Bin kere değil, milyon kere de konuşulsa bir konu var ki o noktada düzelmediğimiz sürece sorunların üstesinden gelmemiz mümkün değil.

Canımız burnumuza gelene kadar, içtiğimiz su, çektiğimiz nefes kadar hayati bir konu...

Nedir melese: ehliyet ve liyakat.

Bir kurumda, siyasi partide, şirkette, vakıfta, dernekte hizmet yapılacaksa, oranın görevlileri bilgili, işinin ehli ve görgü sahibi kişilerden oluşması damarımızda akan kan kadar önemlidir.

Türkiye’de siyaset başta olmak üzere bütün alanlar, resmen kangren olmuş durumda.

Adaletsiz ve kifayetsiz yöneticilerin, başımızı çevirdiğimiz her alanı gasp ettiği bir görüntüyle karşı karşıyayız.

Herkesin rahatsızlık duyduğu; ancak kimsenin düzelmesi için bir şey yapmadığı bir duygu hali sarmış ülkeyi.

Hele de bu kadar sıkıntılı bir coğrafyada yaşamanın bir bedeli varken, siyasetçilerin, idarecilerin, resmi-özel kurumlarda bir yığın adalet duygusunda uzak insanların varlığı, ülkenin bütün alanlarını neredeyse derebeyliğe çevirdi.

Örneğin seçim dönemlerine bakalım, istisnalar hariç hiçbir parti milletvekili adaylarını belirlerken, yerel yönetici adaylarını belirlerken ehliyet ve liyakati merkeze koymuyor neredeyse.

Partiler, tercih edilecek kişinin sülalesini, akrabasının sayıca ne kadar olduğuyla ilgilenir oldu.

Hangi ağanın, hangi paşanın, bilmem hangi sülalenin mensupluğuna göre bir tercih dönemini daha da fazla yaşar hale geldik.

Lütfen şu, il ve ilçelerin belediye meclislerinde el kaldıranlara bakalım, kaç tanesi o şehrin, mimarisi, şehir planı, gelişimi, sosyal düzeyi, estetiği, sanatıyla ilgili adam akıllı taleplerde bulunabiliyor?

Diğer yandan, Meclis’teki vekillerin büyük çoğunluğu tüccar veya iş adamı. Bu acı tablodan kaçımız rahatsızlık duyuyoruz mesela? İş adamından siyasetçi olmaz demiyoruz; ancak bu kadar da olmaz demek zorundayız.

Zaten başkanlık sistemine geçilmesiyle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talebi üzerine ülke resmen şirket gibi yönetiliyor.

Buradaki şirket gibi yönetme talebi, vatandaşa hızlı hizmet götürelim kaygısından değil; kimse alınmasın, kusura da bakmasın, bu siyaset, yandaş merkezli, bir avuç mutlu azınlığın amaçlarına hizmet etme gayretinden başka bir şey değildir.

Bu açıdan devleti şirket gibi yönetme eylemi, devletin organlarını ve başta ekonomisini felç etti dersek abartmış olmayız.

Mesela bu ülkenin, bugün barınma ve besleme konusundaki sorunları, sistem değişmeden önceki dönemdeki barınma ve beslenme konusundaki sorunlarla bile kıyaslanamaz durumda.

Dün maaşıyla evini yapan, çocuğunu okutan, evladını evlendiren Türkiye’den, sürekli karbonhidratla beslenen, ay sonunu getiremeyen bir Türkiye'ye geldik.

Erdoğan’ın o meşhur, “nereden, nereye geldik” sözünü diyesi geliyor insanın.

Diğer yandan devleti ayakta tutan en büyük, hatta devletten bile daha büyük kurum, ‘aile kurumu’dur. Bu becerisizlik, liyakatsizlik, ehliyetsizlik hali bu ülkede aile kurumunun tarihe karışmasına neden olacak neredeyse.

Türkiye’de ailenin çöküşü, devletin çöküşü demektir.

Nüfus artış hızı düşmüş, evlenme talepleri başta ekonomik gerekçelerle azalmış bu ülkenin varlık nedeni temelden sarsılmıştır.

Manevi yozlaşmanın sonucu olarak ise para kazanma adına insanlar, sosyal medya mecrasında teşhir hastalığına tutuldu.

Ya yargıya ne demeli? İktidarının ağzına bakan bir adliye kurumu, bu ülke vatandaşına vicdan ve adaletle bakma şansı var mı? Adliye koridorlarında döndüğü iddia edilen o vahim dosya pazarlıkları, ülkenin hukuk kurumunu nasıl bir rezilliğin içine düşürdüğünü tahayyül edebiliyor musunuz?

Merhum Erbakan Hoca’nın dediği gibi, “Bu böyle gitmez, bu yürümez”.

Ey iktidarın muktedirleri: bu böyle gitmez, kendinize gelin ve adaleti, liyakati, ehliyeti hayatın bütün alanlarında merkeze alın.

Aksi takdirde ülke, bu şekilde yönetildiği müddetçe devletin fonksiyonları işlemez ve sosyal, kültürel ve siyasal bütün alanlar EX olur.

Ve unutmayın, bu kadar kötülüğün, bilmediğimiz bir cihetten hem fiziki hem de ilahi bir uyarısı mutlaka olur.

Sözümüzü Büyük Selçuklu Sultanı Ahmet Sencer ile bitirelim.

Sultan Sencer'e "Devletin neden çöktü?" diye soruldu.

Sultan Sencer, tarihe geçen şu sözü düştü:

"Büyük işleri küçük adamlara, küçük işleri büyük adamlara verdiğimi geç anladım..!

Küçük adamlar büyük işleri yapamadılar. Büyük adamlar küçük işleri yapmaya tenezzül etmediler.

Böylece devlet düzeni bozuldu...!"