İnsan dünyaya adım attığı andan itibaren her şeyi
isimlendirmeye başlıyor. İsimlerle yaşıyor. Ebeveynleri ve çevresinin yönlendirmesi
ile ilk öğrenmelerini gerçekleştiriyor. Sonrasında okul başlıyor. Bize mevsimleri, ayları, günleri ve sayıları
öğretiyorlar. Bizleri istenilen biçime kalıba sokuyorlar ardından da bizden
istenilen ödevleri yerine getirmemizi istiyorlar. Ne kadar istiyorlarsa o kadar
oluyoruz. O boydan yukarı çıkamıyoruz. Biraz çizginin dışına çıkanı hemen
tıraşlıyorlar. Ne kadar kodlara uygun yaşıyorsan o kadar iyisin, mutebersin
diyorlar. Öyle oluyoruz. İyi dediklerine iyi, kötü dediklerine kötü diyoruz.
Bahar diyorlar, ilkokul çocukları gibi açıyoruz. Kış diyorlar, hemen yaprak
döküyoruz. Ne bahar, baharmış ne de kış, kışmış. Aydınlanma dediklerinde biz
karanlığa, demokrasi dediklerinde kâbusa uyanıyoruz. Yaşadığımız her şeyi
dramatize edip geçiyor, magazinsel bir durakta iniyoruz. Değişim dediklerinde
aslında her şeyin eskisi gibi kalacağını ve bunun için bütün kıyametin
koptuğunu bir türlü anlamıyoruz. Çünkü her şeyi öğreten sistem düşünmeyi
unutturuyor da ondan bütün alıklığımız.
İçinde bulunduğumuz çağın en belirgin görüntüsü düş
kırıklığı ve insan ruhunun tıkanıklığıdır. Akılsız bu çağda insan, bütün
melekelerini kaybetmiş ve cihaza bağlı yaşayan insan gibi, koma durumunda.
Bütün karanlık çağlarda yaşanan en belirgin işaretler şirk, sosyo-ekonomik
eşitsizlik ve aklın işlevsizleştirilmesi, ruhun yozlaştırılmasıdır. Yozlaşan
ruh, düşünmeyen akıl ve giderek artan sosyo-ekonomik uçurumlar huzursuzluğun
ana sebebidir. Dünya hafızası giderek yorgun ve hantal bir hal alırken
yenilenme iradesi giderek uzaklaşıyor. İnsanın mutlak iktidar arayışı her şeyi
hor ve hakir bir şekilde kullanmasına, yakıp yıkmasına sebep oluyor. İnsanın
çağı alabildiğine kontrolü altına almak isteği ufku karartıyor. İçinde
yaşadığımız çağın sinir uçlarına müdahalede bulunan irade sahipleri acının
sınırlarını büyütürken aynı zamanda bu acının-karanlığın süresini uzatmaya
çalışıyorlar. Dönüştürücü ve kurucu zihne sahip olmayan bugünkü nakilci, hazır
tüketici zihinler hızla bizi karanlığın merkezine çekiyor. Bugünün gerçekliğini
bizler oluşturmuyoruz. Bizler, sadece bize dayatılan gerçekliğe maruz
kalıyoruz. Bu nedenle, bugünü anlamak, çözümlemek ve yeniden dönüştürebilmek
için çok yönlü, hakikate aç bir zihinsel sürece ihtiyacımız var. Kararan
ufukları aydınlatacak büyük bir uğraşa, disiplinli bir yürüyüşe ihtiyaç
duyuyoruz. Bu ihtiyaçtan mülhem, İslam ın bize sunduğu kendi değer ve referans
sistemini insanlığın idraki ile buluşturmalıyız. Yolda olmak bunu gerektiriyor.
Bu çağda yaşıyor olmak, zihnin işlevini yeniden ortaya
çıkarmaya bizi mecbur ediyor. Çünkü kendi gerçekliğimizi ortaya çıkarmak ve
bunu hakiki bir eleştiriye tabi tutmak bize mesafe aldıracaktır. Çağın
buhranlarını aşmak ve yarına sahih bir gelecek bırakmak ise en önemli ödevimiz.
Yaşadığımız olumsuzlukları, parçalanmışlığı, yıkımları aşacak ve sağlıklı bir
iklim kurarak insanlığı ruhsal ve zihinsel sarahate kavuşturmak
mecburiyetindeyiz. Onun için ipin ucunu elimize almalı ve bu hakikat dairesini
bir daha sahtenin eline bırakmamalıyız. Ve hikmete, irfana yakınlaşmalıyız. Gücün egemenliğine esaretten
kurtulup, Hakk ın kuşatıcı şemsiyesinin altına girmeliyiz. İnancımızın
dinamiklerini harekete geçirdiğimizde zor görünen bütün engeller kolaylıkla
aşılacak ve yeni bir iklime kavuşacağız. Bunun için çağın mesulleri olarak
sorumluluklarımızı kuşanmaktan çekinmemeliyiz. Çünkü bundan daha mühim bir
meselemiz yok. Düşünüp, akıl edip ve düşüncelerimizi aksiyona dönüştürmek
zorundayız. Gayretimiz yoksa neye yararız ki Bu tembellikle buraya kadar.
Bundan sonrası çıkmaz sokak. Haydi, şimdi yürekleri, gönülleri hakikate açma
zamanı. Hoşça bakın zatınıza
Taş Gemi
Salkım Söğüt
Ve bu yorgun/ Bu hüzünlü yüreği,
Benim değilmiş gibi/Hiç kimse görmeden
şöyle bir yol kenarına/bıraksam
(Edip Cansever)
NOT 1: Bu hafta müziğimiz Remzi Çetinkaya dan, Remzi
bizlere Alim Qasimov un seslendirdiği Eziz Dostum u tavsiye ediyor. Gözümüzün
yaşını silebilemediğimiz zamanlara ve dostlara ithaf olsun. Siz de dinlemek
isterseniz, buyurun yüreğinize nağmeler yağsın. Bir dostun incinmesinin
feryadını şu gürültülü, yapay renk cümbüşünden çıkarak duyalım.
Not 2: Bizim mahallenin güzel abileri, www.kanrevan.com
isimli bir site açtılar. İyi ve güzel abilerin vicdanlı sözlerine, hislerine,
düşüncelerine buradan ulaşabilir, hatta katkıda bulunabilirsiniz. İstanbul dan
Ankara ya ve de yurdun bütün güzel ağabeyleri bu sitede buluşuyor. Takip
edelim. Katkıda bulunalım. Teşvik edelim.
Ve motorları güneşli maviliklere sürelim.
Bize Kadar
1- WhatsApp tan her gün ayet, hadis göndermek bir tebliğ,
bir davet değildir. Sadece insanları tacizdir.
2- Facebook paylaşımlarını tutup listendeki herkese
göndermen en basit tabirle nezaketsizliktir. WhatsApp vb. ev gibidir, izinsiz
girmek, veri göndermek yanlıştır. Müsaade almadan aklına estikçe bir şeyler
göndermek haksızlıktır.
3- Sosyal medya mücahitliği ile ancak hava atılır, hava
alınır. Teknoloji nimetleri diyerek sorumluluklardan kaçmak insanın kendine
ihanetidir.
4- Telefon insanın mahremidir. Telefonun fonksiyonları da
bu alana girer. Onun için iletişimde doğru araçları kullanmak ve nezaket sahibi
olmak gerekir.
5- Ölçülü ve itidalli olmak hangi alan olursa olsun
sorumluluk gerektirir. Birbirimizin hakkını, hukukunu koruyalım.
Dağarcık
Kime dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet
verilene büyük bir hayır da verilmiştir. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt
alıpdüşünmez. (Bakara Suresi, 269)
TEKKE
Düzen Ahlakı: Düzeni ahlaklı bir hale getirmek
mecburiyetindeyiz. Düzen ahlaksız olduğu sürece, fertlerin ahlaklı olması
sadece ve sadece ahlaksız dindarlar üretmeye yarıyor. Ondandır ki sadece
menfaatinin kölesi olmuş; kendinin, cemaatinin ve hizbinin menfaatleri için her
şeyi mubah görür hale gelmiştir. Ferdi olarak nüanslar gözetmesi ve toplumun
yozlaşmasından bahsetmesi de ne ferdi ne de toplumu ahlaklı kılacaktır. Çürüme
baştan sona doğru hızla ilerleyecektir. Düzen ahlakı ise hangi tarafa ait
olduğunun bir göstergesi, alametidir. Sen neredesin