Uzun yıllar ergenlerin ruhsal sorunlarıyla ilgilendim. Geçirdikleri fiziksel değişime ayak uydurmaya çalışırken yaşadıkları krizlerde onlara rehberlik etmeye çalıştım. Fıtrata yüklenmiş olan ergenliğin yetişkinliğin doğum sancısı olarak elbette hikmetleri vardı.’ Kişilik yapılanması’ böyle takdir edilmişti.
Seksenli yılların sonlarına geldiğimizde, ergenleri bekleyen bir başka gerilim ortaya çıktı: Sınav başarısı. Başarı hedefi anne babalara tek çıkar yol olarak benimsetildi. Sınav başarısı psikolojik baskı olarak ergenliğe eklenen ikinci bir yüke dönüştü.
Mesleği belirleyen en kritik sınav bu döneme rastlıyordu. Bu çağın yazgısıdır diyerek sınav kaygısını içselleştiren gençler, giderek artan bir gerilim içinde girdiler. Sınav başarmak yetmiyor birde girmeliydiler. Dershanenin arkasında duran ailelerin kararlı tutumuyla bu gerilime katlanmaya gönülsüzce razı oldular.
Çeyrek asır öncesine kadar, çocukların başarısında öne çıkan dört faktör vardı. Bunlar sağlıklı aile ilişkileri, ikincisi; çocuğun kavrama kapasitesi, dikkat, öğrenme stili gibi yeteneklerin yer aldığı kişisel donanımı. Üçüncüsü, çocuğun çalışma performansı. Dördüncü etken ise eğitim kurumunun sağladığı eğitim kalitesi.
Bu etkenler son otuz yılda değişme uğradı. Dershane çocuğu hayata taşıyan tek değeri başarı olarak belirledi ve kurumun bunu sağlayacağını iddia etti. Bu hizmetin karşılığı olarak bu hedefi benimseyen ebeveynler kurs ücreti ödüyorlardı. Her ebeveynin durumuna göre adım adım bağış yolu açılıyordu.
Akademik başarı, sınav popülizmi ile bir yarışa dönüşmüştü. Çocuğun gelişim döneminin özellikleri, sosyalleşmesi, ahlaki gelişimi, kendini ifade etmesi, kültürel dinamikler edinmesi gibi değerler önemini ve önceliğini yitirdi. Hatta eğitim ve öğretimin doğası bile değişti. Son çeyrek asırda artık tek hedef vardı. Sınav derecesi ve yüzdelik sıra.
Çocukların aile içindeki değerini deneme sınavı sonuçları belirliyordu. Deneme sınavı çocuğun benliğinin ölçü aleti gibiydi. Yeterli sıralamaya girmeyen çocuk, ağzıyla kuş tutsa bile ailenin gözüne giremiyordu.
Anne babalarda yorgun düştüler bu süreçte. Çocuğun performansı ve deneme sınav sonuçları takip edilecekti. Dershane çocuğun denemelerini anne ve babaya jurnal gibi aktarıyordu. Bu nedenle çocukla ebeveyni arasında sürgit bir sürtüşme, gerilim ve çekişme vardı.
İnsan rızıkla yaratılmıştı. Rızkı belirleyen vardı. Baş olma sevdası geçmişte savaşlar çıkmasına neden olmuştu fakat her insanı baş olmaya zorlayan adı konulmamış bir kült oluşmuştu.
Anne babalar çocuklarının saygın bir meslek sahibi olmalarını istiyorlardı. Bu masum isteklerine olmazları olduran bir hizmet arz ediliyordu.
Eğitim kurumu bu insanlar üzerinde öyle bir algı oluşturdu ki evlatları için obsesyona girmeye başladılar.
RUHLARI PRANGALAYAN ‘BAŞARI YARIŞI’ BİR PROJEMİYDİ
İlkokul birinci sınıfına giden oğlumun okulunda, ikinci yarıyılda veli toplantısı yapılmıştı. Milli eğitime bağışlanmış saygın bir şirkete ait bir okuldu. Toplantı başladı, öğretmen girizgah yaptı. Ardından velilere söz verdi. Velilerden biri “hocam sınava hazırlık için önereceğiniz bir kaynak var mı” dedi. Kulaklarıma inanamadım, adam yedi yaşındaki çocuğu sınava hazırlamaktan söz ediyordu.
Öğretmen, üçüncü sınıf için kaynak olduğunu ancak henüz birinci sınıflar için bir kaynağın olmadığından söz etti. Ancak kendisi de şaşırmış olacak ki “bu konuda hocam siz ne dersiniz” diyerek sözü bana verdi. “çocuk gelişiminin bu döneminde böyle bir uygulamaya gerek olmadığını, çocuğun eve geldiğinde arkadaşlarıyla ve oyuncaklarıyla oynaması gerektiğini” vurguladım.
Sonraki dönemde iş kaynak kitapla kalmadı, ardında kurslar ilkokul üçüncü sınıfa kadar indi.
On yaşındaki çocuğunuzu sabah uyandıracaksınız. Çocuk cumartesi pazar demeden dershanenin yolunu tutacak. Çünkü bekleyen büyük sınav var. Anneler babalar kendileri için dinlenme ihtiyaçlarını hafta sonu bir hak olarak görürken, kendi yavrucağızları için dinlemeyi çok görmüşlerdi.
80’li yılların sonlarına doğru sadece lise son sınıf için sınav kazanma yarışı vardı. Giderek birer sınıf geri gelmeye başladı. Ardından ortaokul sınavları başladı. Bunun içinde daha temel bir hazırlık olmalıydı.
Dershane, kendi elimizle çocuklarımızın başına getirdiğimiz kötülüktü. Çarpık eğitim sisteminin rağmen sınavdan bir yıl önce dershanenin lise öğrencisine sağladığı kurs imkanı normaldi. Ancak çocuk yaşlara inmesi meşum bir projeye işaret etmiyor mu sizce?
GÜLEN ZİHNİYETİYLE GELEN RUHSAL KÖLELİK
“Bu yılın sözel şampiyonu bizim dershaneden.” Soru verme çılgınlığını bir kenara bırakırsak çocukları yarışa sokulan bir yarış atı gibi hazırlandı yıllarca. Eğitim, ruh ve beden gelişimini karşılayan bir ortam olmaktan çıktı. Akademik başarı eğitim başarısı değil, dershane başarısıydı. Deneme sınavındaki sıralama hayatlarının baharındaki bu çocuklara tutulan paslı bir aynaydı. Çarpık dershane anlayışı çocuğun ve gencin bütün yeteneklerini tek ölçekle değerlendiren bir çarka dönüşmüştü.
Şahsiyet, karakter, ahlak, edep, iffet gibi kavramlar alan dışındaydı. Sözde konuşulan bu değerler ortamlarda sözün arasına sıkıştırılıyordu. Ne var ki pratikte sadece başarı yarışı vardı.
Faydacı ve aldatıcı bir başarı seferberliği icat edilmişti. Çocuğun yurt, barınma, burs, harçlık, geleceğin garantiye alınması, iş imkanı, evlenme, eşine iş imkanı, çocuğuna eğitim ve iş imkanları derken meşru yada sahtecilikle sağlanan imkânlar içinde özgürlüğüne pranga vurulan bir insan yapısı ortaya çıktı.
Ruhlara vurulan öyle bir pranga ki, benliği ezici bir karakterdeydi. Gencin hatırladıkça gönlünde fırtınalar koparan hukuksuzlukların, yüzleşmek istemediği haksızlıkların, üstü örtülmüş kulluk haklarının, anlamlı karşılık bulamadı sorularla imtizaç etmiş bir ruh haliyle daha nereye gidilebilirdi. Ruhta açılan bu derin izler artık hayatın yükünü taşıyamaz hale gelmişti. Daha kötüsü hakla batılın bu denli birbirine girdiği kişilik bölünmesinden habersiz geçen bir ömür. Bir trans haliyle yaşamak denirse bir ömürdü onlarınki.