Bu yazıyı yazmaya, Amerika’nın, “Rakka operasyonunu birlikte yapalım” demesi üzerine karar vermiş ve bir tarafa not etmiştim. İlk tepkim, “Aman haa!” oldu. Bana göre,  BOP da Suriye’deki gelişmeler de ülkemiz üzerine kurgulanmış bir senaryodur. Ülkemiz İslâm dünyasının “son kalesi”dir. Allah esirgesin, bu kale düştü mü, İslâm düşmanı bütün güçler zaferlerini ilan edeceklerdir. Üzerimize oyun oynayan mihraklar aslında bizden çok çekinmekte, korkmakta, yüz yıllık planlarının bir anda yok olacağından endişe etmektedirler. Bunda da haksız değiller. 15 Temmuz’da salâlarla, tekbirlerle şahlanan bu milletin ruh cephesini yıkamadıklarını gördüler. Yediden yetmişe bu vatanın evlatlarının cihat ve şehâdet şuuru ile dolu olduğunu fark ettiler. Kıbrıs Harekâtı’nda, Doğu ve Güneydoğu’daki terörle mücadelede ve Fırat Kalkanı Operasyonu’nda, askerlerimizin ve emniyet kuvvetlerimizin kahramanlıklarını ve savaştaki ustalığını bütün dünya gördü. Ben askerliğim esnasında ve iki evladımın “Mehmetçik” olarak yaptıkları askerlikleri esnasında ordumuzdaki subayların fedakârlığını, askerlik mesleğindeki başarılarını yakinen gördüm. Bunu bütün dünya da biliyor. Bizimle oyun oynamanın basit bir iş olmadığının onlar da farkındalar. Onun için oyun içinde oyun oynamaya, kurt kapanını her yere yerleştirmeye, bizi tuzağa çekmeye çalışıyorlar. Bu girizgâhtan sonra asıl konumuza dönelim: Bütün ilgililere Rakka’ya yönelmeden önce bin kere düşünmelerini tavsiye ederim. Münbiç temizlenmeden, Tel’abyad teröristlerden arındırılmadan Rakka’ya yönelmek çok riskli bir adım olur. Muharrik-i bizzat olsak, yani bütün planı kendimiz yapsak ve uygulasak, askerî yetkililer kendi başlarına karar alsa, anlarım. Ancak Ortadoğu’daki dökülen kanların ve gözyaşlarının müsebbipleri ile birlikte hareket etmek ne derece doğrudur? Bunların ipi ile kuyuya inilir mi? Aslında El-Bab gazilerini dinlemek lazım. DEAŞ’daki Amerikan silahlarını, Amerika’nın Suriye’de YPG’yi, Şincar’da PKK’yi ağır silahlarla ve zırhlı araçlarla donatmasını göz önünde bulundurmak lazım. Münbiç daha önce DEAŞ’ın elinde idi. Bu taşeron örgüt, El-Bab’da ordumuz karşısında bütün gücüyle direnmesine mukabil, Münbiç’i tek kurşun atmadan YPG’ye bıraktı ve o bölgeden çekildi. Şimdi de YPG’nin orayı Esed güçlerine bırakması gündemde. Suriye’de aslında at izi, it izine karışmış değil. İzler gayet net. Bizim Antep tabiriyle “ak it, kara it, hepsi bir it!” 

Son yıllarda dış politikada hayatî hatalar yapıldı. Şimdi o konuyu açarak yeni bir tartışma başlatmak istemiyorum. “Düşmanın düşmanı düşman kaldıkça dosttur”, “Düşmanın dostu, dost kaldıkça düşmandır”, “Harp hiledir” gibi temel düsturlar göz önünde bulundurulabilinirdi. Suriye’de sözde “Arap baharı” yalanı ortaya çıktığında, Suriye idarecilerine; “Bu tuzağa düşmeyin. Halka zulmetmeyin. Biz kendi aramızdaki baharı devam ettirelim” denilebilirdi. Bu yapılmadı, Suriye uçağımızı düşürdüğünde, daha Amerika, Rusya, İngiltere ve diğer ülkeler o bölgeye üşüşmemişken, bugün düşünülen operasyonlar yapılabilir ve Güney sınırımız baştanbaşa ve 40-60 km derinlik ile “güvenli bölge” ilan edilip, bu bütün dünyaya deklare edilebilinir, Suriyeli bütün mülteciler o güvenli bölgede iskân edilip korunmaları sağlanabilirdi. Bütün bunlar yapılmadı. 

Geçenlerde İngiltere Başbakanı ve Genelkurmay Başkanı, Almanya Başbakanı, BM Genel Sekreteri CIA Başkanı peş peşe ülkemize geldi. Kapalı kapılar ardında neler konuşulduğunu bilemiyoruz. Ancak son derece net olarak bildiğimiz bir husus var: Bazılarına müttefik, bazılarına stratejik ortak, bazılarına Avrupa Birliği’ndeki müttefiklerimiz, vs. denilen bu mahut güçlerin bir tek hedefi var. Ülkemizi parçalamak. Ülkemizi ateş çemberi ile sarmak. Kuzey ve Güney sınırlarımızda sun’i ve uyduruk devletçikler kurdurmak. İkinci, üçüncü İsrail’i teşekkül ettirmek. Bu ülke halkını köleleştirmek… Amerika’nın PKK, YPG ve DEAŞ’ı silahlandırması, Rusya’nın kahraman Mehmetçiği “yanlışlıkla” bombalaması, İngiltere ve İsrail’in ellerini oğuşturarak “kurtlar sofrası”nın başköşesinde beklemesi, ülkemizi İran’la kapıştırma senaryoları hep meşhur tekerlemeyi akla getiriyor: “Ayının on türküsü varmış. Onu da armut üzerineymiş.” Bu “ayıların” da bütün türküleri bizim üzerimize. Ülkemiz Kanije’ye döndü. Ama unutulmasın ki bizde ne Tiryaki Hasan Paşa’lar var… Yeter ki biz bunların ipiyle kuyuya inme gafletine düşmeyelim…