İzmir’de üç yıl önce bir genç kız kendini boşluğa bırakıyor ve intihar teşebbüsü akim kalıyor: ölmüyor!

Önceki gün yarım bıraktığı işi tamamlamak için bu sefer 5 yıldızlı bir otelin 6. Katına çıkıyor. Kendini boşluğa bırakıyor. Bu sefer başarıyor!!!

Kendi canına, hayatının baharında yani, 24 yaşında kıyıyor.

Ayşegül’ün ailesi kederli. Kolay değil, ateş düştüğü yeri yakar.

Diyorlar ki:

“Onu lüks hayat tutkusu ölüme götürdü.”

Aile, kızlarının daha 16 yaşındayken lüks hayata imrendiğini ve bu uğurda evden kaçtığını gözleri yaşlı bir şekilde anlatıyor.

Ayşegül, lüks hayat tutkusunun ne ilk  ne de son kurbanı olacak!

Lüks tüketimi körükleyen en büyük unsurun medya olduğunu bilmeyenimiz yok. Hep tekrarlıyoruz ve kalemimiz el verdiği müddetçe buna sık sık vurgu yapacağız.

LÜKS HAYAT YOLDAN ÇIKARIR

Şimdi biz “lüks hayatın getirdiği pişmanlıkları” anlatıp, bilgiçlik taslayacak değiliz. Ama, bu hayatı birebir yaşamış, ünlü bir şarkıcı ve şimdilerde “Huzur Sokağı” adlı dizide rol alan Yeşim Salkım’ın sözlerini size hatırlatmak istiyorum.

Şöyle diyor:

“Bu para denilen illet, insanı hakikaten yoldan çıkartır. Yani deli gibi para harcarsın, 55 metrelik yat yetmez 75 metre alırsın. Evin içinde 10 hizmetçi yetmez 20’ye çıkarırsın. Budur yoldan çıkmak. Sokaktaki aç insanı unutuyorsun. Dinini unutmaya başlıyorsun. Ben hayatımda domuz eti yemedim, ama benim çevremdeki herkes domuz eti yiyordu ve ben bunu gördükçe midem bulanıyordu. Para bende, öyleyse güç bende oluyorsun. Yaratanını unutuyorsun. Ve O da bir gün sana öyle bir tokat atıyor, ‘kendine gel’ diyor.”

MANEVİ DUYGULARI YİTİRİRSİN

Sözlerin devamına bakalım:

“Şimdi, o lüks hayatı değil, eski günlerimi özlüyorum. Biz bir apartman dairesinde, üç oda bir salon bir dairede oturuyorduk. Keşke o kadar paramız olmasaydı. Keşke tekneler, uçaklar hiçbiri olmasaydı. İşte insanlara bunu anlatıyorum.”

“Manevi duygularını yitiriyorsun. Maddi duygular ön plana geçiyor. Nerede olduğun değil, kiminle olduğun önemli. Sen bir çadırın içinde çok sevdiğin bir insanla yaşıyorsan, o çadır sana saray gibi gelir. Ama sen bir sarayın içinde tek başına yaşıyorsan o saray sana hapishane gibi geliyor. Yani maddiyet öne çıktıkça kibirleniyorsun. İnsanları hor görmeye başlıyorsun. Yani bu para denilen illet, insanı hakikaten yoldan çıkartıyor.”

SANATÇILAR RUH HASTASI

Salkım’ın itirafları devam ediyor:

“Zaten sanatçıların hepsi ruh hastası. Hepimize bak, çantasını aç içinde mutlaka Zanax’a, Prozac’a rastlarsın. Mutlaka terapiste gidiyoruz ama saklarız. Artık bu gerçekleri ben kabul ettim.

Biz bütün sanatçılar için üç beş evlilik gayet normal. En kıytırık sanatçıya bak; yine üç evlilik… Neden biz de tek evli olamıyoruz, ya da iki Hayır kardeşim bize dört, beş yani… Olamıyor, çünkü açız. Kapatamıyoruz bunu ve bir sanatçının bunu kapatması da mümkün değil. Benim hayatımdaki en büyük mutluluğum şarkı söylediğimde 20 bin kişinin bir ağızdan, ‘Yeşim’ diye bağırması… Ve sen eve gelip, tek başına bir adamla kalıyorsun ve diyorsun ki; ‘Acaba bu beni hayranlarım gibi böyle seviyor mu ’ Böyle bir şüphe ile olabilir mi Bu hastalıklı bir duygu.” (Kenan Erçetingöz, Yüz Yüze programı, 2009)

DAHA KAÇ KURBAN

 

Maneviyatın bozulduğu, duyguların sahteleştiği, gösterişin ön plana çıktığı bir dönem yaşıyoruz. Bunun sonucu olarak doğal hayatın dengesi bozuldu. Tatminsizlik, dünyaya aşırı bağlılık, mala ve lükse düşkünlük, sari bir hastalık gibi bizi çepeçevre kuşattı.

Bitmek bilmeyen arzular, pahalı otomobiller, akla hayale gelmeyen her türlü tüketim, ne yazık ki bedel olarak yeni kurbanlar istiyor.

Daha kaç Ayşegül kurban vereceğiz