Dört sene evvel Büyükada da oturuyordum. Uzunca bir süre camilerden, cemaatlerden ayrı kaldıktan sonra bir Arefe günü, bayram namazına gitmeye karar verdim. Bu kararımdan sonra içimi bir heyecan kapladı. Fakat frenk hayatının gecesinde sabah namazına kalkılır mı Sabah erken uyanamamak korkusuyla uyku tutmadı, sabaha kadar uyuyamadım. Geceden kalkıp hazırlık yaptım. O gece sabahı zor ettim. Vakit gelince abdest aldım ve ilk ışıklarla camiye koştum. Büyükada nın mahalle içindeki sakin yollarından kendi başıma câmiye doğru gittim. Henüz pek kimse gelmemişti. Ben kapıdan girince bütün cemaatin gözleri bana çevrildi. Beni, daha doğrusu bizim nesilden benim gibi birini, câmide gördüklerine şaşırıyorlardı. Orada o saatte toplanan ümmet-i Muhammed, içeriye bir yabancının geldiğini zannediyordu. Ben, içim hüzünle dolu yavaş yavaş gittim. Vardım ilerde birinci safta oturdum. Vâiz kürsüde va az ediyordu. Yanımda bir çöpçü oturuyordu resmi kıyafetiyle, sağımda solumda her sınıftan, her tabakadan insanlar vardı ve ben onların içinde pek mesuttum.
Kardeşlerim Müslümanlar bütün cemaatin arasında yalnız benim vücudumu hissediyorlardı. Ben de onların bu nazarlarını hissediyordum. Saat geldi bayram namazını kıldık. Vaazdan sonra namazda ve hutbede onların içine karışıp Muhammed sesi kulağıma geldiği zaman gözlerim yaşla doldu. Namazdan çıkarken, kapıda eski yüksek rütbeli askerlerden Reşid Akif Paşa durdu. Beni görünce çok sevindi. Bayramlaşmayı unutarak elimi tuttu: "Bu bayram namazında iki defa mesûdum, hamdolsun sizlerden birini kendi başına câmiye gelmiş gördüm! Berhudâr ol oğlum, gözlerimi kapamadan evvel bunu görmek beni müteselli etti! Sizin nesilden Camiye gelenleri de görecek miydik!" diye iltifat ederek hem geldiğimi, hem de bayramımı tebrik etti. Yanındaki eski adamlar da O nun gibi tebrik ettiler. O sabah gönlüm her zamankinden fazla açıktı. O sabah bu bayram namazına gidişim beni pek duygulandırdı. Sonra durdum kendi kendime bir muhasebe yaptım. Nasıl oldu da ben, böyle bir duyguya kapıldım Ne oldu da ben böyle oldum
Biraz düşününce sebebini buldum. Bu bende, çocukluğumda yerleşmiş bir hatıranın depreşmesiydi. Zira ben, Üsküdar da Atikvalide yokuşunda doğup büyümüş, o semtlerde yaşamıştım. Biz ki minareler ve ağaçlar arasından ezân sesleri işiterek büyüdük. Orada geçen çocukluk günlerimde Ramazan davulları, kandiller, salat-ı ümmiyeler, teravihler, yaşanan o ulvi ve kutsi hava benim benliğime yerleşmişti ve ben, farkında olmadan belli duyguların, belli bir inancın adamı olmuştum. İşte ben, o duyguların peşine takılarak bugün camiye gelmiş, mü min kardeşlerimle Bayram namazı kılmıştım. O mübarek muhitten çok sonra ayrıldık, biz böyle bir sabah namazında tekrar dönebiliriz. Fakat düşündüm; minaresiz ve ezânsız semtlerde doğan, frenk terbiyesiyle yetişen şimdinin Türk çocukları ne yapacaktı Meselâ Moda nın, Şişli nin, Çankaya nın ezansız semtlerinde beton yığınları arasında ezan sesi duymadan yetişen çocuklar, hangi duyguların peşine takılarak bir gün camiye dönebileceklerdi! Dönecekleri yeri hatırlamayacaklar! Evet Yahya Kemal in hatırası böyle. Bir toplumu millet yapan şey, ona mahsus değerlerin yaşanması ve yaşatılmasıdır. Aksi halde orijinalitesini kaybeden yığınlar millet olma özelliklerini kaybederler. Buradan etnik anlamda ulusçuluk anlaşılmasın. Ama unutulmasın ki, ALLAH Teâlâ kullarını, şubeler ve kabileler halinde yaratmıştır. Ayrı ırklar, ayrı kabileler halinde yaratılmış olmak ise kimseye üstünlük sağlamaz. ALLAH nezdinde üstünlük ancak takva iledir. Yani, biz toplum olarak belli bir inancın ve belli bir kültürün insanıyız. Bu inanç doğrultusunda bize mahsus değerler oluşmuştur. Ve biz, işte bu inanç ve değerlerle, insanlık ailesi içerisinde bir yer edinmişiz. Şimdi, bu değerleri kaybedersek, bizi hiç kimse adam yerine koymaz. O inancı ve değerleri korumalıyız. İşte Ramazan bize inancımızı ve bu inanç istikametinde oluşmuş olan toplumsal değerlerimizi hatırlatmaktadır. Onu, bu coşku ile yaşayalım.
Ramazan da fakirler hatırlanır. Onların ihtiyaçları giderilmeye çalışılır. Sosyal adalet ve toplumsal dayanışma ve kaynaşma adına güzel faaliyetler yapılır. İftarlar verilir. Ramazan kumanyaları dağıtılır. Ramazan, farklı bir zaman dilimidir. Onu doya doya yaşamalı ve Rabbimizin rızasını kazanarak noktalamalıyız. Bu aya rengini veren en temel ibadet şüphesiz oruçtur. Mümin oruçlu iken ahlakî, ruhsal ve duygusal bir başkalaşım içerisine girmektedir. Bir kulluk tezahürü olan oruç, insana benliği ve ihtirasları ile mücadele etmeyi öğreterek, nefsin bitmez tükenmez arzularına karşı insanın şeref ve onurunu koruyan bir kalkandır. Aynı zamanda oruç, insanın huzur ve mutluluğu için gerekli olan sabır, kanaat, merhamet ve şefkat duygularını geliştiren ve sosyal hayattaki; kin, haset ve kıskançlık gibi insanları huzursuzluğa sevk eden olumsuzlukları bertaraf eden ilahî bir emirdir. Oruç ayı olan bu ayda, insanlarımızın "hayırseverlik" özelliği öne çıkmalıdır. Ülkemizin her yanından yükselen yoksulluk ve sefalet manzaralarının görüntüleri karşısında daha çok duyarlı olmak durumundayız. Kur ân-ı Kerîm in indirilişıyle şereflenen Ramazan Ayının, mali ve bedeni ibadetleri yerine getirerek, Kur ân-ı Kerim in lafzının yanında anlamı ve maksadını anlamaya çalışarak, toplumumuz, ülkemiz ve bütün insanlık için dualar ederek, ALLAH rızası için, eş, dost, akraba, komşu ve ihtiyaç sahiplerine iftarlar vererek ve ahlaki güzellikleri yaşayarak geçirmeliyiz. Müslüman olarak, İslam ı dünya kamuoyu önünde sevimsiz gösterecek ve Müslümanlara yakışmayacak davranışlardan uzak durmalıyız. Ramazan ayına girerken, onu yaşamak isteyen müminlerin psikolojik duyarlılıklarına saygı göstermek, herkesin en azından görevidir. İnsanlarımızın gönlü ve zihni, anlamsız münazara ve münakaşalarla meşgul edilmemeli, onlar kendi şahsî dünyaları içerisinde dinleri ile başbaşa bırakılmalı ve faydası olmayan konular üzerinde durmaktan azami derecede kaçınılmalıdır. Bilimsel toplantılarda konuşula cak hususları ekranlarda, kamuoyu önünde tartışmanın sonuç alma açısından hiçbir mantığının olmadığı bilinmelidir.