Bugün sıklıkla hayatımıza baskın olarak etki eden avutucu yalanlar ile yaşıyoruz. Gerek modern zamanlar, gerekse post modern zamanlar bu avutma işinde giderek daha başarılı olmuşlardır. Bunda o kadar ileri bir seviyeye ulaşılmıştır ki artık dış bir etkiye gerek duymadan içten bozulma, bozulanla avunma sürecine geçilmiştir. Bunun için birçok neden sıralanabilir ancak belki de en temel neden olarak yaşadığımız ahlak zaafını ifade edebiliriz. Hatta bu zaaf yüzünden cehdimizi atalete kurban ederken, basiretimizi de perdelemiştir. Bu yüzden de bu avuntular bizlere yaşadığımız karmaşayı, haksızlığı, adaletsizliği, çirkinlikleri görmezden gelme, yok sayma pişkinliği verirken aynı zamanda cennette olduğumuza dair bir algı da veriyor. Dünyada oluşturulan, en azından zihinlerde, sahte cennet algısı insanı madde boyutunda bir bağnazlığa götürürken mana cephesinde şekli bir çerçeveye hapsetmektedir.

Bu çerçevenin içerisinde estetikten, incelikten, ahlaktan, güzellikten yoksun bir tür hayat icat edip, yaşadığımıza hükmediyoruz. Çevreden içeriye doğru her şey girift ve her şey sahte bir dekordan ibaret, onun için de gerçekle yüzleşmek çok zor görünüyor. Çünkü gerçeğin tedirgin edici, uyarıcı bir yanı var. Bu da ister istemez birkaç adım geri de durduracak bir tedirginliğe, ürpertiye ve neticesinde bana ne demeye götürüyor. Kendini sağlama alma duygusu ile çerçevenin dışına taşmadan yaşamayı öğreniyoruz. Oysa bir insanın bilmesi gereken en önemli şeyin; insan olduğu ve öyle kalmak istediğidir, bunun ötesi yok. İnsan, insan kalabildiği oranda da kemalâta ulaşabilir. Nitekim o vakit insanı uyuşturmak için söylenen o laflar; vatan, görev, kahramanlık gibi içi boşaltılmış kelimelerin agâh olma cehdimizin önündeki en büyük engel olduğu görülecektir. Tam da bu noktada bu avutucu yalanları aşıp; zor olan, tedirgin eden hakikatin peşine düşmek büyük bir hüner ve emek istiyor. Elbette bu adımların bir bedeli olacaktır. Çünkü iyiyi-güzeli, doğruyu ve adil olanı istemek elbette bir bedele tekabül ediyor.

Ancak ‘bedel ödemek’ söylemi de oldukça klişeleşmiştir, bu haliyle insanı uyuşukluğa götüren ana etmenlerden biridir. Bu da açıkça gösteriyor ki bugün her türlü donanıma kolayca ulaşabilen, bilgi ile her an karşılaşabilen insan maalesef hayatına tekabül eden hiçbir konuda ne bilgiyi kullanabiliyor ne de onunla bir ayrım yapabiliyor. Çünkü günlük hayatı sayılarla bölüyorlar ve insanın payına ya bir çoğunluğun içine düşmek ya da bir azınlığın içinde kalmak kalıyor. Zaten ondan sonra o ait olunan grubun cismine bürünülüyor. Çünkü adetten (tane) ibaret olunan bu varlık alanı ancak duru bir bakış açısı ile görülebilir. Âdetin tercihi erke giden yolu belirlerken, aynı zamanda gücü şeklen sahiplenme olanağı da sunuyor. Bu bakımdan kullandığı oyun, yani seçiminin bedeli gücü taşıma, onu diğer bölümde kalanlara karşı psikolojik bir üstünlük olarak kullanıyor. Ya da bu durumun karşısında, seçmemesinin bedeli ise gücün oluşturduğu çemberin dışında bırakılmak ve erkin elinde bulundurduğu doğal haklardan mahrum olmaktır.

Böylesi zamanlarda yaşamak, çağın karanlığının bize yönelttiği çağrıya cevap vermeyi gerektirir. Durmadan genişleyen bu umarsızlığa, bu aldanışa karşı mesafeyi açarak etki alanından sıyrılmak ve bu karabulutların bizi teslim almasına, uyuşturmasına fırsat vermemek de aslında önemli bir adımdır. Karanlığın içinde, bize ulaşmaya çalışan bu başıbozuk halin bize bir türlü ulaşamaması için cehdimizi, gayretimizi ve her şeye rağmen ahlakımızı ve eylemimizi muhkem tutmamız gerekiyor. Netice itibari ile bu kötü, çirkin, zararlı olanı da açık edecek bir netliğe ihtiyaç var. Bu bakımdan içinde yaşadığımız zaman, bizim için yaşaması en zor zamandır. Zira her şey birbirinin yerine geçecek kadar fludur. Bir şey yapılacaksa doğru yerden başlanmalı ve nostaljiye düşmeden hareket edilmelidir. Çünkü başlangıç, geçmişle sınırlı bir şey değildir. Bunu sürekli hatırda tutarsak agâh olmaya ve iyiye yönelmeye başlamışız demektir. Gri alandan çıkmak, çerçeveden taşmak demektir.

Gönül ders-i gamın çokdanunutduhâtırın hoş tut

O mürgü başka bir sayyâdtutduhâtırın hoş tut

(Şeyh Gâlib)

Not: No Land grubundan, “Payız (Sonbahar)”ı dinliyoruz. Başka bir tat. “Gülür yeni yağış hüzünlerdi/Bilen bilir nedir sessizlikler/Atır-tuturürek bu günlerde/Yalan heyat, yalan sessizlikler”

1- Ramazanda kazandıklarımızı hemen tüketmeyelim.

2- Birbirimizi de kolay harcamayalım.

3- Ekmek ve tuz hatırına riayet edelim, bir dost kolay bulunmuyor.

4- Bu hafta istersen Erol Güngör’ün, “Kültür değişmesi ve milliyetçilik” adlı eserini okuyabilirsin.

Ne yaptığımız aracılığıyla kim olduğumuzu öğreniriz ve çektiğimiz acıyla da neyi hak ettiğimizi. (Schopenhauer, İnsan Doğası Üzerine’den tadımlık)

Tüm akıl hastalarının temelinde, meşru acıları yaşamayı reddetmek yatar. (Carl G. Junk’tan tadımlık)

“- Bu ülke dört şey ihraç ediyor: Halı, fıstık, petrol, sinema.”

(Abbas Kiyarüstemi/Duvar resimlerindeki film: Zire darakhatanzeyton)