Sabahtan akşama kadar dünyayı dönüp dolaşan rakamlar insanların kaygılarını belirliyor. Rakamların inişi çıkışı ortalama vatandaşı çok ilgilendirmese de en çok onu etkiliyor. Fırlatılan kitapçıklardan, atılan bir tweet’e varana kadar birçok etken rakamları strese sokabiliyor. Haliyle piyasalarda kaygı rüzgârları estirebiliyor. Bununla birlikte istikrarsızlaştırılan her kara parçası bu stres birikimine katkı sağlıyor. Bir yandan nükleer denemeler, silah satışları, petrol fiyatları, Fed kararları, Mülteciler, Futbol piyasası vb. birçok etken de ilgilileri kaygılandırırken, yeni sezon başlangıcı yapan tv’lerin birbirinden renkli (!) yeni dönem yapımları her türlü yaraya merhem olmak üzere bir bir reyting canavarı ile mücadeleye hazırlanıyor. Yoğun gündemin içerisinde istatistikler açlık sınırını, memur maaş zammını, emek mücadelesini ve her gün okuduğumuz toplu ölümleri aynı cetvele işliyor. Mutluluk endeksi, huzurlu şehirler, güvenli şehirler vb. araştırmalarda cuma mesai bitiminden sonra açıklanan zamlara perde oluyor.

Aslında kaygı duymak, yabancılık duymaktır. Bütün bu yukarıdan aşağıya akan güncele ve o bütün denilen uzak dünyaya yabancı olmak yani o bütünün bir parçası olamamaktır. Bu yabancılıkta kaygıların korkuya dönüşmesi ile daha değişik bir forma dönüşür. Yabancılara (kendine benzemeyene) duyulan nefreti körükler. Bunda elbette insanın kendine karşı duyduğu nefretin de rolü vardır. Eğer insanlar, başka insanlar neden acı çekiyor, neden sürekli bu istatistikî verilerin dişlileri arasında eziliyor diye düşünmeyip sadece ötekine duyduğu nefreti kusuyorsa bu kendi sınırları içerisindeki bozuklukların yansımasıdır. İnsan başkalarına acı çektirip, onları aşağılayıp bundan da zevk duyuyorsa önce bu insanın kendi içindeki tiksindiği şeyleri masaya yatırmasında fayda var. Bugün dünyanın dört bir yanında yükselen nefret, yabancı düşmanlığı ve neo-milliyetçiliklerin neden karşılık bulduğunu incelemek gerekiyor. Ve aslında nefretin açığa çıkardığı istek, kendine benzemeyeni yok ederek susturmaktır.

Bugün bu susturma ve yok etme isteği birçok kanaldan daha çok pompalanıyor. Toplumları bir arada tutan, onları zengin kılan her şey üzerinde bir yapı bozumu var ve toplumların ortak birikimi hasar gördükçe, makasın ağzı açıldıkça doku da zedeleniyor. Bu bağlamda eğer insanın kendine özgü olan ve birey oluşunu belirleyen her şey yabancı kılınırsa, geriye insana dair, onun gelişimini sağlayacak ne kalır? Bugün tarafgirlik bağlamında sürekli bir kitle tutmak için kullanılan dil, üslup ve metot birçok büyük sorunun kaynağını teşkil ediyor ve insanın iradesi kitlenin iradesine teslim ediliyor. Bu da iradesi kaybolan insana kitle adına anlayamadığı, tanıyamadığı şeyleri küçümsemek gibi tehlikeli ve saçma bir görev yüklüyor. Kriterlerini bu kitlesel ruh halinden alan insan, doğruluğun ve yanlışlığın sınırını kaybeder ve inkâr ettiklerine bir zaman sonra inanmak zorunda kalır. Bugün yaşadığımız her şeyde bunun izlerini görebiliriz.

İzleri takip ederek kaygılarımızın korkulara dönüşmesinin önüne geçebilir, gerçek manada öncelikler ile yapay gündemlerin ayırtına varabiliriz. Büyük sayıların hayalleri ile geçici olan kimi popülist söylem ve eylemlerin ağına takılmadan, hayatın anlam dairesini kaybetmeden gerçek sorunları ortaya çıkartıp onlara karşı neler yapılabiliri tartışmaya, düşünmeye başladığımız an dünyanın dönüş hızı ve yönü insandan yana değişecektir. Belirlenen bir dünyada ne yaparsan yap, belirleyicilere hizmet ediyorsan sadece yabancılaşır, yabancılaştırır ve o oranda kaybolursun. Dışındakini yok ederek, iyi ve mutlu olmazsın. Dışındaki ile değil içindeki ile yüzleşirsen kaygıların üstesinden gelip, korku perdesini aşabilir ve yeniden inşa imkânına kavuşabilirsin. Öfkeni, nefretini tut ve gel bunu bir düşünelim! Hoşça bakın zatınıza…

TAŞ GEMi

“şuramda bir sancı, şuramda, atların kişnemesi gibi asi

gece karanlığında

kalayımkalayım diyorum olmuyor

ben gidiyorum.” (Turgut Uyar)

Not: Grup Abdal’dan “Bağlandı Yollarım Kaldım Çaresiz”i dinliyoruz. Türküler, nasıl bir ilaçmış, insanın derdini en güzel ve edepli bir şekilde dillendirmesinin irfani bir yolu gibi. Karacaoğlan’ın sözleri ne derinlikli, mıh gibi. “Bağlandı Yollarım Kaldım Çaresiz/ Gayrı Dünya Bana Garalandı Gel /Derildi Defterim Arsız Amansız/Üst Üste Dizildi Sıralandı Gel Gel”

*Muhammet Esiroğlu, Sadık Gürbüz’den “Nesini söyleyeyim canım efendim” türküsünü dinleyelim der. Bu da bir arzuhaldir. Kısa çöp uzun çöpten hakkını alacaktır.

*Mark Eliyahu’dan, “Humbleness” adlı eseri de Halil Çakmaktaş tavsiye eder. “Ölüyoruz, kimse farkında değil/ Yaşıyoruz kimsenin umurunda değil” sözleri geliyor aklıma diyor, sevgili Halil.

*Azam, Yasemin Levy den “Sevda” isimli şarkıyı öneriyor ve “ciğerimizi okuyor” diyor.

Bize kadar

“Ulvi hedefler aşağılık vasıtaları meşru kılamaz fakat aşağılık bir vasıta her hedefi alçaltır” der, Aliyaİzzetbegoviç.

İshak Koç der ki: “Yaşamak güzel şey kabri olana.”

Bauman, “İnsanlık tüketim pazarının kurbanıdır” der.

Tanpınar, Ağzımızdan Frenk kitapları konuşuyor” demiş, çok haklı.

Calvino’nun, “Klasikleri niçin okumalı?” kitabı okuma üzerine çok etkili bir kitap, okumayı okuma üzerine düşünen uğraşanları bekliyor. Kitap YKY’den.

DAĞARCIK

“Müslümanlar dünya ölçüsünde bir hareketin sorumluluğu altıda, kendi kaynaklarına yakışır bir vakar ile insanlar üzerindeki hâkimiyetleri ne kadar büyük olursa olsun diğer düşünce sistemlerine benzemekten, onların değer ölçülerine şirin görünmekten imtina etmelidirler. Müslüman’a yakışan haklı olduğunu göstermek olmalıdır.”

(İsmet Özel’den tadımlık)

TEKKE

Yolcuya kalan sorumluluk; kestirme, manzaralı, yürümesi kolay yolların cazibesine direnerek, rotayı sadakatle takip etmek. (ZygmuntBauman’dan tadımlık)

Bir lahza

“-Hepimiz toprağın çocuklarıyız.” (1990/Bashu, GharibeyeKoochak’dan)