Biz Milli Görüş teşkilatları olarak, yıllarca Gülen hareketine karşı mesafeli olmuş ve etrafımızdaki kardeşlerimizi de aynı şekilde bu örgüte mesafe koymaları gerektiği doğrultusunda uyarmışızdır.

Bizim yıllar öncesinden gördüğümüz tehlike, ülkeye darbe yapacak derecede vatan haini olduklarına şahitlik etmemizden öncesine dayanır. Çünkü malum yapı 15 Temmuz’dan evvel de uzun yıllar boyunca İslam dinine, yüreklerimizdeki inancımıza darbe yapmakla meşguldü!

Zihinlerimizi çok da zorlamaya gerek yok çünkü her şey ortada ve alenen gerçekleştiriliyordu. Hedeflerine ulaşmak için çalışmalarını kimseden gizlemeden hatta gözlerimizin içine soka soka yapıyorlardı.

İslam’a vurdukları büyük darbeleri görmek için birkaç şeyi hatırlamamız yetecektir…

28 Şubat darbesi sonrasında eğitim öğretime, çalışma hayatına yani tüm kamu alanlarına başörtüsü yasağı getirilip de birçok hanım kardeşimiz örtülerini açmamak için okullarını bırakmak durumunda kaldıklarında malum cemaatin mensuplarının verdiği tepkiler hepimizi ziyadesiyle şaşırtmamış mıydı?

Hocalarından, Kur’an’da oku emrinin başörtüsü emrinden önce geldiği, bundan dolayı da başlarını açıp okullarına devam etmeleri gerektiği yönünde talimat aldıklarını öne sürerek hiçbir direniş göstermeden açmışlardı başlarını…

Peki ya yıllarca hepimizi oyaladıkları, adını bile söylemenin Gayretullah’a dokunacağı dinler arası diyalog safsatası? Sahi bu safsata çay sohbetlerinden devlet politikasına varana kadar her alanda gündemi belirlemedi mi? Bu proje üzerine toplantılar, şenlikler düzenlenmedi mi? Ülkemizde faklı dinlerden insanlar ağırlanıp “Hoşgörü” kelimesi diğer dinlerle olan irtibatımıza tahsis edilmedi mi?

Allah’ın ve Resulünün “Sizin dininiz size, benim dinim banadır” dediği ve her türlü diyalog kapısını 14 asır önce tamamen kapattığı halde devlet ve millet olarak bizler, bu örgüt sayesinde alışmış kalp ve zihinlerimizle onlarla diyaloglar kurmadık mı?

“Önemli olan niyet” sloganını içimize yerleştiren ve bizi “Kalbin temizse dış görünüşün çok da bir önemi yok” inancıyla hareket etmeye alıştıran da bu zihniyet değil miydi? Şimdi küfürler savurduğumuz, elimize verseler bir kaşık suda boğacağımız Pensilvanyalı zat, yıllar yıllar önce bilmem kaçıncı baskıları yapılan kitaplarında ve öğretilerinde sadece Lailaheillallah demenin yeterli olacağını, Muhammedun Rasulullah demeye gerek olmadığını söylemiyor muydu? Zira ona göre Lailahe illallah diyen herkes cennete girecekti ve buna tüm mensupları da inanıyordu.

Dünyanın birçok yerinde, nereden geldiği belli olmayan paralarla okullar açıyor ve bu okullarda çocuklara Türk dilini öğretiyorlar sonra da her yıl devlet töreni havasında bu okullardan seçilmiş çocuklara Türkçe şarkılar söyletmiyorlar mıydı? Biz de ekranların başına kilitlenip Kur’an ziyafeti izler gibi onları seyretmiyor muyduk? “Madem bu kadar imkânın var neden bu çocuklara Kur’an öğretmiyorsun, neden dinimizi anlatmıyorsun” dedik mi bir kere de? Açılan o okullarda ne tür zararlı öğretilere yer verildiğini araştırıp soruşturmadan devlet ricali de dâhil olmak üzere katılıp destek vermedik mi bu törenlere? Öyle ya ne de güzel öğretmişlerdi Türkçeyi!

Peki, 15 Temmuz gecesinden bugüne kadar dönüp kendimize hiç sorduk mu “Dinimiz vatanımızdan daha mı değersizdi”

Hiç sorduk mu “Bu light İslam’ı kim böylesine yerleştirdi yüreklerimize” diye?

Hiç sorduk mu “Biz ne zamandan beri Hıristiyanlarla, Musevilerle aynı masada oturup diyalog yapar olduk” diye?

İlla kanallardan “Sokağa çıkın” çağrısı mı duymalıydık? İlla okumuzu atmak için manşetlerden verilen hedefleri mi okumalıydık? Dinimize sahip çıkmak için illa yönlendirilmeyi mi beklemeliydik?

Vatanımız elbette bizim namusumuzdur, evimizdir, yuvamızdır, her şeyimizdir. Elbette onu korumak için kendimizi siper edeceğizdi. Ama sormalı değil miyiz kendimize, malum yapının dinimiz üzerinde yaptığı darbelere neden sessiz kaldık diye? Neden “Siz kim oluyorsunuz da bizim dinimizin dinamitleriyle oynuyorsunuz” demeli değil miydik?

İş işten geçmeden, İslam yaşanmaz hale gelmeden, vatan millet din diyanet elden gitmeden, cennete Yahudi ve Hıristiyanları da almadan, güya dindar kanallara insanımızı zehirletmeden, nefsî zevklerine muta nikâhını kılıf eden gençler türemeden, en mutaassıp aileler bile yarı çıplak ekranlarda şarkı söyleyen çocukları, genç kızları dinler hale gelmeden ve her şeyden de öte vatanı için, Rabbi için şehid olmuş insanlara “demokrasi şehidi” diyebilecek kadar farklılaşmış bir İslam’ı yüreklerimize sindirmeden evvel onlara karşı koymalı ve defalarca kez darbeler yaptıkları dinimizi savunmalıydık! Yapmadık/yapamadık.

Pek çok şeyimizi kaybettik bu hainler yüzünden ve kaybettiklerimizi konuşup onarıma geçmediğimiz müddetçe de kaybetmeye, kaybolmaya devam edeceğiz Allah muhafaza…