“İlker Başbuğ: Erdoğan yalnız bırakıldı.”

Gazetelerden ve internet sitelerinden bu cümlenin haberini çok kişi okudu ve kendince değerlendirmesini yaptı. Hatta bu değerlendirmecilere hükumetin Çevre ve Şehircilik Bakanı’da katılarak aynı cümleyi tekrar etti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın FETÖ mücadelesinde yalnızlaştırılmasının altında, üstünde, sağında, solunda, yakınında, etrafında nenin ve kimin hesabının olduğu, milletin sezgileri yeterli sayılmayarak, belgeleriyle açıklanmalıdır.

Hükumete yakın kalemciler, katipler, köşeciler var olduğunu yazdıkları 15 Temmuz’un saklanmış siyasilerini ve emriniz olursa buradayım mesajcılarını, daha ne kadar zaman düşünen beyinlerden ırak tutacaklar?

Oralardaki o sessizlikten duyduğu endişeyi, Erdoğan’ın yalnız bırakıldığı ifadesiyle ifşa edenin eski bir GKB olduğunu da unutmamalı hayra yorucular.

Siyasetçilerin yakınındaki insanlar ve yanında taşıdığı gazetecilerdir, yaşananları anlatarak milletle irtibatlarını ve sempati alış verişlerini sağlayan.

Bu kapsama alanları çakıştırılmasını misallendirmemiz yine ve mecburen geçmişteki örnekleriyle olacaktır.

O günlerde destekçi gazetelerde yer almış şu politikacı fıkrasını hatırlayalım önce. Yazan, bizzat olaya şahitmiş gibi anlatıyor.

Meclis’te, ziyaretcilerin kabul edildiği salonda, Turan Güneş Kandıra’dan gelmiş hemşehrileriyle sohbet ediyor.

Ne var, ne yok ve hal hatır faslından sonra ziyaretçilerden biri gülümseyen bir yüzle anlattı yaşadıklarını.

- Efendim, geçenlerde Hendek’e gitmiştim.Orada da sizi konuşuyorlardı. Yani sizi Hendek’te de tanıyorlar.

Cümle böyle gelirse, nükte yapma pasını gole çevirmeden durur mu bir Turan Güneş?

- Beni Hendek’te de tanırlar ama, Hendek’i geçtikten sonra tanımazlar.

Çok çok önceleri Hendek kazasında üretilmiş bir fıkrayı böyle mi uyarladı Turan Güneş’e yakın o gazeteci, yoksa aktarıldığı gibi bir daha mı yaşandı? Bilmek ve hükümcü olmak zor. Zaten anlatmak istediğimiz de buralar değil.

Politikaya, 60 öncesinin naylon partilerinden Hürriyet Partisi’nde başlayan, yapısı gereği CHP’de devam eden ve duyduğu dedikoduları Menderes aleyhindeki belgeler olarak Yassıada mahkemelerine sunan bir Turan Güneş’i (Birkaç ay önce o ifadesini yayınladık) böyle fıkramsı olaylarla pazarlamasalardı, Ecevit’in o CHP’de bir yanı dayanaksız kalırdı.

Parlak politikacın yoksa, mevcutlardan parlat, siyasetine bir örnekti bu anlattığımız. Gücü, çevreden değil de kendinden olanlar var birde. Onlardan bahsederek varalım yalnız bırakanlar localarına.

Bugünlerde ısıtılıp piyasa edilen bir Milli Şef sözünü hatırlayın: “Hadi canım sende.”

Herkesin, her yerde ve her zaman “sevgi”yle kullanabildiği bu cümleyi İsmet Paşa muhaliflerine kullandığında, içine o ünlü kinini sıkıştırmıştı.

İsmet Paşa’nın içi “canım”lı müstehzi ifadesini, ona muhalif herkesin haydi sen de yürü ‘darağaçlarına doğru’ şeklinde anlaması normaldir. Ve işte bundan dolayıdır partililerince kullanımda tutulması.

Aforizma da denilen bu politik deyişler, o siyasetçilerin tanımlarıdır, imzalarıdır. Demirel’in “Dün dündür, bugün bugündür”, “Yollar yürümekle aşınmaz”, “Petrol vardı da biz mi içtik?”, “Tankın üstüne ben mi çıkacaktım” ve benzeri cümleleriyle tanınması, anlatılması aktarıcılarının olmasındandır. Aktarıcılar, kimi zaman yanında taşıdığı gazetecilerdir. Kimi zaman da koruması görevini üstlendirdiği milletvekilleridir, partidaşlarıdır. İcraatın içinden programlarında kullanmadı Demirel, sloganik yapılı o cümlelerini.

Dilden dile dolaştırılmaları, fıkra yazılarının, makalelerin arasındaki tekrarlarla sağlandı yıllarca.

Hal böyle iken...

Erdoğan’ın yalnızlığını, yalnız bırakılmışlığını ilan etmek bir emekli askere düştü. Bize de misallendirmek..

FETÖ’cülerin, kendilerinden bir fazla, iki fazla, üç fazla eğitim farkları olduğunu 15 Temmuz’da kurşunları ve bombaları gördükten, yazıştıkları ByLock’larını çözer gibi olduktan, algı operasyonlarında naçar kaltıktan sonra ancak anlayabilenlere eğitim vermek gibi bir derdimiz ve haddimiz olmaz, biliriz. Lakin bu hallerinden de herkesin haberi olsun isteriz.

Partisinin, gayretli ve istekli bir sempatizanına aynen şunları demiş bir AKP milletvekili.

- Sayın Cumhurbaşkanı 15 Temmuz’da Atatürk havaalanına geldiğinde yanında idim. İner inmez çok önemli bir cümle söyledi.

Görüntüleri ve mikrofonlara yaptığı konuşmalar kayıtlarda. O önemli cümleyi duyan yok.AKP milletvekilinin, cumhurbaşkanı çok önemli bir cümle söyledi, demesinin hesabı ise başka.

- Ne söylemişti diye sorar o milletvekiline, partisine gönüllü ve karşılıksız çalışan sempatizan kişi. Cevap, İlker Başbuğ’un işaret ettiği yeri göstermektedir.

- Söylemem! İleride bir kitap yazmayı düşünüyorum. Orada anlatacağım!

İnsanın, Ya rabbi, aklıma mukayyet ol, duasını yapacağı anlardandır bu an.

Bir ihanet kalkışması ile karşılaşan ve canına kastedilmesine ragmen İstanbul havaalanına inmeyi başaran bir cumhurbaşkanı, dilinin ucuna gelen bir değerlendirmeyi söze döküyor. Herkes duysun, herkese duyurulsun istiyor. 

Fakat hayır! Duyanlar, duyduklarını kendilerine saklıyorlar. Sermaye yapacaklar. Yazacaklarını düşündükleri kitaplara değer artışı sağlayacaklar.

O güne kadar yaşama garantisi var mı imiş, bir sorsaydın dedim. Milletvekili olmasının neyi az gelmişki, bir de yazarlık denemeyi düşlüyormuş, sorusu da sonraya.

Kaç yıl geçmesini bırakın, o kitabın şimdi yazılmış olduğunu düşünün. Cumhurbaşkanı’nın havaalanında söylediği o cümle kime, ne anlatacak?

Yahut inandırıcı olacak mı?

Bu kadar mı teferruatlı düşünür ihanet eğitimli bir terör teşkilatı ve bu kadar mı ince ayar çeker, hatta düşman saydıklarına dahi..

İlker Başbuğ, o dedikleriyle FETÖ’yü anlatmıştı. Ben böyle yordum. Neye sayarsanız gayri..

CUMHURİYET’TE MUTLAKİYET

Gözaltına alınan Cumhuriyet yazarı İbrahim Engin Aydın’a soruyorlar:

- Neden gözaltına alındınız?

- Cumhuriyet’te çalışıyorum, yetmez mi?

Hazırlanılmış, çalışılmış, kelimeleri özenle seçilmiş bir cevaptır bu. Bir savunma cümlesi değil, bir suçlama cümlesi.. Çalışılan yer korunmuyor, öne çıkarılıyormuş gibi yapılsa da..

Hassasiyetlerin üstüne gitmeden, 25 yıl önce, tam da bu ayda yayınlanmış bir “Uğur Mumcu” yazısından bir kaç paragraf okumanın vaktidir. Hem bu yazı, bu ülkede bir Uğur Mumcu olmasın, diyenlerin sebeplerini de söylüyor gibi..

YOL AYRIMI

Nadir Nadi’nin ölümünden sonra bu gazetede onurlu gazetecilik yapma olanağı kalmadığı için.. Cumhuriyet gazetesinde, artık araştırmaya, olaya, habere, belgeye ve bilgiye dayalı gazetecilik yapılamayacağı için.. Gazetelere kredi veren bankalar ile ilgili yayınlar yapılamayacağı için… Adları gazete sütunlarından inmeyen büyük işadamları ile ilgili kanıtlı-belgeli dosyaları yayınlama olanağı kalmadığı için.. Atatürk devrimlerinin, bu gazetede bundan sonra, inançla ve dirençle savunulamayacağını anladığımız için.. Emekçi halkların yeterince savunulamayacağını bildiğimiz için..

Ve gazetede çok sesliliği sağlayacak ortaklaşa sorumluluk ve ortaklaşa yönetim yerine, “yetenekleri sınırlı, ihtirasları sınırsız” bir insanın tepeden inme buyruklarına dayalı “tek adam yönetimi” kurulduğu için..

Olayın özeti budur.

(….)

Böyle bir darbeyi ve böyle bir yol ayrımını, Nadir Nadi yıllar önce görmüş ve bizlere “Hasan Cemal’e hiç güvenmiyorum, görevden alayım, size benim ölümümden sonra oyunlar oynar” uyarısında da bulunmuştu. Bizler, Nadir Nadi’ye son yıllarında böyle bir sıkıntı yaşatmayı saygısızlık saydık… Hasan Cemal, bu yüzden görevinde kaldı ve bizlere de, o günlerde yine teşekkürler etti.

Hasan Cemal’in kişilik ve ruh yapısını bildiğimiz için, bütün bunlara hiç şaşırmıyoruz.

HEYBE HAZIR

ABD seçimlerini Trump kazanırsa eğer, kartel medyasının katkısı görmezden gelinmesin.

90’lı yılların başındaki Hürriyet gazetesinden aldığımız bu habere bir bakın. Sonrasında bu ülkenin İstanbul Şehrinde de yükseldi “Trump”lar ve o fakrü zaruretin yerinde yeller estirildi.

Biz boşuna demedik, Kartel’in Trump aşkıyla yandığı o günlerde: Trump’un büyüğü heybede, diye…