Geçtiğimiz günlerde başlayan ve çok büyük bir alanda etkili olan bir yangın vardı biliyorsunuz. Ortadoğu’da çıbanbaşı olan ve sürekli kan ve zulümle beslenen İsrail’de bir müddettir devam eden kuraklığın peşi sıra birçok noktada başlayan yangınlar oldu. Hayfa gibi ülkenin üçüncü büyük şehrindeki on binlerce insan evlerini terk etmek zorunda kaldılar.

Biz burada yangın ve nedenlerini yazacak değiliz elbette. Bizim muradımız İlahi bir ikaz çeşidi olan yangından gerekli mercilerin ders çıkarması olacaktır.

İkinci dünya savaşı sonrası Filistin topraklarında kurulan zalim devlet, kurulduğu andan itibaren ne kendisi rahat etmiştir ne de çevresine rahat etme imkânı sağlamıştır. Sürekli kan ve gözyaşı ile beslenen bu vahşi devlet öncelikle Filistinli çiftçileri baskıyla kendi yurtlarından kovmuş ya da öldürerek kendi yurtlarını bu masumlara mezar etmiştir.

Baskı ve zulüm sadece Filistin’le sınırlı kalmamış civar ülkelere de kan ve gözyaşı taşımıştır. Kendi inanç sistemlerinden kaynaklı Nil’den Fırat’a vaat edilmiş toprak sevdası ile sürekli büyümeyi hedefleyen zalimler bu topraklar için nice masumun kanını dökmüşlerdir. Bunca zulüm ve gözyaşı yetmemiş olacak ki sürekli fitne ve nifak tohumları serpiştirdikleri toplumların iç huzurlarını bozmuş ve birbirleriyle didişmelerine sebep olmuşlardır.

Habis ur geldiğinden beri Ortadoğu sürekli kan ve gözyaşıyla yoğrulmakta, insanlar zulüm ve baskı görmekteler. Dünyanın efendisi olduğunu iddia eden bir zümre sahip oldukları güçle birlikte vaat edilmiş topraklara kavuşmak sevdasıyla hem Ortadoğu’yu hem de İslam coğrafyasını sürekli rahatsız etmekteler. Müslümanların da bir ve beraber olamamaları bu rahatsızlığı arttırmakta ve onların ekmeğine yağ sürmekte adeta.

Biliyorsunuz şimdi bu yok hükmündeki devlette birkaç gündür yangın var. Ortadoğu’yu ateşe verenlerin ateşle imtihanı olsa gerek. Malumunuzdur kıyamet öncesi beklenen büyük savaş esnasında İslami inanışa göre tüm canlı cansız varlıklar Yahudi’yi ihbar edeceklerdir. Yani, “Ey Müslüman gel bak burada bir Yahudi saklanmakta” diyecektir. Tabi bu ihbarın akabinde de sonuç malum katledilecekler. Bu ihbarın bir istisnası var sadece. Gargat denilen bir ağaç ki hadis-i şerifte şöyle bahsedilmektedir; “Yahudilerin taşların ve ağaçların bile arkasına saklanacağı, buna karşın Gargat ağacından başka bütün taş ve ağaçların: “Ey Müslüman, Ey Allah’ın kulu, Yahudi arkamdadır, gel onu öldür.” (Buhârî, Tecrid, IX, 73; Tirmizî, Birr, 25; Fiten, 2; et-Tâc, I, 25). İşte bu Gargat denilen ağaçtan zalim devlette oldukça bol miktarda bulunuyordu. Allah’ın hikmetine bakın ki yangın en çok da bu ağaçlara zarar vermiş. Binlercesi çıkan yangınla birlikte cayır cayır yanarak yok olmuş.

Kendisi de bir terör devleti olan zalim devlet bunu bir terör saldırısı olarak görmüş ve birçok kişiyi gözaltına aldığını ifade etmiştir. Öncelikle şunu söyleyeyim ki terörle beslenen gün gelir teröre yenik düşer. Er geç ekilenlerin bir mahsulü elbette olacaktır. Yıllarca masumlara kan ve gözyaşı sunanlar bunun hem bu dünyada hem de ahirette mutlaka karşılığını göreceklerdir. Kimsenin yaptığı yanına kâr kalmıyor neticede. Aslına bakarsanız Müslümanların daha kuruluş aşamasında bu işgalci devleti hak ile yeksan etmeleri gerekiyordu ama dedik ya sürekli fitne tohumu ekmeleri neticesinde bir araya gelemeyen Müslümanlar yıllardır zulmü sadece seyretmekler. Birleşmek için girişilen mücadelelerde de akıbet ne yazık ki pek müspet olmamaktadır. Hatırlayınız Refah-Yol döneminde rahmetli Erbakan’ın D-8 çalışmasını. Müslümanları bir araya getirmek için gerçekten ciddi bir çalışma yapılmış ama gücü elinde bulunduranlar ve ne yazık ki bu güce teslim olmuş olan yerli piyonlar boş durmamış ve arzu edilen neticeye tam olarak varılamamıştır. Bu anlaşmaya imza atan siyasi liderlerin neredeyse tamamı siyasi arenadan el çektirilmiş ve anlaşmaya taraf olan devletler çeşitli sürelerle kargaşaya mahkûm edilmişlerdir. Kiminin cezası dolmuş (!) kiminin de hâlâ devam etmektedir.

Bir yangından nerelere geldik! Yangın, sel, deprem gibi tabi afetlere kimse sevinemez elbette. Pek çok masum canlı bu afetlerden etkilenir. Yuvalarından olur, hayatlarını kaybederler. Sadece bir başka yere üzerinde çulla gitmek bile sefalettir. Tıpkı Filistinliler gibi birkaç kuşağın çadır kentlerde, sürgünde yaşaması gibi acıklı bir durumdur bu durum. Umarım ormanlarda yaşayan börtü böcek, vahşi hayatın olmazsa olmazı canlılar bu yangınlarda pek zarar görmemişlerdir. İnsanız elbette doğayı severiz. Hatta doğayı korumak insanlığın en başta elen görevi olmalıdır. Doğada, ormanlarda o dili olmayan Allah’ın hikmeti gereği yaşayan canlılardan telef olan varsa onlara gerçekten çok üzüldüm. Gerisi için diyeceğim bir tek şey olabilir ateşle oynayan ateşi yanı başında bulur. Bir bakmışsınız eli, evi de o ateşten nasibini alır…

Minik bir tebessüm

Üç gün

Bir gün Temel ile Dursun yabancı bir ülkeye giderler. Temel büyük bir kuleyi göstererek Dursun’a der ki:

- Ha burası dünyanın en yüksek yeridir. Tepesinden atlarsan ancak üç günde yere inersin.

Dursun hayretle sormuş:

- Yere düşünce ölür müyüz peki?

Temel:

- Ya ne zannettin. İnsan üç gün aç susuz yaşayabilir mi?..

İlgilisine notlar:

yy Su temel insan hakkıdır özelleştirilemez diye anayasaya madde koymuşlar. Yok ya elbette bizimkiler değil gavur Slovenya yapmış bu işi.

yy Düşünsenize Sabiha Gökçen Havalimanı’nı almışsınız. O biçim havanız olur. Millet araba alamazken sizin havaalanınız var.