

Şeyh Abdülkadir Geylani‘den Öğütler:

Sakın yaptığın işlerde ve bulunduğun manevi halde kendi gücünü görmeyesin. Bu hal kişiyi azdırır ve YARATAN‘ın rahmet nazarından uzak kılar. Sakın sözünü dinletme ve kabul ettirme hevesine de kapılmayasın. Önce temeli at sonra üzerine binayı çık. Kalbini derin kaz ki oradan hikmet pınarları fışkırsın, sonra ihlas ve iyi işlerle o binayı yükselt. Bu işlerden sonra halkı o köşke davet et.

Başkasında bulunan bir hatayı defetmek istersen nefsinle yapma, imanınla yap. Kötülükleri ancak İMAN yıkar. Bu durumda RABB‘in sana işlerinde yardımcı olur. O kötülüğü yok etmek için arkadaş olur. O kötülüğü ezer ortadan kaldırır. Eğer bir kötülüğü nefsin için, halkın seni tanıması için ortadan kaldırmaya niyet edersen rezil olursun. Her işte HAKK‘ın rızası aranmalıdır.

Ey evlad,  önce nefsine öğüt ver, onu yola getir, sonra da başkalarını... Senin henüz ıslaha muhtaç  hallerin var,  bunu sen de biliyorsun. Bunu bildiğin halde başkalarının ıslahı ile uğraşma yolunda nasıl başarılı olabilirsin?.. Gözlerin bir adım öteyi görmüyorken körleri neyle yola getirme sevdasındasın?...

Yüce Allah(c.c)ın dininde olmayan şeyleri yapmaya çalışma. Elinde iki şahit olsun; biri KUTSAL KİTABIMIZ,  diğeri SÜNNET-İ RESULULLAH. Bunlar seni RABBİNE ulaştırır. Ama sen bu şahitleri bırakıp nefsinin peşinden gitmeye devam ediyorsun. Elinde iki şahidin var; biri zayıf aklın, diğeri de şahsi arzun. Şüphesiz bunlar seni ateşe iter. Firavun gibilerin arasına katar.

Abdulkadir Geylani Külliyesi

Bağdat‘ta Babüşşeyh mahallesinde bulunan Şeyh Abdülkadir Geylani külliyesinin yerinde daha önce Hanbeli Fakihi Ebu Said el- Muharrimi‘nin ders verdiği bir medrese bulunmaktaydı. Muharrimi‘nin talebesi ve halefi olan Abdülkadir-i Geylani medreseyi genişleterek  bir tekke ilave etmiş. 561‘de (1165-66) ölümü üzerine de buraya defnedilerek adına bir türbe yapılmıştır. Bağdat‘taki diğer örnekler gibi mukarnas kubbeli olduğu sanılan ilk türbe, Kanuni Sultan Süleyman‘ın emriyle 1534‘te yenilenerek yanıbaşına bir cami, etrafına imaret, medrese ve tekke hücreleri yaptırılmıştır. Planlarını mimar Sinan‘ın hazırladığı külliye,  1574‘de Bağdat Valisi  Elvendzade Ali paşa zamanında tamamlanmıştır. Daha sonra 1638‘de IV.Murad,  1674‘te Silahtar Hüseyin Paşa, 1708‘de lll. Ahmed,  1865‘te Abdülaziz, 1900-1904 yılları arasında ll. Abdülhamid ve 1970-1974 yılları arasında da mütevelliler tarafından tamir ettirilmiştir.

Şeyh Abdulkadir  Geylani Hazretleri‘nin külliyesinin en son restorasyon çalışmaları 2000 yılında başlamıştır. 2001 yılında  Bağdat‘ı ziyaretimiz sırasında Vakfın mütevellisi ve başkanı  olan ve Şeyh Abdulkadir Geylani hazretlerinin torunu olan şahsın beyanlarına göre, caminin etrafındaki müştemilat yıkılarak yeniden inşaat ve restorasyon  çalışmaları başlamıştı. Caminin ve külliyenin etrafındaki müştemilat yeniden restore edilerek tarihteki  yerine oturtulmak isteniyordu. Caminin etrafında  İslam koleji ve İslami ilimler enstütüsünün yeniden açılması için inşaat çalışmaları sürüyordu. Bu külliyelerini tamamlanması ile Şeyh Abdulkadir Geylani Hazretleri‘nin külliyesine uluslararası bir boyut kazandırmak istiyorlar. Tabi ki,  ABD‘nin Bağdat‘ı işgali sırasında bu külliyenin bulunduğu bölgenin en çok hedef alan bölgeler arasında olduğunu biliyoruz. Her ne kadar direkt olarak ABD silahlarına bombardımanı na  hedef olmamış olabilir,  ama bombaların ve füzelerin sarsıntı yapan etkisi nedeniyle külliyenin ömrünün kısalmadığını söyleyebilmek mümkün değildir değil mi?

Medeniyet düşmanları!..

Birinci Körfez savaşı sonrasında Bağdat‘ta  restore ve inşaat çalışmaları yapılan tarihi eserlerin sayısı oldukca fazla idi. Bunların önemlilerinden birisi de Büyük mutasavvıf Maruf Kerhi Hazretleri‘nin kabrinin bulunduğu külliye idi. Bu külliye yeniden görkemli ve modern bir şekilde inşa edilerek tarihteki görevini ifaya hazırlanıyordu.

Ayrıca Irak‘taki bütün ibadet yerleri de körfez savaşı sonrasında restorasyona tabi tutulmuş Kerbala‘daki restorasyon çalışmaları tamamlanmış. Necef ve Kufe‘deki çalışmalar bizim ziyaretimiz sırasında da devam ediyordu. Kuşkusuz ABD işgali öncesinde tamamlanmış olabilirler. Ama onlar da ABD silahlarının etkisinden kurtulamadıkları gibi ömürlerinden de azalmalar olmuştur. Eski camilerin ve külliyelerin imar ve restorasyon çalışmalarının yanı sıra bu dönemde yeni eserler de inşa edilmiştir. Bağdat‘ta 8 yeni caminin yapımı planlanmış. Bunlardan birisi 3 yılda tamamlanarak ibadete açılmıştı. Ümmül Meraik Camii "Savaşların Anası" Camii. Bu cami Saddam Hüseyin‘in 40 günlük Körfez savaşı sırasında sırasında kalmış olduğu evin bulunduğu bölgenin istimlak edilmesiyle bu arazi üzerine yapılmıştı. Tabiki hayata geçirilemeden ABD tarafından Bağdat‘ın işgali gerçekleştirdi. Saddam ve Rahman camilerinin inşaszı ise 2001 yılında devam ediyordu. Saddam camii eski Bağdat havaalanının arazisi üzerine  yapılıyordu.

Hülagû‘dan beter ettiler!

Irak Tarihi Eserler Kurulu Araştırma Direktörü Donny George tepkisini "Bağdat Müze‘sinde olup bitenler yüzyılın suçudur" diye dile getiriyor. İnsanlığın ortak mirasının, birkaç gün içerisinde talan edilmesini tarif etmek için "Suç" uygun kelime olabilir. Peki ama bu suç kimin suçu?

Irak savaşında sivil can kaybının dışında bütün insanlık adına çok acı bir olay, daha doğrusu olaylar yaşandı.Tarihi eser yağmacılığı...

Başta Başkent Bağdat olmak üzere ülkenin dört bir yanındaki tarihi mekanlar, müzeler , tarihi kütüphaneler önce yağmalandı sonra da ateşe verildi. Binlerce yıl öncesinden günümüze kalan paha biçilmez eserler ortadan kayboldu.

Bütün dünya, yağmacılara göz yumdukları için Amerikan askerlerine büyük tepki gösterdi.Ve askerlerin seyirci gibi izlediği yağma olaylarını, profesyonel ve organize hırsızların gerçekleştirdiği ortaya çıktı. Savaşı ve rejimin devrilmesini fırsat bilen uluslararası çeteler, ülke içinden birileriyle anlaşarak binlerce yıllık tarihi eserleri ellerine geçirdiler.

Mezopotamya‘yı yağmalayan Anglo-Amerikan savaşçılarını,  Moğollar yada Nazilerle kıyaslamaya kalktığımızda haksızlık edeceğimiz kanaatindeyim.

Tarihin en büyük katliamı yirminci yüzyılda yapıldı. Bu yüzyılda insanlığı daha ne gibi tehlikeler bekliyor, hep birlikte göreceğiz. Globalleşen dünyada güvenilecek tek kurum olarak Birleşmiş Milletler gösteriliyordu. İnsanlığın, barışın, uygarlığın bekası için var olan kurumun  Angola Amerikan savaşçıları tarafından ne hale getirildiğini hep birlikte gördük.

Tarihin en büyük kültür yağmacısı kimlerdir?. Endülüs kütüphanelerini küle dönüştüren bir asır önceki İspanyollar mı?.. İskenderiye Kütüphanesini yakan Roma imparatorluğu mu?.. Alamut kalesinde sonra da Bağdat‘ta zamanın en büyük filozoflarının elyazması kitaplarını ateşe veren Moğol Hakanı Hulagu mu?.. Bosna‘da 600 yıllık Milli Kütüphane‘yi içindeki Osmanlı ve diğer kültürlere ait yazmalarıyla birlikte top ateşiyle yakan Sırp milliyetçiler mi?..

Yoksa ilk yazının,  ilk yasanın, ilk meclisin, ilk devletin ve daha birçok ilkin toprağı Irak‘ta uygarlığın ilk kalıntılarının yağmalanmasını seyreden Anglo-Amerikan savaşçıları mı?... Tabii sadece seyrettiler ise...

Amerikan güçleri tüm uyarılara rağmen Bağdat Arkeoloji Müzesi ve Milli Kütüphane‘deki yazmaların yağmalanması, çalınması ve yakılması eylemlerine göz yumdu. O sırada Petrol Bakanlığı‘nın korunduğunu unutmayalım.

Rumsfeld‘: "Yağma özgürlüktür"

Burada bilmediğimiz tek şey. Bu kültürel yıkım ve yok etme, kendi kültürel ırkçılık operasyonunun yada uygarlıklar çatışmasının planlı bir parçası mı, yoksa yalnızca "seri savaşçı" cehaletinin bir sonucu mu? Her ikisi içinde kanıtlar mevcut ve güçlü..

"Yağma özgürlüktür" diye açıklama yapan ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld‘in sözlerini kabul mü edeceğiz, yoksa özgürlüğün düşmanı olarak mı göreceğiz?..

Dünya liderliğine oynayan, dünyanın tek hakimi olduğunu söyleyen Amerika‘nın,  her türlü uluslararası anlaşmaları bir tarafa iterek girdiği Irak‘ta gözleri önünde gerçekleştirilen "kültür ve tarih yağması"na sessiz kalmasını anlamakta zorluk çekiyorsunuz değil mi?.. Hiç zorlanmayın...Kuvveti rehber edinenlerin yaptıkları hep aynı değil mi?...

Amerika‘da her kuvveti tercih edenler gibi  "Ben güzele güzel demem, güzel benim olmadıkça" diyor.

Amerika kardeşi İngiltere gibi müzelerini yağmalanmış, bedava tarihle dolduramamıştı. Ne de olsa koloni çağında  o da bir koloniydi. Sonra çuvalla para harcadı. Grek Portalli müzelerini doldurmak için. Şimdi para da kar etmiyor, her şeyi iade etme,  kaynağı belirsiz eserleri sergileyememe modası başladı. Köşeye sıkıştılar, herkes aleyhlerinde dava açıp duruyor. Neyse ki koleksiyonların genişlemesi için iyi bir fırsat doğdu. O fırsatı da en iyi bir şekilde değerlendirdiler değil mi?..

Kültür yağması yada tarihsizleştirme

Dünyanın ilk yazılı kanunları olan Hammurabi tabletleri artık koruma altında değil,  akibetleri de belirsiz. Fuzuli‘nin "Leyla ile Mecnun" eserinin ilk elyazmalarından birisi de artık yok.  Irak Tarihi Eserler Kurulu Araştırma Direktörü Donny George tepkisini "Bağdat Müze‘sinde olup bitenler yüzyılın suçudur" diye dile getiriyor. İnsanlığın ortak mirasının, birkaç gün içerisinde talan edilmesini tarif etmek için "Suç" uygun kelime olabilir. Peki ama bu suç kimin suçu?..

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu‘nun 26 kasım 1968‘de oy birliğiyle kabul ettiği 2391 No‘lu kararla uluslararası bir anlaşmaya dönüşen Nürenberg suçları bugün de geçerli. Bunların içinde insanlığa karşı suçlar,  savaş suçları, kültürel jenosit suçları var. Hukukçular, yağma suçunu işleyenlerin BM kararını imzalayan tüm ülkelerin de mahkemelerinde yargılanabileceğini söylüyor.

Ama, buna rağmen  Bağdat‘taki Irak Milli Müzesi ve Milli Kütüphane, savaşın ardından modern çağların en büyük yağmalamalarına sahne oldu. Çok sayıda arkeolojik eser ve tarihi kitap çalındı yada tahrip edildi. Amerikan ve İngiliz güçlerinin Irak‘a saldırısından önce bölgedeki kültürel varlıkları üzerindeki tehlikelere dikkat çekilmişti. Ama  bombalardan kurtulanlar bu kez yağmacıların elinden kurtulamadı.

Millî Müze‘nin  müdürü Maangad Damanji,  savaştan önce böyle bir felakete karşı müzenin korunması için yardım istediklerini ama uluslararası koruma sağlayacak prosedürün tamamlanamadığını  söylüyor.Damanji koruma sağlanamamasında UNESCO‘nunda payının olduğunu belirtiyor. Saddam‘ın ortadan kaybolmasıyla yağmacıların iştahlarının kabardığı bir gerçek. Ama, müze ve kütüphanedeki talan da galeyana gelen öfkeli ve cahil kalabalığın marifeti mi?.. Yağma sırasında cam kesicilerin kullanıldığı ve özel koleksiyonların bulunduğu kilitli salonun anahtarla açıldığı bilinen bir gerçek. Müze müdürü olayların arkasında profesyonel bir hırsızlığın yattığı görüşünde..

Uygarlığın beşiği soyuluyor

Amerikan güçleri Bağdat‘a ilk girdikleri andan itibaren petrol ve içişleri bakanlığını derhal kontrolleri altına alırlarken, müzelerin kontrol altına alınmadığı aksine yağmacılara da göz yumulduğu görülmüştür. Bütün dünyada bu gerçekleri bildiği içindir ki, büyük eleştirilere neden olmuştur. Eleştiriler karşısında "O ülkeye medeniyet getireceğiz" Bush‘un kültür danışmanı Martin Sullivan  "bu nasıl bir medeniyettir anlayışıdır" dercesine olayı protesto için görevinden istifa etmiştir. FBI da kayıp tarihi eserlerin bulunması için ajanlarını Irak‘a göndermiştir.  İnterpol  yağmacıların peşine düşeceğini açıklamış ve gümrüklerde gereken tedbirlerin alınması istenmiş. UNESCO acil toplantılara yapmış. Ama zarar gören yerlerin onarımına katkıda bulunmak üzere bölgeye uzman göndereceğini açıklayan British Museum,  çalınan parçaların çoktan uluslar arası antika pazarına çıkmış olabileceğini de söylemiştir. Kayıp eserlerin bulunmasının hiç de kolay olmayacağı anlaşılıyor. Aslında British Museum‘un bu konuda sicilinin parlak olduğu da söylenemez. Mezopotamya uygarlıklarından kalma çok sayıda eser barındıran müze, daha önce Irak‘tan çalınan eserleri geri vermeyi kabul etmemişti. Bu tarihi eser kaçakçılığını cesaretlendiren örneklerden sadece birisi değil mi?..

Irak Milli Müzesinde uygarlığın beşiği olan  Mezopotamya‘dan çeşitli dönemlere ait yaklaşık 150 bin eser bulunuyordu. Şimdi çoğu kayıp yada kırılmış durumda. Millî Kütüphane aralarında Osmanlı dönemine ait eserlerinde bulunduğu binlerce elyazmasını barındırıyordu. Onların da çoğu yok artık. Müze ve kütüphane yağmasının çok değişik yönlerden ele alınması gerekiyor.

Yok olan eserler bir toplumun belleğini ve gururunu oluşturuyordu. Irak şimdi  özgürlüğünü kabul etmeye çok daha  uygun kıvama geldi bir bakıma. Kültür varlıklarının ideolojik hedefler  haline gelebildiğine dair en çarpıcı bir örnekte 1990‘larda Bosna‘da  yaşanmıştı. Saray Bosna‘yı kuşatan Sırp güçleri ısrarla kütüphane binasını hedef almışlardı.

Cem Erciyes Radikal gazetesinde "Hırsız‘ın müşterisi kim?" yazısında "ABD‘li askerlerin yanlarında savaş hatırası götürmeleri yasaklanmış. Tabii onlar Hülagû Han‘ın askerleri değil, medeni imparator Dubya Bush‘un askerleri. Dönüş yolunda deniz piyadelerinin çantalarını arayacak çavuşlar,  Saddam motifli kalaşnikof dipçiklerinden, altın kaplama musluklardan, Irak ordusu apoletlerinden, sokak tabelalarından oluşan bir "çöp dağı" oluşturacaktır gemi güvertelerinde.  Teksas‘taki çiftliğine değil de New York‘a,  Washington‘a dönecek subayların ve diplomatların hiç aranmayacak çantalarında ise kaybolan Hamurrabi Kanunları, 4500 yıllık " Çalılıktaki Koç" heykeli, Akad Kralı‘nın 4500 yıllık bakır büstü, 5000 yıllık vazolar taşınacak.

Tıpkı 1991‘de  Kuveyt‘ten kaybolan  eserler gibi, Yeni Cami‘nin Çinileri gibi bir bir Londra ve New York‘taki müzayede evlerinde gözümüzün önünde satılacaklar. Yıkılan camileri, tarihi binaları kim onaracak, o bambaşka bir mesele. Bizim kültür Bakanlığı‘na göre 167 Osmanlı eseri vardı Irak‘ta. Kanuni dönemi Osmanlı kışlası olarak inşa edilen 500 yıllık binanın, Irak Savuma Bakanlığı‘nın yerinde bir krater vardır artık. Powell‘in Irak‘a vereceklerini açıkladığı yardımla güzel bir replikası yapılır belki" diyor ve yazısını şöyle tamamlıyor :

"Şimdi Bağdat tam anlamıyla masallarda kaldı. Bin yıldır böyle bir yıkım görmemişti. Artık Amerika‘nın yeniden imar planı çerçevesinde inşa edilecek cam ve çelik alışveriş merkezleriyle yeniden kurulur. Babil‘in İştar Kapısı‘nı Berlin‘de görmüştük zaten; Ur Kenti kalıntılarını New York‘ta, kil tabletleri de Londra‘da görürüz olur biter. Mezopotamya tarihinde kimi gedikler açılmışsa da kimin umrunda. Zaten uygarlık tarihi antik Yunan‘dan başlar; Atena‘nın esmer olduğuysa kafa karıştırıcı Doğu masallarından biridir."

"Cahiller arasında yaşayan alimler garip sayılır"

İmam Musa Kazım hazretleri M.8.11.745- H. Sefer 127(128) tarihinde doğmuş. M.1.9.799- H. 25 recep 195(1879 tarihinde şehit olmuştur. Medfun bulunduğu yer Kazımeyn( Bağdat) tır. 57 yaşında şehadet şerbetini içen İmam Musa Kazım hazretlerinin 18‘i erkek, 19‘u kız olmak üzere 37 evladı vardı. Halife Harun Reşid zamanında şehit olmuştur. Lakabı Kazım.  Künyesi, Ebü‘l Hasen. Babası,  Cafer-i Sadık, Annesi,  Hamide. Parmağındaki yüzüğünde:Allah yeter bana." yazıyor.  İmam Musa Kazım Abbasi Halifelerinden  Halife Mansur oğlu Mehdi oğlu Harun Reşid zamanında yaşamış.Toplam imamet süresi ise 35 yıldır. Hicretin 128. yılında doğan Musa Kazım,  Harun Reşid‘in Hilafetine kadar Irak‘ta kaldı. Medine‘ye dönünce,  hacca gelen Harun Reşid ile Ravza-i Mutahhara önünde buluştu. Harun ona, " Selam, ey amcamın oğlu!" deyince, Musa Kazım "Aleykümselam,  ey Allah‘ın kulu!." diye cevap verdi. Halifeliğini göz ardı edip O‘na " Ey Allah‘ın kulu" diye hitap eden Musa Kazım‘a  öfkelenen Harun, "Belki de,  hilafette gözü var." diye O‘nu yakalattırıp Bağdat‘a göndererek hapse attırdı. Bir süre tutuklu kalan Musa Kazım, daha sonra zehirlenerek öldürüldü. Yiyeceğine zehir katılarak şehit edilen büyük veli Musa Kazım, Hicretin 183. yılında,  Recep ayının  5‘inci günü 55 yaşında iken ahirete göçmüştür. Musa  Kazım‘ın aşağıdaki sözleri çok manidardır:

"Cahiller arasında yaşayan alimler garip sayılır."

"Aceleciliği terk etmek,  yapacağı işlerde başkalarına danışmak ve azmettiğinde Allah‘a tevekkül etmek,  kişiye yakışan üstün hasletlerdir."

"Tenhada bir kişiye öğüt veren,  onu kazanmış olur. Halk arasında öğüt veren onu kınanış olur."

"Ahireti seven,  dünyadan gelen belaları sabırla karşılar."

Kaynaklar

. Türkiye Diyanet vakfı İslam ansiklopedisi. Cilt : 4. Bağdat maddesi... Cilt: 1.Abdulkadir Geylani Maddesi... Cilt:10. Ebu Hanife maddesi....

. 1982-2001 yılları arasında çeşitli zamanlarda yaptığımız gezilerimle ilgili olarak Millî Gazete‘de yayınlanan gezi notlarım.

. Şamil İslam Ansiklopedisi.

. Atlas. Aylık coğrafya ve keşifler Dergisi. Sayı:122. Mayıs 2003

Muhabir: Haber Merkezi