Türkiyenin kredi notunu yatırım yapılabilir düzeye çıkarılmasına ilişkin herkes bir açıklamada bulundu. Dünyada birçok ülkenin kredi notu düşerken, Türkiyenin notunun artmasının sevindirici olduğunu belirtenlere baktığımızda bunların sadece üretim yerine finans piyasası yetkilisi olması oldukça dikkat çekiyor. Türkiyenin notunun 18 yıl aradan sonra ilk kez yatırım yapılabilir seviyeye yükseltilmesi ise, "18 yıldır bu ülkeye yatırım yapılmıyor da şimdi mi yapılacak, yoksa son on yılda yapılan yatırımlar işe yaramayan yatırımlar mı" sorularını akıllara getiriyor.

Kredi notunun arttırılmasına yönelik "Türkiyedeki var olan potansiyeli daha çok ortaya çıkaracağını" ifade edenleri ise hayretle izliyoruz. Bu nasıl bir potansiyel ki, ortaya çıktıkça sürekli artıyor. Bu potansiyelin boyutlarını söyleseler de "kendimizi yeniden bir sığaya çeksek" diye içimizden geçirmiyor değiliz. Aslında içimizi kurcalayan soru şu: "Son 10 yılda ülkede yaşanan gelişmeler, Türkiyenin dünyadaki şirketlerin gözünde değerini artırması" millet lehine midir, aleyhine midir

Türkiye ekonomisinin krizlerle tanıştığı her yılın öncesinde yüksek cari açık tehlikesinin varlığı dikkat çeken uzmanlar, cari açığın yapısal sorununu çözmeden hızlanan bir ekonominin önümüzde önemli riskler ortaya çıkaracağını düşünüyor. Üstelik sıcak paranın başka ülkelere kaçması olumsuzluğu tetikleyecektir. "Not arttı, para gelecek" diye sevinenlere tavsiye olarak da; tasarrufumuzu artırmak, ihracatımızı artırmak, ara malı imalatımızı artırmak, nokta hedefler yapmak ve yapısal sorunları çözmek zorunda olduğumuzu hatırlatıyorlar.

Krizin temel sebepleri olarak, "düşük faiz politikası izlenmesi ve ardından faizlerin artırılması, risklerin önemsenmemesi, hesap verilebilirlik ve şeffaflığın zayıflaması, aile tasarruflarındaki borçların yükselmesi, merkezi bütçe açığının artması" parametreleri her açıdan ekonomimizde etkindir. Bu açıdan bakıldığında ekonomideki çelişkiler yumak olmaya yeni başladı. Bu durum kördüğüm oluşturmadan mevcut ekonomik mantığın kırılması gerekiyor. Bunun için de tablodan çok sağduyu ve tedbire ihtiyaç duyuyoruz.

Kısacası: Türkiyedeki makro ekonomik tabloların iyi görünmesi bizi geleceğe taşıması açısından yeterli olacak mı Bu bir yanılsama olmasın! Türkiye ekonomisinin dünya ekonomisiyle korelasyon içinde gittiğini belirten uzmanlar, finansal krizlerden sonra büyümenin yavaşladığını, asıl önemli olan hususun ise, normalin üzerinde finans sağlanması ve iç talep ve kredilerle büyüme olduğuna dikkat çekiyorlar. Yüzde 4ün altında büyümenin resesyon oluşturabileceğini, buna örnek olarak da, Avrupanın yıldızı olan ülkelerin birkaç sene gibi kısa sürede ekonomik olarak dip yapmalarını gösteriyorlar. Kısacası "ayağımızı denk almamız lazım"dır.

Ekonomik tabloların ekonomiyi gösterirken, sonuçların tabloları yalanlaması, ekonominin sadece ekonomi olmadığının ispatıdır. Bu yüzden ekonomi sadece işadamı kimliği ile takip edilebilecek bir değişim alanı olmaktan da çıkmıştır. Komplike ve birbirini mütemadiyen etkileyen bir düzenden bahsediyoruz ve bu sürpriz değişimler kontra nazarlarla sürekli gözlendiğinde küresel ekonominin dişlilerine takılan bir Türkiye görüyoruz. Ülkemiz, "eskiden başka ülkelerdeki şirketlerin, fason üretimlerini yapan bir sanayisi iken artık bu taşeronluktan kurtuldu" diyenlere bu açıdan sorulacak tek şey kaldı: Yoksa, taşeron gitti de, patron mu geldi!