Kartel medyasının CHP-MHP birlikteliği teklifini hoş göstermek isteyen siyasi yorumcularımız, bunun olabilirliğini geçmişten örneklerle anlatmaya çalışıyorlar.

Diyorlar ki: 1987 seçimlerinde sandıktan ikinci kez birinci parti olarak çıkan ANAP Hükümeti kurarken, partisi ikinci olan Demirel’le, partisi üçüncü olan E.İnönü “kimseler duymadan” gizlice anlaştılar. Maksat bundan sonraki seçimin ilk sıralarını almak.

“Gizlice görüştüler, gizlice anlaştılar” ifadelerine dikkat!

1991 seçiminden sonra DYP-SHP koalisyonunun kurulmasını o ünlü gizli kurnazlık buluşmalarına bağlayan kartel yorumcularının gözlerden sakladıkları, kurulan o koalisyondan siyasi tarihimizin en başarısız hükümetinin çıktığıdır.

Seçim meydanlarını, kazanamayacağını anladığında “ödünç oy” yalvarmalarıyla dilenci pazarına çeviren Demirel, hiçbir yerde SHP ile koalisyon kurabileceğini söylememiştir. Demirel bilmez mi, böyle bir ifadesinin partisini barajın altında bırakacağını...

MHP’lilere bugün dönüp CHP ile işbirliği yapın, aklını veren kartelin siyasi yorumcularının gözlerden sakladığı gerçek şudur: 1991 seçimlerinden sonra kurulan DYP-SHP ortaklığı bir koalisyon değil; DYP’yi biraz ayrı tutsak dahi, Demirel’in SHP’ye iltihakıdır.

Bu koalisyonun sonrasında ise Demirel’in, “Ben İsmet Paşa hayranıyım” diyerek Çankaya macerası başlamıştır.

Bu ülkede doğru bilinen bir yanlışı işte o günlerde farkeder bu ülkenin insanları...

CHP’ye ve CHP zihniyetine muhalif bildikleri Demirel’in, CHP’li gibi değil, bir CHP’li olarak icraat eylemesi...

Kartelin siyasi yorumcularının bildiklerini sandığımız, fakat gözlerden sakladıklarına inandığımız, (Boşuna mı kalemşörler ) başka gerçekler de var siyasi tarihimizde.

Madem ki söz açıldı, hem günler mübarek Ramazan günleridir, yanlışlarımızı doğrulaştırmanın eğitimindeyiz, devam edelim tashihatımıza.

Yanlış bilinme: AP’nin oylarını, ondan ayrılan DP ve Milli Görüş’ün partisi MSP böldüğünden, 1973 seçimlerinde CHP birinci parti oldu.

Yıllarca bu ülkede bölme tezini işleyerek ve bir şekilde hep iktidar olarak 12 Eylül’e ulaşanların gözlerden sakladıkları doğru ise bambaşka idi.

1973 seçimlerinde MSP’nin AP’den daha fazla oy alarak CHP’nin karşısındaki parti olması, AP’den DP’nin koparılarak seçimlere sokulmasıyla engellenmiştir.

Bir önceki seçimin (1969) galibi AP’yi muhtıraya muhatap ederek CHP’ye yol açanlar, Milli Görüş’ün bir Erbakan ve iki arkadaşı ile kalmayacağını, “sağ”daki ilk parti olacağını gördüklerinde, işte o oyun tezgahlandı. Muhafazakar AP’liler, sizin için ayrı parti kuruldu; sakınız MSP’ye gitmeyin.

Muhafazakar sayılan DP’nin akıbeti malûm. MSP’nin oylarını bölmek görevini yerine getirmesine rağmen, bir aferine hasret gönderilmiştir siyasi mezarlığa.

Bir sonraki seçimde MSP, AP’nin önüne hâlâ geçebilir ihtimaline karşı yapılan operasyonu da unutmamak gerek.

O güne kadar CHP’den ayrılıp başka parti kuranlar, AP’den ayrılıp başka parti kuranlar “Toplu” olarak hareket ederlerken, siyasetimizde böyle bir gelenek varken, neden MSP’den ayrılanlar kurtlu elmalar gibi birer birer döküldüler 1977 seçimi arefesinde Ve neden onların hiçbirisi kendi aralarında dahi biraraya gelmedi, gelemediler

Hedef, bir seçim daha MSP’yi en azından AP’nin önüne geçirmemekti. Başardılar. Üstelik sürekli MSP’nin oylarını bölmelerine (DP örneği, dökülenler örneği) rağmen, propagandalarda MSP’yi, oyları bölen parti göstererek yaptılar bunu.

Siyasi tarihimizde “Doğru bilinen yanlışlar” örneği çoktur. 10 yıl sonrasında, 1983 yılına baktığımızda da benzer bir olay çıkar karşımıza.

Doğru bilinen yanlış: K. Evren, T. Özal’ın iktidar olmasını istemediğinden, çıktı ANAP’a oy vermeyin, bizim kurdurduğumuz MDP’ye oy verin, dedi.

Yıllarca bu tez üzerine geliştirildi ANAP’ın birinci parti olarak seçimi kazanması ve saklandı gözlerden bu iddia ile, beklenen hiçbir icraatı yapmaması...

“Bizim çocuklar ihtilal yaptı” diye ünlendirilen K. Evren ve şerikleri, parti kurma iznini Amerika’dan aldı, geldi diye pazarlanan T. Özal ile geçimsiz olamayacaklarını, seçimden sonra kucaklaşmaları ile göstermediler mi dünyaya (Gerçi küçük kardeş K. Özal, onların kucaklaşmalarını ben istedim diyerek, –bilerek veya bilmeyerek– kendi durduğu yeri ifşa etmişse de... Ayrıca yıllar sonraki ANAP milletvekilliği o buluşturmanın ödülü sayılamaz.)

Çocuklarından birine ihtilal yaptıran Amerika, yıllarca hizmetinde bulunmuş. (Bush’un bir montunu giymek için yanıp tutuşmuş ve hatta Ortadoğu’yu ateşlere tutuşturmuş) bir diğer çocuğuna iktidarı vermek için tezgahladığı o küçük oyun, içimizde yıllarca “Doğru” olarak yaşadı.

Günümüzdeki doğru bildiğimiz bazı yanlışlara gelirsek...

T. Özal tarafından sistemimize armağan edilen ve AKP iktidarınca da savunulan % 10’luk seçim barajı, Mecliste 2,5 parti olsun istediği için vardır.

Bu yanlışın doğrusu % 10’luk seçim barajı SP’nin meclis’te olmaması için konulmuştur.

Öyle ise SP barajı çok aşan % 20-30-40 gibi oylar alarak gelsin meclise, diyenler olursa...

O günleri biz de bekliyoruz!

Not: Diğer doğru bildiğimiz yanlışlarada sıra gelecek.

Maksut ağaç değil IQ

“CHP Gezi’cileri yerel seçimde aday gösterecek”

Taraftarı medyanın sevine sevine attığı manşet budur haberlerine.

Açıkça bir teşvikin görüldüğü bu haber eylemlerin kaçıncı günü çıktı; bilmiyorum.

Gezi’ci olmayan üyelerine bir göz dağıdır bu CHP’nin. Haydi gidin! Yenilgimiz orada ve daha şimdiden başlamasın. Bari kalabalık yapın!

Ya da Gezi’ci olmayan üyelerine son ikazdır. Köprüden önceki son çıkış misali. Haydi gidin! Divan’da kumanyalarınız, pizzalarınız, sargı bezleriniz, tendürdiyotlarınız hazır.

Son ihtimal: CHP yöneticileri, Gezi’ye katılan üyelerinin IQ’larının yükseldiğine inanmıştır. Örnek: Videoları, twitleri dolaşan ilçe başkanı, belediye başkanı eşleri...

Ya da itimat meselesi

Gezi olayları dolayısıyla Koç’un Divan Oteli’ni özellikle gündemde tutmaya çabalayan lobi medyasının son çalışmasını herkes konuşuyormuş.

“Anketlerde Koç güvenilir marka çıkmış”

Yani

Güvenilir olduğunu anlatmak, kanıtlamak için Koç tezgahladı bu olayları demedikleri kaldı...

Güven meselesi demişken

Gezi olaylarında zarar gören Taksim esnaflarına iktidar yanlılarının sahip çıkmasına fena bozuluyor kartel medyasının devşirmesi. (Bu tabir bu ülkede ilk kez bu sayfada kullanılmıştır. Hakaret içermez, izi olmayanlarda iz bırakmaz)

“Adeviye’de esnaf yok mu Onların hali ne acaba ”

Böyle demekle maksadı bir savunma yapmak mıdır, devşirmenin

Elbette hayır!

Eylemlerin başladığı andan beri Mısır’ın “en güvenilir” yeri olan Adeviye meydanına iftira atmaktır.( Ne bitmez kinmş demesin hiç kimse)

O bulunduğu yeri haketmeye çalışıyor

BÜYÜDÜM, BÜYÜDÜM AMA NASIL BÜYÜDÜM

Daha kuruluşu sırasında dedikodular yapılan Migrost’un bizlere pek çok iyilikleri oldu. Biz Migros’u hiç bir zaman unutamayız. Nasıl unutabiliriz Bir acı kahvenin bile kırk yıl hatırı vaıdır. Migros olmasaydı, tiryakiler nerden kahve bulacaklardı Bizim evde, kahve tiryakisi beş kişi var, eksik olmasınlar mi-safirlerimiz de çoktur. Ayda bir kilo kahve kullanırız. Migros da satmasaydı, nerden kahve bulaçaktık Migros, beşer liralık, onar liralık çeşitli yiyecek paketleri yaptı. Her paketin içine de ellişer, yüzer gram kahve koydu. Hoş doğrudan doğruya kahve satmıyor ama, on liralık yiyecek paketinin içinden yüz gram da kahve çıkıyor. Biz bu paketten çıkan pirinçleri, zeytinleri, pamuk yağlarını yiye yiye bitiremiyoruz. Ev zahire ardiyesine döndü. Yüz gram kahvenin hatırı için, boyuna onar liralık yiyecek paketleri alıyoruz. Şimdi bizim evde bir kaç senelik ihtiyacımız kadar sabun, pirinç, zeytin yığıldı. Başkalarına aldığımızdan ucuza satmak istedik, onIar.

- Aman biz size yarı fiyatına verelim, evimiz yemiş iskelesindeki dükkânlar gibi tıklım tıklım dediler.

Görülüyor ki bu Migros çok işimize yaradı. Şimdide ortalıkta yumurta, soğan, patates yok. Migros bu sefer de içinde bir baş soğan, bir yumurta, ya da bir tek patates bulunan onar liralık yiyecek paketleri yapmalı ve bizi soğan, patates, yumurta sıkıntısından kurtarmalıdır. Hattâ bu onar liralık bazı paketlerin içine, esans şişesi gibi şişelere bir kaç gram da gaz koyup satsa çok yerinde bir iş olur. Gaz sobasını bir saat yakmak için, bir Migros kamyonu dolusu mal alırız, ne çıkar

Bu bir geçmiş zaman hikayesidir.

Not: 1954 yılında İsviçre Migros Kooperatifler birliği ve İstanbul Belediyesi’nin girişimleri ile kurulan Migros, gıda ve tüketim maddelerini beediye kontürolü altında üreticiden sağlamak ve bu ürünleri sağlığa uygun koşullarda ve ekonomik fiyatlarla İstanbullular’a ulaştırma amacıyla kurulmuştur.

 

Yemekte yalnızlık

Fatih Ağaç Kültür Merkezi Cumartesi sohbetlerinin konuğu Tarih musahabeleri ile tanıdığımız; edebiyatçı tarihçi yazar Dursun Gürlek Hocamızdı. Konu; “Fatih Camii ve Fatih Sultan Mehmet Han’dı.”  Gürlek, Fatih Cami Hazîresi’nde ebedi istirahatgâhlarında medfun zatları ayrı ayrı özellikleri ile anlattı.

Fatih Türbesinin kırk sene türbedarı: Ahmet Âmiş Efendi.

Pilevne Kahramanı Gazi Osman Paşa

Tevârihi Evliyâ yazarı tarihçimiz Ahmet Cevdet Paşa

Hacei Evvel Ahmet Cevdet Paşa

Harputlu Hoca İshak Efendi.

Millet Kütüphanesinin kurucusu Ali Emiri.

Âmâkı Hayal romanımızın yazarı Şehbenderzâde Filibeli’li Ahmet Hilmi.

Karinâbatlı Ömer Hilmi.

Mesnevi Mütercimi Abidin Paşa Efendi.

Sıra Fatih Sultan Mehmet Hazretlerine geldi. Onun özelliklerini anlatırken en bariz ve herkesin bilmediği bir özelliğinden bahis ile “Hiçbir zaman ailesi ile bir arada yemek yememiştir. Hep yalnız yemiştir. Nedenini merak ediyorsunuz, sonra söyleyeceğim. Meraklandığınızı biliyorum.” dedi. Konu genişledi. İkinci Bayezid, Cem Sultan, Üçüncü Mustafa derken kafalardaki soruya cevap henüz alınmamıştı.  Yazar Mehmet Nuri Yardım söz hakkı istedi.

- Efendim! Fatih’in ailesi ile hiç yemek yemediğinin tahmininde bulunabilir miyim

- Buyurun! Lütfen.

-  Fatih o kadar ileri görüşlü bir zattır ki; eğer ailesi ile birlikte yemek yeseydi; sofrada mutfağın eksiklerinin sıralanacağını ve kendisinin diğer ailevi konularla meşgul edileceğini biliyordu. “Ağız tadıyla yemek yiyelim bari.” diyerek yalnız yemeyi tercih etti.

Siz ne dersiniz Bu konu araştırılmaya değmez mi

Bizim Semaver sitesinden / Bekir Salihoğlu

 

Yanlışlık boğulacaktır

 

Futbol dünyamızı sarsan “3 Temmuz süreci”nin son gelişmelerinden biri de, FB tarafından suçlanan 3 GS’li yöneticiden Lütfi Arıbağan’ın karşı atak hücumlarıdır.

Sayın Arıboğan bir saymaya başlıyor…

Siyaset, cemaat, polis, savcı, TFF, CAS, FİFA, UEFA, vesaire vesaire

Kendi suçlanmasını , başkasuçlanmaların arasında eritmek istiyor zahir. Halbuki ona düşmezdi; çünkü o saydıkları kendilerini savunmalardan aciz veya eksik olmasalar gerek.

Sayın Arıboğan şunu bir diyebiyseydi:

TFF’nda görev aldığımı o günlerde, FB için yaptıklarımı, FB yerine benim tuttuğum takım olsaydı, onun için de aynını yapardım.

Böyle demek çok mu zor

Not: Bu yazı sayın Arıboğan’ın TFF kimliği gözönünde bulundurularak yazılmıştır. Tuttuğu takım kimliği dikkate alınmamıştır.

ÜZENGİ ÖPEN AVRUPA!

II

Bela listesinden çekilen kurada,

Bu ülkenin şansına düşmüş Avrupa;

Şarkılar söylenir başkent Ankara’da,

Haçlı aşığına rüyadır Avrupa!

Gidenler yalvarmış, gelenler yalvarmış,

Mayasında bin yıldır Haçlılık varmış,

İslam’a karşı örülmüş bir duvarmış,

Taş duvarların arkasıymış Avrupa!

Nice başlıklar açıldı fasıl fasıl,

Maksatları hep oyalamakmış asıl,

Ne verildiyse azıttı hem de nasıl

Tavizlere doymak bilmedi Avrupa!

Bekleyin bir gün gelecek Milli Görüş!

Çürük zırhları delecek Milli görüş!

Milelte bayrak olacak Milli Görüş!

Gene üzengi öpeceksin Avrupa!

Ekrem Şama