KADIN cinayetleri bir takım hukuki tedbirlerle önlenmek
isteniyor. Ama alınan tüm tedbirlere ve cezaların ağırlaştırılmasına rağmen
cinayetler azalmıyor aksine artıyor. Kadınlar için polis koruması, erkeğin
evden uzaklaştırılması, elektronik kelepçe takılması, panik butonu uygulaması
hayata geçirilmesine rağmen hiçbiri kadına şiddeti önleyemiyor Böyle olunca
sorunun kaynağına inmek, olaya doğru teşhis koymak gerekiyor. Bu incelemeyi
yaparken dünkü yazımda da belirttiğim gibi Batılılaşma ihtirasının bu tür
cinayetlerde payının olup olmadığının hesaba katılması gerekiyor. Aksi halde
her gün işlenen cinayetlerin çetelesini tutarak, cinayet işleyen erkekleri
birer kadın düşmanı, canavar olarak göstermekle işin içinden çıkmak mümkün
olmayacağı gibi, soruna da çözüm getirmeyecektir. Şimdiye kadar getirmediği
gibi.
Söz gelimi sosyologlar 100 yıldır sürdürülen Batılılaşma
hareketlerinin hangi noktaya geldiği, 100 yıllık çabaya rağmen toplumun ne
ölçüde Batılılaştığı, ne ölçüde kendi olarak kalabildiğini araştırdıklarında
görecekleri manzara kimliksizliktir. Bu durumun hayatın her alanında olduğu
gibi kadın cinayetlerindeki payının tespiti gerekiyor. Çünkü insanımız iki
arada bir derede misali Doğu ile Batı kültürü arasında sıkışıp kalmıştır. Bir
diğer ifade ile Türkiye Batı dan bakıldığında doğu, doğudan bakıldığında batı
görünümü vermektedir. Bu durum coğrafi bakımdan olduğu gibi kültürel bakımdan
aynıdır.
Bunun sonucu olarak çift kimlilik söz konusu olmuştur.
Bir bakıma işine geldiğinde Batı değerlerine sarılmış, işine gelmediğinde
Doğulu ve Müslüman olduğunu hatırlayan bir toplum oluşturulmuştur. Bir yandan
18 yaşını dolduran gence seçme hakkı verilirken, bununda yeterli olmadığı
düşünülerek seçilme hakkı verilmesi gündemdedir. Yani, 18 yaşını dolduran
gencin seçme ve seçilme, bir başka ifade ile ülke yönetimine katılması
sağlanırken öbür yandan ana ve babalar çocukları hangi yaşta olurlarsa olsun
bir yanlış yaptıklarında toplum tarafından suçlanmaktan; çocuklarının yanlışından
sorumluluktan kurtulamıyor. Bu arada yüzyıllardan bu yana oluşan toplumun bir
ahlak anlayışı var. Bu anlayış ile Batılı anlayışın uyuştuğunu söylemek mümkün
değil. Bizim toplumumuzda ahlaksızlık olarak görülen bir hareket Avrupalının
gündeminde bile yoktur. O zaman ister istemez gerek toplum içinde fertler
arasında çatışmalar ortaya çıkıyor, gerek fertler arasında ciddi görüş
aylıkları ortaya çıkıyor.
Sözün özü, insanımız Batı ile Doğu medeniyetinin değer
yargıları arasında sıkışıp kalıyor. En basit ifadesiyle Avrupalı için hiçbir
sorumluluk üstlenmeden birlikte yaşamak, bir süre sonra birlikteliğe son vermek
doğal iken Doğulu için aynı şeyleri söylemek mümkün değildir. Doğulu erkeği
ayrıldığı eşinin yaşayışı bile ilgilendirir. Çünkü toplumun yanlış kabul ettiği
bir davranıştan dolayı kadın suçlanırken bile eski eşe gönderme yapılır. Yani
eski eşe de toplumumuzda sorumluluk yüklenir. Bunların doğru ya da yanlış
olduğu üzerinde duruyor değilim. Ancak, tüm yasal düzenlemeler Avrupa örnek
alınarak yapıldığı için pek çok yasa bizde adaletin tecellisi değil
adaletsizliğin kaynağı oluyor.
Söz gelimi 18 yaşından küçük bir kız çocuğu ile evlenen
delikanlı yıllar sonra, hem de iki çocuk sahibi iken, küçük kızı tacizden hapse
atılabiliyor. Belli ki, söz konusu yasa ülkemiz şartlarına uygun değil. Böyle
olunca, örnek Batı olunca işler karışıyor. Bu bakımdan her türlü yasal
düzenleme ülkemiz ihtiyaçlarına ve şartlarına göre yapılmalıdır. Yoksa Batılı
olacağız diye yasaları değiştirerek Batılı olunamayacağını, bizi biz yapan
değerlerden birileri istedi diye kurutulmanın mümkün olmadığını artık görmek
gerekiyor. Kendi değer yargılarımıza göre dikilmiş bir elbisenin çıkartılarak
Batı ölçülerine göre dikilmiş bir elbiseyi topluma giydirmek, sağı solu sarkan
bir görüntüye yol açıyor.