1960 darbesinin ardından siyasi hayatın temsilcilerinin sonuncusu da hayata veda etti. Demirel bu bakımdan siyasi hayatımızın belli bir dönemine damga vuran önemli isimlerden biriydi. 1960 sonrası siyaset sahnesini hatırladığımda aklıma, İsmet İnönü, Osman Bölükbaşı, Ekrem Alican, Adalet Partisi’nin ilk genel başkanı Ragıp Gümüşpala ve vefatının ardından Süleyman Demirel’in Adalet Partisi Genel Başkanlığı’na seçilmesi ile merkez sağın temsilcisi olarak Demirel siyaset sahnesinde yerini aldı. Demirel’in Gümüşpala’nın vefatının ardından Adalet Partisi’nin ilk kongresinde sürpriz olarak Saadettin Bilgiç’i mağlup ederek genel başkanlığa seçilmesi tepeden inme bir hareket, bir projenin uygulanması olarak algılanmıştı. Buna rağmen vefatına kadar siyasette etkili olmuştur. Aynı dönemin diğer iki ismi Necmettin Erbakan ve Bülent Ecevit ve Alpaslan Türkeş siyasette etkili oldular. Demirel o kuşağın ahirete intikal eden son ismi oldu.

Dedemden gelme bir Demokrat Parti taraftarlığım darbenin ardından Adalet Partisi’nin aynı misyonun temsilcisi olarak ortaya çıkması ile bu partiye yönelmiştim. Ancak, Saadettin Bilgiç ekibinin kaybetmeleri ile ve Demirel’in genel başkanlığa gelmesi ile aileden gelme Demokrat Partililiğimde değişim başlamıştı. Bu değişim 1974 yılında Milli Selamet Partisi’nde yerimi almamla noktalanmıştır. Bu bakımdan Demirel’in siyaset sahnesinde ön plana çıkması benim siyasi tercihimde de değişime sebep olmuştur.

1970 yılında gazeteciliğe başladıktan sonra aynı mekânlarda buluşmuş olmamıza rağmen yakın temasımız olmamış, siyaseten farklı noktalarda bulunduk. Sanıyorum ilk ve son yakın temasım 1960’lı yılların sonuna doğru hazırlıkları yürütülen mahalli seçimler öncesi parti genel merkezinde mahalle muhtarları ile düzenlediği bir istişare toplantısında olmuştu. Bu toplantıya bir muhtarın daveti üzerine katılmış, parti içi bir toplantıda Demirel’i doğrudan dinleme imkânı bulmuş ve bu konuşmada ters düşmüştüm. Konuşmasında, “Kısa sürede Demokrat Parti dönemi de dâhil yapılanların fazlasını yaptık” sarf ettiği cümlesinin “Demokrat Parti dönemini küçümsemek anlamına gelmiyor mu ” soruma karşılık “Toplantının ardından bir çayımı için sorunuzun cevabını da alırsınız” demişti. O gün toplantının ardından konuşmamız mümkün olmadı. Çünkü, toplantı parti içi bir toplantı olduğu için beni davet eden muhtarı sıkıntıya sokmak istemediğim için vedalaşıp genel merkezden ayrılmıştım. Ondan sonra da siyasi anlayış olarak yollarımız hiç kesişmedi. O siyasi bir dönemin belirleyici bir lideri biz ise gazeteci olarak takipçisi olduk.

Özellikle 6 defa gidip yedinci defa gelme başarısını göstermiş olması sanıyorum mücadeleciliğinin bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Vefat etmiş bir kimsenin ardından yazılan bir yazıda Demirel’in eleştirilmesi doğru olmayacağı için ileride yeri geldikçe bu konuya temas edeceğimizi belirttikten sonra özellikle 28 Şubat sürecinde asker ve sivil darbecilerin değirmenine su taşıdığını hatırlatmakla yetinmek istiyorum. “Dün dündür, bugün bugündür” cümlesi ise Demirel’in pragmatizmini göstermesi bakımından önemlidir ve 6 defa gidip 7 defa gelişi de bu anlayışın bir ifadesi olarak yanlış olmasa gerek.

Ancak, Türkiye’nin son 50 yılına damgasını vurmuş bir siyaset adamı oluşu bir gerçek iken sağlığında ağır eleştiriler sıralayan bir takım siyaset adamları ve gazetecilerin vefatının ardından methiyeler düzmesi ölenin arkasından iyi şeyler söylemek gerekir anlayışının sonucudur. Sanıyorum her ölümün bize ne olursan ol ölümü öldürmenin mümkün olmadığını hatırlatması gerekir ve kendimizi her durumda ebedi hayata hazır tutmamız gerektiği dersini almamıza bir vesile olmalıdır diye düşünüyorum.