Ayna nerde var
Eski zamanlar olsaydı, şöyle bir cümleyle başlardı benim yerimde olan biri: Refikimiz Yeni Akit gazetesinin itibar edilen muharrirlerinden Hasan Karakaya, Saadet Partisi hakkında kalem oynatmış, der ve birkaç kelimeyle hatalarını nazikçe düzeltmeye çalışırdı.
Ben de mi öyle yapsam
Refik arkadaş demektir, muharrir yazar demektir. İtibar edilen muharrir dememi, kimse şöyle anlamasın: Sayın Başbakan’ın uçaklı seyahatlerinde çok resmi çıkan akredite ve muteber gazetecilerdendir.
Hayır, biz bunu demiyoruz. Hem sonra bir bizim Hasan Karakaya’mız mıdır o uçaklı seyahatlerin resim çektiren gazetecisi Artık onlardan o kadar çok var ki... Uçaktaki pozlara yetişemeyenler, herhangi bir tv kanalını açsınlar akşam olunca. Evlerinde oturmuyorlar, oralarda ağırlanıyorlar. Neden Ağızlarından alınacak iki ağır cümleye ihtiyacı oluyormuş iktidardaki mağdur parti AKP’nin.
Gerçi ne diyorlar, tv stüdyolarında kameralar karşısında oturuyorlarken, ben dinlemediğim için bilmiyorum. Lakin mutlaka birşeyler söylüyor olmalılar ki, her gün görüntülerini yayınlıyorlar. Emniyet bodrumlarında günlerce süren konuş ulan seansları başka birşey. Burada hatırlanmamalı.
Bizim muharririmiz sayın Karakaya’dan bahsediyorduk. Saadet Partisi’ni yazmış bir zahmet. Ama nasıl yazmış Takıldık kaldık.
Uyarmıştım, diyor; uyarıyorum, diyor!
“Mustafa Kamalak onların ekranlarında ne arıyor, ne yapmak istiyor ”
Sayın Karakaya’nın da takılıp kaldığı ve cevabını bulamadığı soru bu. Biz “onlar” dedik, siz anlayın kim olduklarını...
Başbakan Erdoğan diyor ki; mağduriyetini dokunaklı anlatışlarında: “Ben onların her dediğini yaptım. Ne istedilerse verdim. Oniki sene yan yana, can cana yaşadık. Bu buna yapılır mı yahu ”
Hasan Karakaya’ya bakıyorum. Çıt yok! Sayın Karakaya’nın oniki senesine bakıyorum, orada da bir çıt yok. Ama neden Onların kim olduğunu çok iyi bildiği havasına neden Saadet Partililerin ihtiyacı olsun
Bir kere demiş mi, uçaklı yolculuklarda filan; sayın Başbakan aman biraz dikkat et! Dememiş. Neden dememiş, niçin dememiş bize ne!
Fakat bugün Saadet Partililere birşeyler demeye kalkmış.
Erbakan Hoca ile hiç görüşmemişti, diyor. Tayyip Erdoğan’la resim çektirdiğini o günlerde unuttun mu Yoksa alemi kör mü, sanıyorsun sayın Karakaya.
Erbakan’a “Bırakın, gidin” demiştilerini de hatırlıyor sayın Karakaya ama, bir başkasına siz bekleyin hele dediklerini hatırlamıyor. Yükseklerde dolaşma sendromu sonucu mudur
“Demokrasiye balans ayarı yaptık” diyen Çevik Bir ve 28 Şubat darbecilerini de unutmamış sayın Karakaya. Onlar Erbakan’ı hiç sevmezlerdi, demeyi de ihmal etmeyerek...
Ama o Erbakan sevmeyenlerin, yıllarca kime danışman olduklarını yahut kimden danışman maaşı aldıklarını neden bilmiyor yahut hatırlamıyor sayın Karakaya
Bir tv kanalında konuşmuş Mustafa Kamalak’a seçim neticeli çıkışmaları da var sayın Karakaya’nın.
Diyor ki: Onlar size oy verirler mi
Kimin, kime oy vermesi gerektiğiyle neden bu kadar ilgilidir Onlar AKP’ye oy verirlerken, aman bir paralellik istemesinler sonra, endişesi mi taşımıştı Hayır!
Yukarıdan, ama uçaktan değil, bir laf etmiş ki, çok ayıp.
“Avuçlarını yalarlar!”
Kim, kimi, nerede yaladı Kim, kime, nerede arkadaş dedi Ne demişlerse, ne istemişlerse yaptım, sızlanmaları yalama olmadı mı
Daha başka sorular da sorabiliriz bizim Karakaya’ya. Lakin kıyamayız.
Saadet Partisi Genel Başkanı Mustafa Kamalak ya da Saadet Partisi’nin herhangi bir yöneticisi, hangi ekranda olursa olsun ne konuşacağını, neleri kayıt altına aldıracağını bilir.
İktidar partisinin konuşanlarına yahut kalemşorlarına, ekran bülbüllerine, uçak yolcularına bakarak konuşma ve duruş öğrenmez hiçbir Saadet Partili.
İktidar gücünü kullanarak, muhalefete tv kanallarını kapatanların arabalarına, uçaklarına binenler, Saadet Partisi liderinin nerede konuşacağına mı karar verecekler
Bizim Karakaya dememiz boşuna değildi sayın Hasan Karakaya’ya. Bu yazılarımızı da bir ikaz kabul etsin.
MTTB ile Üretmen Han’ın arası kaç adım ki Kalktık gittik, Millî Gazete’ye Hasan Karakaya adında, aşkı olan biri gelmiş, “Ayna” köşesini de hazırlıyormuş, diye öğrendiğimizde gazetemizden.
Gittik, kutladık, sevindiğimizi ve onu sevdiğimizi söyledik. Ki hâlâ aynı yerdeyiz.
Biri kalksa dese ki ona, “Gücün etkisiyle gömlek değiştiren, pardon kalem değiştiren karakter olmak...”
Biz üzülürüz insanlarımızın o noktalara gelmesine... Sanıyoruz k, bizim Hasan Karakaya’larımız da üzülürler.
Değil mi “Ayna”cı Eski zamanlar olsaydı, şöyle bir cümleyle başlardı benim yerimde olan biri: Refikimiz Yeni Akit gazetesinin itibar edilen muharrirlerinden Hasan Karakaya, Saadet Partisi hakkında kalem oynatmış, der ve birkaç kelimeyle hatalarını nazikçe düzeltmeye çalışırdı.Ben de mi öyle yapsam Refik arkadaş demektir, muharrir yazar demektir. İtibar edilen muharrir dememi, kimse şöyle anlamasın: Sayın Başbakan’ın uçaklı seyahatlerinde çok resmi çıkan akredite ve muteber gazetecilerdendir.Hayır, biz bunu demiyoruz. Hem sonra bir bizim Hasan Karakaya’mız mıdır o uçaklı seyahatlerin resim çektiren gazetecisi Artık onlardan o kadar çok var ki... Uçaktaki pozlara yetişemeyenler, herhangi bir tv kanalını açsınlar akşam olunca. Evlerinde oturmuyorlar, oralarda ağırlanıyorlar. Neden Ağızlarından alınacak iki ağır cümleye ihtiyacı oluyormuş iktidardaki mağdur parti AKP’nin.Gerçi ne diyorlar, tv stüdyolarında kameralar karşısında oturuyorlarken, ben dinlemediğim için bilmiyorum. Lakin mutlaka birşeyler söylüyor olmalılar ki, her gün görüntülerini yayınlıyorlar. Emniyet bodrumlarında günlerce süren konuş ulan seansları başka birşey. Burada hatırlanmamalı.Bizim muharririmiz sayın Karakaya’dan bahsediyorduk. Saadet Partisi’ni yazmış bir zahmet. Ama nasıl yazmış Takıldık kaldık.Uyarmıştım, diyor; uyarıyorum, diyor!“Mustafa Kamalak onların ekranlarında ne arıyor, ne yapmak istiyor ”Sayın Karakaya’nın da takılıp kaldığı ve cevabını bulamadığı soru bu. Biz “onlar” dedik, siz anlayın kim olduklarını...Başbakan Erdoğan diyor ki; mağduriyetini dokunaklı anlatışlarında: “Ben onların her dediğini yaptım. Ne istedilerse verdim. Oniki sene yan yana, can cana yaşadık. Bu buna yapılır mı yahu ”Hasan Karakaya’ya bakıyorum. Çıt yok! Sayın Karakaya’nın oniki senesine bakıyorum, orada da bir çıt yok. Ama neden Onların kim olduğunu çok iyi bildiği havasına neden Saadet Partililerin ihtiyacı olsun Bir kere demiş mi, uçaklı yolculuklarda filan; sayın Başbakan aman biraz dikkat et! Dememiş. Neden dememiş, niçin dememiş bize ne!Fakat bugün Saadet Partililere birşeyler demeye kalkmış.Erbakan Hoca ile hiç görüşmemişti, diyor. Tayyip Erdoğan’la resim çektirdiğini o günlerde unuttun mu Yoksa alemi kör mü, sanıyorsun sayın Karakaya.Erbakan’a “Bırakın, gidin” demiştilerini de hatırlıyor sayın Karakaya ama, bir başkasına siz bekleyin hele dediklerini hatırlamıyor. Yükseklerde dolaşma sendromu sonucu mudur “Demokrasiye balans ayarı yaptık” diyen Çevik Bir ve 28 Şubat darbecilerini de unutmamış sayın Karakaya. Onlar Erbakan’ı hiç sevmezlerdi, demeyi de ihmal etmeyerek...Ama o Erbakan sevmeyenlerin, yıllarca kime danışman olduklarını yahut kimden danışman maaşı aldıklarını neden bilmiyor yahut hatırlamıyor sayın Karakaya Bir tv kanalında konuşmuş Mustafa Kamalak’a seçim neticeli çıkışmaları da var sayın Karakaya’nın.Diyor ki: Onlar size oy verirler mi Kimin, kime oy vermesi gerektiğiyle neden bu kadar ilgilidir Onlar AKP’ye oy verirlerken, aman bir paralellik istemesinler sonra, endişesi mi taşımıştı Hayır!Yukarıdan, ama uçaktan değil, bir laf etmiş ki, çok ayıp.“Avuçlarını yalarlar!”Kim, kimi, nerede yaladı Kim, kime, nerede arkadaş dedi Ne demişlerse, ne istemişlerse yaptım, sızlanmaları yalama olmadı mı Daha başka sorular da sorabiliriz bizim Karakaya’ya. Lakin kıyamayız.Saadet Partisi Genel Başkanı Mustafa Kamalak ya da Saadet Partisi’nin herhangi bir yöneticisi, hangi ekranda olursa olsun ne konuşacağını, neleri kayıt altına aldıracağını bilir.İktidar partisinin konuşanlarına yahut kalemşorlarına, ekran bülbüllerine, uçak yolcularına bakarak konuşma ve duruş öğrenmez hiçbir Saadet Partili.İktidar gücünü kullanarak, muhalefete tv kanallarını kapatanların arabalarına, uçaklarına binenler, Saadet Partisi liderinin nerede konuşacağına mı karar verecekler Bizim Karakaya dememiz boşuna değildi sayın Hasan Karakaya’ya. Bu yazılarımızı da bir ikaz kabul etsin.MTTB ile Üretmen Han’ın arası kaç adım ki Kalktık gittik, Millî Gazete’ye Hasan Karakaya adında, aşkı olan biri gelmiş, “Ayna” köşesini de hazırlıyormuş, diye öğrendiğimizde gazetemizden.Gittik, kutladık, sevindiğimizi ve onu sevdiğimizi söyledik. Ki hâlâ aynı yerdeyiz.Biri kalksa dese ki ona, “Gücün etkisiyle gömlek değiştiren, pardon kalem değiştiren karakter olmak...”Biz üzülürüz insanlarımızın o noktalara gelmesine... Sanıyoruz k, bizim Hasan Karakaya’larımız da üzülürler.Değil mi “Ayna”cı
Yassıada’cısına gülümseyen adam
Bir Mayıs ayına daha erdik.
Siyasi tarihimizin en kanlı ihtilallerinden birinin bu ayın içinde gerçekleştiğini gören, yaşayan, bilen insanlarımız, o günlerde tattıkları ya da o ihtilal konuşulduğunda tanıştıkları hüznü bir daha, bir daha yaşarlar.
“Elleri bağlı olmayarak getirildiler” lütfuyla yargılamaya başladıkları her “Yassıada saati”nde radyo başındaki insanların “gülme” fiilini hiç tanımadıklarını, hiç tatmadıklarını belli eden o yüz ifadeleri öyle yer etmiş ki çocuk hafızamda, yıllar sonra onları gülüyor görmeme rağmen, inanmamışımdır.
Demirkırat olacaksın ve güleceksin. Olmaz!
Gülmek de ihtilal yapmak gibi, yargılamak gibi, asmak gibi bir haktır ve ancak Halkçı olanların hakkıdır.
Çocuktuk, bunları öğrendik.
Benim babam önce Demirkıratmış ama, sonra Halkçı olmuş, savunmasındaki çocuklar, babalarının alıp götürülmemelerini bu dediklerinin inandırıcılığına bağlarlardı.
Mayıs ayında öğrendiğimiz gülme hakkımızın olmadığı yasasını, bir Eylül ayı için de geçerli kıldılar. Yetmedi bir Şubat ayını da devreye soktular, bin yıl sürecek iddiasındaki alçak bir tehditle. Kanlı, gözyaşılı, tanklı, parmaklıklı, The şapgalı, kartel medyalı ve mühendisli...
Gülen Menderes...
Bir Yassıada yargılama gününde gülmüş; devrik, sakıt, sabık sıfatlarıyla andıkları Menderes.
26 Mayıs’a kadar kahraman Menderes başlıklarıyla neşredilen gazetelerin, mecmuaların, Yassıada’dan yaptıkları naklen mahkeme yayınları resimlerinden birinde gülüyordu Menderes.
Karşısındaki, divan başkanı sıfatlı ve ülkenin en fazla idam cezası vermiş hakiminin hallerine mi gülmüş Menderes
Hayır!
Bir önceki seçimde partisinden milletvekili adaylığına müracaatı kabul edilmeyen ünlü Savcı’nın urgan yağlayan tavırlarına mı gülmüş
Hayır!
Örtülü ödenekle beslediği, otomobil sahibi yaptığı CHP eski milletvekili sıfatlı gazetecilerin, (Geçen hafta anlattık birini.) karşısına geçip, darağacı resimleri çizmesine mi gülmüş Menderes
Hayır!
Bir tanığın anlattıklarını duyunca, gülmüş.
Tanık, Adalar’ın eski emniyet amiri.
Gönüllü tanıklardan mı, yoksa mahkemenin çaresizliğinin üretimi mi, bilmiyoruz.
Eski emniyet amiri anlatıyormuş.
“Baktım ki, bu iş Ocak Başkanının başı altından çıkıyor. Aldım onu içeri...”
Adalar DP teşkilatı Ocak Başkanından söz ediliyor ama, başı altından çıkan hangi iştir, bilmiyoruz.
Emniyet amiri içeri alma işi yaptığına göre, kanunsuz bir iş olmalı. Ama ne
Devamını da anlatıyor amir bey.
“Ertesi günü bana telefon ettiler.”
Kimler telefon ettiler, bilmiyoruz. Lakin ne dedikleri kayıtlarda yazılı.
“Ocak Başkanı tevkif edilir mi ”
Emniyet amirini sorgulayalar, her kim ise onlar, tevkif edilenin değil, tevkif edenin başına ne geleceğini biliyorlarmış.
“Seni yürütürler... Sen yolcusun arkadaş!..”
Kim yürütür, neden yürütür, bilmiyoruz.
Sonra nasıl yürüdüğünü de anlatmış Amir bey.
“Bir ay sonra sahiden yürüdük reis bey... Tekavüt...”
Mütekaid olmuş Amir bey. Emekli olduğunu böyle anlatınca salon kahkahadan inlerken, sanık Menderes de dayanamamış gülmüş. (Yassıada hakimlerinin gülmeyi yasaklamaları bugün olmamıştır. Daha sonra ve kendileri malzeme yapıldığında olmuştur.)
Hatta eski emniyet Amiri onun tarafına bakıp “iş tertiptir” dediği zaman bile... Diyerek anlatıyorlar, Menderes’in o gülümseme sahnesini.
Tertip olan hangi iştir Bilmiyoruz.
Bilmediğimiz o kadar çok, bildiklerimiz de var lakin. O günlerde, zoraki tanıkların Menderes’i gülmeye zorladıkları o günlerde, hiç durmadan gülen biri vardı: İsmet İnönü.
Ne zaman bir İsmet İnönü resmi çizseler, ortalığa kahkahalar yayılırdı; tıpkı Yassıada salonlarındaki gibi.
Birini aşağıya koyduk o resimlerin. Hatırlamanız kolay olsun diye.
Ve...
Bir 27 Mayıs yazısını böyle yazdık.
Beşiktaş-Heykeltaş olacak, Değişimi...
T.Özal’ın CHP’lilere verdiği ve bugün hâlâ CHP’li olmayı sürdüren İstanbul ilçelerinden Beşiktaş’ta heykelcilik işleri almış, yürümüş. (Diğerleri Kadıköy, Bakırköy ve Şişli’dir.)
Heykelcilik atılımını yapan ve İtalya’dan, Bulgaristan’dan, Japonya’dan, Çek Cumhuriyeti’nden, dahası dünyanın dört bir yanından davet ettiği heykeltraşları İstanbul’da günlerce ağırlayan bir önceki belediye başkanı’nı partisinin aday göstermemesini, “CHP burada da mı kaybetmek istiyor ” yazılarıyla duyurmuşlardı kartelin gazeteleri.
Mesele şimdi anlaşıldı.
Ama bu anlaşılma izahımızdan önce, onların içinden çıkamadıkları ve fakat bizim geçen haftalarda yaptığımız açıklayıcı espriyi bir daha yazalım.
Beşiktaş’ta yeni ve tanınmayan adayın, Selefinden daha fazla oyla seçilmesini çözemeyenlere demiştik ki: Bu oylar, o heykelci başkandan kurtulma oylarıdır!
Gelelim şimdi anlaşılan meseleye.
Heykelci belediye başkanı kartel kalemşorlarının da heykellerini hazırlatıyormuş, yol kenarlarına koydurmak için. Yani ya kaybederse CHP isyanı, bizim heykellerimiz daha bitmedi ve konmadılar oraya, buraya endişesinden kaynaklanıyormuş.
Yol kenarları dedik, yüzaltmış heykel yaptırmış adam; buna park mı dayanır Beşiktaş’ın çocukları nerede oynayacaklarsa artık...
Bizim de heykelimizi yapmışlar, gibi başlıklı yazılarından öğrendik heykellendiklerini ve onları gayet iyi tanıdığımızdan nasıl yaptırdıklarını sizlere anlatmak istedik.
Başkanın heykel sanayiinin gelişmesine hız verdiğini duyunca, ben de takıldım, diyor çok eskilerden bir Milli Şef kalemşörü: “Benim heykelim de hazır mı ”
Siz bu demeyi, seni oraya biz başkan yaptırttık, gibi anlamalısınız. Kimin heykeli, kime ne kadar paraya mal oldu Kim nerede verdirdi heykelinin siparişini. Gibi bilgilerimiz var. Çünkü biz gazeteciyiz. Yani bizim heykelimizi yaptırtmak da aklına gelmiştir, gibi bir deme olarak da anlamanız gerek. Ki gerçeklerden haberliyim, diyebilesiniz.
Kılıçdaroğlu neden tekrar aday yapmadı heykelci başkanı, şeklinde bir soru gelirse akıllara, doğru cevabı şu olsun bu sorunun: Senin de heykelini yonturtuyorum, dedi de kabul etmedi mi Kılıçdaroğlu
Şu tedbiri almış olsalardı bari, Beşiktaş semtini heykele boğan o heykeltraşlar. Gün olur, başka belediye başkanı gelirse ve derse ki, bu heykelleri sevmedim. Ben kendi sevdiğim artistlerin, gazetecilerin heykellerini dikmek hakkımı kullanmak istiyorum. Kaldırın bunları!
İşte o gün taşıma masrafı olmaması için şu tedbiri almalıydı, ücretlerini tastamam alan o ünlü heykeltraşlar.
Tedbir dediysek, bilinen tedbirdir. Necip Fazıl Üstad’ın, Hasan Ali Yücel’e anlattığı tedbirdir. Şimdi güncellenebilir.
Beşiktaş semtinin parklarını ve kaldırımlarını işgal eden o heykellerin başları yivli-setli yapılır. Ki herhangi bir değiştirme durumunda, (birini anlatmıştık) zorluk çekilmez. İkinci bir masraf yapılmaz. Belediye parasında Beşiktaşlı yetimlerin de hakları var zira.
Bir heykel hikâyesi ile bitirelim konuyu.
Bir yeni zengin, bir ameliyat esnasında ölmüş genç ve zengin karısı için on binlerce lira sarfederek muhteşem bir mezar yaptırmıştı.
Mezarı yapan işsiz kalmış bir sanatkâr heykeltraştı. Yekpara bir mermer üzerinde aylarca çalışmış ve görülmeye değer bir şaheser meydana getirmişti.
Mezar bittikten sonra eşinin zengin dostlarını toplayarak mezarlığa götürdü. Bu görülmemiş eser karşısında herkesin hayretten ağzı açık kaldı.
Ziyaretçiler arasında bir de meşhur münekkit vardı.
Münekkit taşı hayran hayran seyrettikten sonra:
– Kusur değil, fakat bir eksiği var bunun, dedi.
Zengin hayretle sordu:
– Ne gibi
– Bu kadar güzel bir âbidenin kimin eseri olduğu anlaşılmıyor.
Zengin tereddüt içinde sordu:
– Buna mutlaka lüzum var mı
– Elbette... Onun ismini mutlaka taşa hak ettirmek lâzım...
Zengin biraz daha düşündükten sonra arkasındaki heykeltraşa döndü:
– Ne kadar zahmetse operatörün adını şuraya kazıyıverirsiniz... Belki canı sıkılır ama, ne yapalım adet böyle imiş...
Teşbihte hata olmasın derler
Bir genç kız arkadaşıyla karşılaşmıştı. Arkadaşı sevinçle kutladı onu.
– Duydum kız! Nişanlanmışsın, hayırlı olsun!
Kutlanan kız üzgün cevaplar arkadaşını.
–Ama ayrıldık. Annem yüzünden.
Nişanlanan ve sonra ayrılmak zorunda kalan kızın halini ve savunmasını anlamaya çabalasın, gayret etsin herkes ve kız anneleri.
Ayrılan kızın, hemen sebebi söylemesi bir suçlamadan ziyade kendini savunma hareketidir. Ben kıymet biliyordum, değer veriyordum ama...
– Annen mi Ama neden
Meraklı arkadaşı tatmin edecek cevap verilmeli ki, o savunma yerini bulsun.
– Evet annem. Bir sohbet anında demesin mi, benim gençliğim kızıma çok benzerdi. Ben gençliğimde aynen kızım gibiydim.
Fıkramızdaki saçını süpürge etmiş bir anne latifesinden habersiz damat adayına getirmek istemiyoruz sözü.
Konuşulan benzerlikler çağrıştırmıştı bu fıkrayı bana. Bilmem bir ilgi kurulabilinir mi
İcraatlarını gördükçe insanlar, bu AKP aynı Özal’ın ANAP’ı gibi, bu AKP aynen Demirel’in AP’si gibi tanımlamalarını ortaya dökmüyorlar mı Yani AKP’nin gelecekte ne olacağını söylemek istemiştim. Umarım becermişimdir.