Ülkemizde eğitim sistemi, defalarca dile getirdiğimiz gibi “Fulbright Komisyonu”nun kontrolünde olduğundan, bütün ders kitapları da tatsız, tuzsuz. Yeğenim Ahmet Seyda’nın şikâyeti üzerine “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi 7” kitabını inceledim. Sonunda yeğenime ve Müslüman ailelerin bütün çocuklarına, “Allah yardımcıları olsun” diye duâ ettim. Bu kitabı okuyan çocuk İslâmiyet adına ne öğrenecek? Her sayfası, neredeyse her paragrafı tartışmalı…
Mezhepleri çok basit, maksadından ve gâyesinden çok uzak anlatıyor. “İslâm düşüncesinde yorumlar” başlığı altında mezhepler işlenmiş. İslâmî tâbirler kullanılmıyor. İctihad, müctehid, Müceddit vb.” denilmiyor. Mezhep İmamlarının ictihadları, “İslâm bilginlerinin görüş ve düşünceleri” olarak takdim ediliyor. Meselâ şöyle deniliyor: “Hanefilik, İmam-ı Âzam Ebu Hanife’nin görüşlerini temel alan mezheptir.”, “(…) Buna rağmen mezhepler dinle aynı kabul edilmemeli ve eş değerde görülmemelidir. Çünkü dinin kaynağı vahiydir; mezheplerin kaynağı ise bilginlerin görüşleridir.” Bu kitaba göre, mezhep imamları sanki sıradan bir yazar ve düşünürmüş gibi. Sanki bir köşe yazarı… Durmuş, düşünmüş, bir görüş ortaya koymuş. Buna uymak da o kadar mühim değil!..
Biz AGD’deki “Asr-ı Saadet Sohbetleri”nde birkaç haftadır bu konuyu işliyoruz. Bizim “Gençliğin İlmihali” kitabımızı okuyanlar (s.41-56), mezhepler konusunun ne kadar mühim olduğunu göreceklerdir. Günümüzde ise mezheplere karşı “toplu saldırı” başlamış durumdadır. Gerçekte, mezhepsizlik, dinsizliğe köprüdür. Niçin? Kısaca arz edelim: Deniliyor ki, “Sahabeler zamanında mezhepler mi vardı?” Evet yoktu. Ancak sahabelerin tamamı dinlerini mükemmelen biliyorlardı. Kur’an’ı, Hadisleri, Âyetlerin ve hadislerin nâsihini, mensuhunu, sahabelerin bir konu hakkındaki icma’ını biliyorlardı. Bütün zihinler; “Rabbimizi nasıl râzı ederiz?” düşüncesi ile dolu idi. Bütün sohbetlerde; Kur’an hakikatleri, Peygamberimizin (asm) güzel ahlakı, Ahiret hayatı konuşuluyordu. Zamanla dünyevîleşme arttı, Tebe-i Tâbiin devrinden itibaren bu dünyevîleşme daha da hızlandı. Bu bakımdan İslâm âlimleri, İslâmiyetle ilgili temel bilgileri derlemeye, tanzim etmeye başladılar. Dinin yüzde 90’ı muhkemâttı. Üzerinde ittifak edilen hususlardı. Yüzde 10’luk kısmı ictihâdî mevzulara taalluk ediyordu. İşte mezhep imamları –ki hepsi müctehiddi- “Kur’an ve Hadisten anladığımıza göre murad-ı İlâhî budur” diye ictihad yaptılar. “Bana göre böyle” demek dalâlettir. Onlar –hâşâ- ders kitabında yazdığı gibi “kendi görüşlerini” ortaya koymadılar. Kur’an’daki ve hadisteki hükümleri ele alarak içtihad yaptılar. “Ben bir mezhep kuracağım” da demediler. Dört mezhep imamının talebeleri ictihadlarını topladılar, yazılı hale getirdiler. Bu içtihadların benimsenmesine göre sonraki yıllarda bu ictihad manzumelerine; Hanefi, Şafii, Malikî, Hanbelî denildi. Çok zengin İslâmî ilimler asırlarca medreselerde ders verildi. Mekteplerde çocuklara İslâm’ın temel esasları öğretildi. Günümüzde sıkça gündeme getirildiği gibi İslâm dünyasında “mezhep çatışması” olmadı. Mesela Anadolu’da bin yıl boyunca bir tek “mezhep kavgası” görülmedi. Bunu gündeme getirenlerin maksadı nedir? Haydi mezhepleri ortadan kaldırın, İlmihal kitaplarını ortadan kaldırın, bu Müslüman halk dinlerini kimden, nereden, nasıl öğrenecek? Lozan Anlaşmasına göre ülkemizdeki azınlıklar, yani Hıristiyan ve Yahudi vatandaşlar anaokulundan itibaren kendi çocuklarına dinlerini mükemmelen öğretme haklarına sahiptirler. Nüfusun yüzde 99’unu teşkil eden Müslüman halk için böyle bir teminat yoktur. Müslüman halkın çocuklarına İslâmiyet’i sevdirerek, dört başı mâmur öğretecek kuruluşlar mahduttur. Bunun için gayret sarf eden gönüllü kuruluşlara, resmî teminatı olmayan medreselere “merdiven altı eğitim kuruluşları” diye dil uzatılmaktadır. Okullardaki kitapların bir tanesinin üzerinde İslâm kelimesi yoktur. Besmele, Hamdele, Salvele yoktur.
Bu ülkenin Müslüman halkı olarak bizler, çocuklarımızın “Müslümanca” yetiştirilmesini istiyoruz. Ders kitapları ona göre Müslümanca olsun. Bunu istemek bizim hakkımız. Öyle değil mi?..