Yaşamında insanın en yakınlarından biridir eşi.

Hayatın acı tatlı yanları birlikte karşılanır,

Hüznün ağır cenderesi birlikte atlatılır,

Sevinçler, bir dilim ekmek, su paylaşılır.

Lakin geçen gün bir sokak röportajındaki kadın, bütün ülkeyi ağlattı.

Öylesine yoldan geçerken sorulan soruya muhtemelen kadınların çoğu evet derdi.

Soru şuydu;

“Bir daha dünyaya gelseniz, eşinizle evlenir miydiniz”?

O esnada oradan geçen kadın, hiç akla gelmeyecek bir tepki verdi,

“Asla,

Çok çektirdi bana,

35 sene dövdü beni,

En sonunda öldü de kurtuldum.

Dünyaya gelse de istemem,

Öbür dünyada da görmek istemem.

35 sene ben çalıştım, o yedi,

İçki içti,

Mezarına bile gitmek istemiyorum”,

Sunucu “neden katlandın abla” dediğinde,

“Gidecek yerim yoktu,

Çocukları annem babam istemedi,

Katlandım ben de ne yapayım,

Öldü de kurtuldum,

Öbür dünyada Allah’a hesap versin,”

Bu hanımefendinin anlattıkları, aslında çoğu kadının makûs talihi.

Üstelik susup bunu etrafa bildirmemekteler.

Fakat gönülleri öylesine kırık, yıkık, viran ki.

Elbet dayak en büyük cürüm.

Ne ki çoğu zaman manevi şiddet de had safhadadır.

Eşini dövmese de evde esir gibi gören erkeklerin,

Yuvanın huzurunu yer ile yeksan ettiği bir realitedir, ne yazık ki ülkemizde.

Eşine bağırmalar, hakaret, dışlamalar.

Mutlu olamayan annelerin bu kez şiddete yönelip evdeki esir olarak çocuklarını görmeleri.

Onlara kötü davranmaları ile,

Topluma yansıyan gerilim, şiddet, huzursuzluk.

Beşiğindeki bebeği bile güler yüz, tatlı sesle kucağınıza aldığınızda mutlu şekilde içini çekerek gözlerinize sevgiyle bakmakta.

Bir kedi yavrusunun başını okşadığınızda yanınızdan ayrılmamakta.

Sevgi ve saygının o kadar çok hayrını gören insanoğlu, nedense onu erteler sürekli.

Oysa keskin sirkenin sadece küpüne zararı yoktur bütün küplere zararı vardır.

Sadece kendi küpünü kırmaz, bütün küpleri devirir.

Evinde mutsuz bir öğretmen, hemşire, doktor; öğrencilerine ya da hastalarına da muhtemelen agresif davranacaktır.

Röportajdaki hanımefendinin dediği çok acı bir cümle var ki, ok gibi insanın ciğerini delmekte.

“Mezarına bile gitmek istemiyorum”,

O mezar ki altın bir sandıktır, hazinedir,

İçinde en sevdiklerimizi saklar.

Üzerine titreriz, oraya gitmez isek eksik kalırız,

Özlemlerinden burnumuzun direği sızlar,

Kalbimiz kanar,

Fakat o zalim adam öldüğünde bile hanımefendinin yanık yüreği onu affedememiştir.

Bir insana bundan daha büyük bir ceza olabilir mi?