Tarihin sayısız kez tekerrür ettiğini bir kez daha anladık.

Milli Saraylar’ın düzenlediği sempozyumun amacı, Sultan Reşad’ı anmak, anlamak olsa da, çöküş sürecimizin İttihat Terakki ile başlamasıydı. Bütün konuşmacıların ortak kanaati, İttihat ve Terakki’nin beceriksizliği, programsızlığı, acemiliği, şiddete meyyal olup halkı acımasızca cezalandırışı; cemiyetle geçen yılları bir kâbusa dönüştürmüş.

1908-1918 yıllarına damga vuran Cemiyet, II. Abdülhamid devrinde ortaya çıkmış. Sultan, Batılı devletlerin Osmanlı Devleti’ni parçalama projelerinin gecikmesine neden olacak önlemler alır. Mali anlamda bu döneme tasarruf damgasını vurur. Tanzimat döneminde yapılan dış borçların ödenmesine yönelik bir acı reçete olarak Düyun-ı Umumiye İdaresi kurulur. Büyük devletleri yakinen inceleyen II. Abdülhamid dış politikada denge siyasetini uygular; duygusallıktan uzak akılcı, dikkatli, zaman kazanmaya yönelik olan dış siyaset politikası da II. Abdülhamid döneminin en parlak başarılarındandır.

İttihatçılara göre, II. Abdülhamid gitmeliydi, sonra ne olacaktı, burası düşünülmüyordu. Önce O gitmeliydi…

Cemiyetin kuruluşunda, “istibdada” duyulan hoşnutsuzluk ile Batı’ya karşı duyulan hayranlık yatmaktadır.

Cemiyet, Fransız devriminin sloganları olan özgürlük, eşitlik, kardeşlik gibi simgesel kavramları dillendirip ,Meşrutiyet’i istiyordu. Gelişen olaylardan dolayı II. Abdülhamid 23 Temmuz 1908’de Meşrutiyet’i ilan etti.

Lakin meşrutiyetten sonra tahtta kalması muhalefeti rahatsız etmeye başlamıştı.

Yunanlılar Girit’i topraklarına katmış, Avusturya-Macaristan, Bosna –Hersek’i ilhak etmiş, Bulgaristan bağımsızlığını ilan etmişti.

İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne sert muhalefeti ile tanınan Serbestî Gazetesi başyazarı Hasan Fehmi’nin öldürülmesi de Balkanlardaki olaylara eklenince muhalefet çok büyük bir tepki gösterdi.

Yeni rejime karşı ilk tepki 13 Nisan 1909’da (31 Mart 1909) patlak verdi. Olayın başrolünde Derviş Vahdeti yer alıyordu. Sokaklarda mektepli subaylara saldırıldı. Padişah, bir çare için sadrazam değişikliğine gitti.

Derviş Vahdetî, çıkardığı Volkan gazetesinde, muhalif bir gazetecinin öldürülmesini şiddetle eleştirdi. Aslında kendisi de bir dönem İttihatçılarla ilişki içindeydi. Fakat şahsi tatminsizlikler yüzünden onlardan yüz çevirmiş, gazetesinde hem II. Abdülhamid’e ve hem de İttihatçılara muhalefet ediyordu. Olay, Avcı taburlarına mensup askerlerin Ayasofya Meydanı’nda toplanarak gösteri yapması, silah atması ve bazı isteklerde bulunması ile başladı. Kısa zamanda toplanan kalabalıktan herkes kendi taleplerini seslendiriyordu. Bu taleplere bakıldığında isyancılar hem II. Abdülhamid ve hem de İttihatçılara karşı idiler. Bu arada isyancılar Galata köprüsü civarında Ahmed Rıza zannederek Adliye Nazırı Nazım Bey’i, ayrıca Tanin gazetesi başyazarı Hüseyin Cahit (Yalçın) zannederek Lazkiye mebusu Arslan Bey’i öldürdüler. İstanbul tamamen isyancıların kontrolüne girdi. Padişah ise, bir iç savaş olmaması için, isyancılar üzerine asker göndermedi.

Selanik’ten yola çıkan Hareket Ordusu, hiçbir mukavemet görmeden İstanbul’a girdi, sıkıyönetim ilan edildi ve isyan tamamen sona erdi. Meclis -i Umum-i Milli, II. Abdülhamid’in hal’ine karar verdi. Yerine kardeşi MehmedReşad getirildi.

Derviş Vahdeti, yakalanıp idam edildi.

Kimilerine göre olayların müsebbibi II. Abdülhamid’dir.

Diğer bir görüş ise, II. Abdülhamid’i devirmek için İttihatçıların tertibidir.

Üçüncü görüş ise, Osmanlı siyasetinde Almanların varlığından memnun olmayan İngilizler, bir müdahale olmadan Osmanlı idaresinde etkili olamayacaklardı.

V. MehmedReşad, saltanata gelmişti ancak İttihat ve Terakki’nin baskı ve kontrolüne girmişti. İlk kez bir padişah en doğal hakkı olan Başmabeyncisini ve Başkâtibini kendisi seçemiyor, İttihat ve Terakkice uygun görülen isimler atanıyordu. Padişahı sürekli gözlem altında tutacak olan Başkâtip Halid Ziya Uşaklıgil, anılarında kendilerinin cemiyetin gözü ve kulağı olduğunu söyleyecektir.

Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de Almanlarla ittifak halinde ve birkaç kişinin gizli anlaşmasıyla Birinci Dünya Savaşı’na girilmesi devleti çöküşe götürürken yaşlı padişahı da derinden yaralamış ve savaş sonunda imzalanacak Mondros Ateşkes Antlaşması’nı göremeden 3 Temmuz 1918’de 74 yaşında iken vefat etmiştir.

Zincirleme toprak kaybetme süreci, İttihat ve Terakki’yi halkın gözünde düşürmüş, cemiyeti de halka karşı, şiddete başvurdurtmuştu.

İttihatçılar kutsal, vicdan tanımıyorlar, başkaldırma suçunu işleyenler, bunun cezasını hayatlarıyla ödüyorlardı.

Saltanatı boyunca siyaseten hiç kimsenin idamını onaylamayan II. Abdülhamid’in aksine, birçok kişi kurulan Divan-ı Harb-i Örfi mahkemelerinde alelacele yargılanarak idam edilmiş; bir maharetmiş gibi idamları halka sergilenmiştir.

Kabine halindeki parlamentoyu basarak silah çeken bu kişiler; ihtilal yapmayı iyi becermiş, ama yeni bir düzen kuramamışlardır. Trablusgarb Savaşı’nda askeri tedbirleri almayarak büyük ve affedilmez bir hata yapmışlardır. Trablusgarb’ın kaybından sonra bu savaş,Osmanlı Devleti’nin sonunu hazırlayan gelişmelere neden olmuştur.

Dün olduğu gibi bugün de devlet idaresinin sloganlarla, hamasî nutuklarla, ülke ve toplum gerçeklerinden uzak söylemlerle, gerçekleşemeyecek hayalî hedeflerle yürütülemeyeceği ortadadır.