Sinema üzerinden vulgarize edilse ve sulandırılsa bile bazı sahnelerin arkasında tarihi gerçekler var. Bunlardan birisi Fatihin fedaileridir. Malkoçoğlu bunlardan birisidir. Rumelinin yetiştirdiği fedailerinden bir kısmı Yavuzla birlikte Çaldıranda yararlıklar gösterdikten sonra er meydanında şehit düşmüşlerdir. Fedailerin kaybı büyük kayıp olarak nitelendirilmiştir. Cihan padişahı Yavuz Sultan Selim adam kıymetini bilen ve takdir eden büyük bir cengaverdir ve şöyle demiştir: Mısırı aldık ama Sinan paşayı kaybettik! Yani Sinan Paşa Mısırı ağırlığına değen bir şahsiyettir. Fatihin fedaileri gerçek bir deyim ve kavramdır. Iraklı alimlerden Muhammed Ahmet Raşid Sınaatül hayat hayat sanatı veya hayat kurmak ve inşa etmek başlıklı kitabında nazariyetül fursan diye bir deyimden bahseder. Fedailer/şövalyeler nazariyesi veya teorisi tanımı altında, ortaçağda kralların fedaileri ve silahşörleri olduğunu ve birkaç silahşorun bir orduya bedel olduğunu nazara verir. Az bir fedai veya silahşor bir orduya bedeldir. Nasıl Bunun cevabı şudur. Söz konusu fedailerin özelliği her açıdan seçilmiş olmalarıdır. Ahlaki olarak seçilmişlerdir ve madenleri ve mayaları fevkalade iyidir ve onun ötesinde iyi eğitim almışlardır. İyi bir bünyeleri olması, korkusuzlukları ve iyi eğitim almaları onları aranan fedailer sınıfına sokar. Mehmet Ali Ayninin Muhyiddin Arabiyi Niçin Severim adlı kitabında bir mimler cemaatinden veya yapısından bahsetmekte ve girdikleri bütün savaşı kazanacaklarını ve onların döneminde hayatın tatlı olacağını haber vermektedir. Onların bir yerde bulunmaları düşmana korku salmaktadır. Peygamberimiz de bir aylık mesafeden saldığım heybetle muzaffer kılındım buyurmaktadır.
Bunun en çarpıcı misallerinden birisi Hazreti Hamza ve Hazreti Alinin cengaver ve centilmen ruhu ve onun ötesinde yürekli oluşları ve mertlikleridir. Birkaç fedai bulundukları yeri titretmekte ve heybetleri etrafa korku salmaktadır. Asalet ve necabet yani soyluluk keşfettiğinde ahali fedai ruhlu insanlara sahip çıkar ve onları kollar ve araç gereçlerini temin ederdi. Muhammed Raşid Ahmetin ifadesiyle iman eksenli yardımlaşma ruhuyla fedailerin arkasında onlara ikmal sağlayan binlerce kişi bulunurdu. Yedekte de binlerce gönüllü vardı.
Peygamberimiz gününü üçe taksim edermiş. Birisi ümmetine, diğeri ailesine ve üçüncüsü de kendisine. Cemal Ahmet Ratip adlı Sebil gazetesi yazarı (Ürdün) Adnan Said isimli şövalye ruhlu birisinden bahsediyor. Bu zatın gününü üçe taksim ettiğini ifade ediyor. Bir bölümünü ticarete ikinci bölümünü ise ailesi ve kendisine ayırıyor. Üçüncü bölümünü ise din ve iman kardeşlerine adıyor. Adnan Saidin kardeşleri için şövalye ruhuyla çalıştığını ve geri hizmette olan insanlar şövalyelere nasıl zırh, kılıç ve mızrak ve kalkan yapıyorsa veya temin ediyorsa onun da öyle yaptığını ve kardeşleri için kendini feda ettiğini yazıyor.
Cemal Ahmet Ratip, Adnan Saidin kendisine tevdi edilen hiçbir görev için mazeret kapısı aramadığını ve bütün görevleri seve seve kabul ettiğini beyan ediyor. Esnemek bilmediğini anlatıyor. Fedakarlıkta önde ve mükafatta ise en arkada olan Allahın erlerinden birisi. Ne maddi ne de manevi rütbe veya paye peşinde koşuyor. Adnan Said elbette günümüzden nadir bir örnek. Lakin bugün gerçekten de hizmet ehline çok ihtiyaç var. Dünyevileşme hizmet ehlini giderek azaltıyor. Dünyevileşme nedeniyle manevi hayat alanımız giderek daralıyor ve kuruyor. Manevi toprak çoraklaşıyor. Hakkın fedaileri azalıyor. Hem sosyal alanda, hem manevi alanda ve hem de cephelerde fedailere ve fedai ruhlarına ve fütüvvet teşkilatlarına ihtiyacımız var. Ölü toprağını üzerimizden silmedikçe ve ölümü yenmedikçe bize hayat yok. Ölümü yenmek gerekiyor. Fedai kişi ölümü yenen kişidir. Aynen merhum Erdem Beyazıtın söylediği gibi:
Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm.
Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm!