Geniş yürekli insanlar bütün insanlığı kucaklayabilirler. Kursağı dar insanların gönül evine kimse giremez. Yeri göğü yaratana iman edenlerin gönlü ise bütün yaratılanlara bağdaş kurup oturtacak yer bulur kendinde. İkram edecek ekmek bulamazsa gül gibi yüzün gülümseyen ekmeğine bal gibi sözleri sürerek  ikram eder. Efendimiz buyurur: "Kardeşinin yüzüne gülümsemen sadakadır." (Tirmizi, Birr, bab 36, hadis 1957)

"Gelin tanış olalım  işi kolay kılalım"  diyen Yunus Emre de Musa aleyhisselâmın duasına  "Amin" diyor.

"Olmaz, yapılmaz, çok zor, biz başaramayız, vermezler, almazlar, yapmazlar, boşuna gayret..." gibi sözlerle işleri zorlaştırmayalım. Her işin bir "püf" noktası vardır. Orasını göremeyenler işi zorlaştıranlardır.

Firavun gibi zalim zorba bir yöneticiye "Dur" demeden kendi iç hazırlığını yapıyor Musa aleyhisselâm. Onun için ilk önce lazım olan şey, geniş bir yürek.

Dünyanın bütün zalimleri bir araya gelseler, elele verseler, dünyayı top gibi oynasalar onların bütün bu yaptıkları, attıkları onun gönlünde çöldeki karıncalar kadar yer alırlar.

Dünyanın bütün iyi insanları onun gönül ülkesine girseler kelebekler vadisi gibi hepsinin kanat çırpmasına yer bulunur.

Yeri göğü içine alacak bir gönülün tellerinin mızrabı gibi olan dilde yerde ve göktekilerin anlayacağı ve hayran kalacağı şekilde olmalıdır.

 Dilin ve gönlün bütün yaratılmışlara yetişebilmesi içinde bütün yaratılmışları Yaratan ın sözüne kulak vermesi gerekir.

Binlerce yıldır Musa, İsa, Muhammed aleyhisselâmlar bu insanlık ailesini etkilemeye devam ediyorlarsa bu vahye kulak vermelerindendir.

Temiz suyu temiz bardağa koyarız. Bardak kirli ise önce yıkar sonra temiz su koyarız. Vahye kulak veren insan da önce gönül kabını şirkten, kibirden, isyandan, yalandan, haramdan temizlemelidir.

Duada "Dilimin bağını çöz ki sözümü anlasınlar." buyuruyor. Korku, kişinin dilini bağlar. Bir meydanda veya kapalı bir yerde konuşuyorsunuz. En güzel manaları en güzel kelimelerle  dile kolay, kulağa hoş gelecek  ve anlaşılmasında  zorluk çekilmeyecek  kelime ve cümlelerle  aktarmak için  beyninizin bütün hücrelerini harekete geçiriyorsunuz. Kevser ırmağına dayanmış bir şelale gibi kelimeler ağzınızdan dökülürken zihninizi bir de "Acaba bu kelime filan maddeye dokunur mu Filanı yaralar mı Filanların en hassas noktası burası, burayı es geçeyim" gibi  şeylerle meşgul olursa dilde düğümlenme meydana gelir.

Profesörlerimizin çoğunluğunun konuşurken "eeeeee şey,   ııııııı yani" diye konuşmalarının sebebi o anda belaların altından geçiyor da ondan. Kendine, makamına, ünvanına birileri dokunup da parçalamasın diye kelime seçerken eeee...ıııı yapıyorlar.

Kırlangıça sormuşlar "Niçin hep uçarken aşağıdan yukarıdan sağdan soldan uçuyorsun Doğru uçmuyorsun Demişler. "Belanın, atmacanın altından üstünden sağından solundan uçuyorum" demiş.

Bir de konuşurken veya yazarken kendini patronunun sevdiklerini sevmek, sövdüklerine sövmek mecburiyetinde hissederse dilde ve kalemde düğümlenme meydana gelir. Yazı veya konuşma boyunca zikzaklar çizer. Rabbimizden dilimizin bağını çözmesini isteyeceğiz.

Yani hiçbir kimseden korkmadan, birilerinin nefretinin veya muhabbetinin hesabını yapmadan yalnız ve yalnız gerçekleri  en güzel şekilde en uygun zaman ve mekanında söylemeye çalışacağız ama muhataplarımızın anlayışını da gözeteceğiz.

Neyi nasıl ve niçin söylediğimiz önemli ama söylediğimizin nasıl anlaşıldığı daha da önemli.

Konuşmacılar "Ben O gün o konuşmada sizin anladığınızı söylememiştim" diyor. Genellikle siyasilerimizde görürüz bunu. İyi niyetli hatipler konuşmanın özü, sözü, zamanı ve mekanına dikkat ederken dinleyenlerin kültür yapısını da dikkate alarak, nasıl anlaşılabileceğine dikkat etmeli ve doğru anlaşılmasını sağlamalı.

Musa aleyhisselâm dua ediyor: "Rabbim, gönlümü genişlet, işimi kolaylaştır, dilimin bağını çöz ki sözümü anlasınlar." (Taha 25-28)