Gerek Türkiye ekonomisinde gerekse küresel düzeyde son bir kaç ayda alınan kararlar ve bunlara ilişkin tartışmalarda temel amacın durumu düzeltmek değil, daha kötüye gitmesini engellemek olduğu dikkat çekiyor. Ortada çok uzun bir süredir söndürülemeyen, yayılıp daha tehlikeli olması engellenemeyen bir yangın var. Etkili ve yetkili kesimler ateşle değil de dumanı ile uğraştıkları sürece belirsizlik ve kırılganlık artıyor, tehlike büyüyor. Durum böyle olunca da görüş ayrılıklarının su yüzüne çıkması, gerginliğin artması kaçınılmaz oluyor. Ülkemizde bir yandan gaza mı frene mi basılacağına ilişkin tartışmaların yanı sıra özel tüketim vergisinde yapılan son ayarlamalar ve zam tartışmalarını bu kapsamda değerlendirmek gerekiyor.

Türkiye ekonomisinde hem dış satım imkanlarının daralıyor, hem de iç talebin durgunlaşıyor olması sıkıntı yaratıyor. Bu eğilimlerin sonucu olarak bütçe açığı büyüyor, paranın devir hızının nispeten seri bir şekilde düşmesi ile birlikte borç-alacak zinciri çatırdıyor, dış ticaret hacminde miktarsal daralmanın başlamış olmasına rağmen cari açık daha fazla küçülmüyor, sorunlu krediler artıyor. Bu ortamda maliye ve para politikası uygulamalarının nasıl olması gerektiğine ilişkin tartışmalar büyüyor, ekonomi daralıyor. Ekonomi yönetimi içinde çoğunluk durumunda olan grup tehlikenin farkında olunduğunu, mali disiplinden taviz vermeksizin tedbirli olunması gerektiğini savunuyor; görece daha etkisiz ve küçük olan farklı görüş ise söz konusu yaklaşımın sıkıntıyı iyice arttırabileceğini iddia ediyor, öncelikle faizlerin düşürülmesi ve tedbirli yaklaşımdan vazgeçilmesi gerektiğini öne sürüyor.

Faizlerin hızla düşürülmesi gerektiğini öne sürenlerin yaklaşımı sanayideki durumun aşırıya varan ölçüde kırılganlaşmış olmasından kaynaklanıyor; ihracat ve 2023 hedeflerinin ön plana çıkarılmış olması bu gerçeği gizliyor. Hem kredi akışkanlığının şok bir şekilde arttırılması, hem de dış satım artmıyor ise iç talebi arttırarak üreticilerin rahatlatılması yaklaşımı ön plana çıkıyor. Onlara göre eğer mali disiplin ön plana çıkarılır ise enflasyon baskısı artacağı ve faizler daha fazla gerileyemeyeceği için üreten kesimlerde tehlikeli bir yaprak dökümü yaşanabilir ve gelişmeler kontrolden çıkabilir. Bu olumsuzluk dalga dalga tüm ekonomiyi etkileyebilir ve yaklaşan seçim maratonunda evdeki hesapların çarşıya uymasını engelleyebilir. Bu tehlikeyi çok ciddi gördükleri için görüş ayrılığının kapalı kapılar ardına çıkabildiğini dikkate almak gerekiyor.

Görece daha belirleyici olan grup ise öncelikle faizlerin seri bir şekilde düşürülmesinin daha tehlikeli olacağını düşünüyor. Böyle yapılır ise gerek yabancı ilgisinin hızla azalması gerekse yüksek düzeyde kur riski taşıyanların bunu azaltacak fırsat bulması nedenleri ile Türk Lirasının oldukça tehlikeli bir şekilde değer kaybedebileceği endişesini önemsiyor. Faizlerin geriletilmesi yolu ile ortaya çıkacak fiyat dalgalanmaları ve buna bağlı kontrol kaybından öncelikle kaçınmaya çalışıyor. Onlara göre eğer faizleri düşürmek, daha büyük faiz yükselişine sebep olma riski taşıyor ise bu seçenekten uzak durulmalı... Özetle söylemek gerekir ise biri kesin risk almak lehine diğeri ise ek risklerden kaçınmak lehine tavır alıyor. Bu iki görüşün de haklı oldukları yönler var fakat sonucu değiştiremiyor, belirsizlik ve kırılganlığın artmasını engellemiyor.

Fakat bu tartışmada ön plana çıkmayan bir gerçek var: Birikerek büyümüş maliyetlerin faturası ağırlıklı olarak üreten kesimler tarafından mı yoksa mali sektör ve kamu yolu ile geniş kesimler tarafından ödenecek Öncelikle faizlerin düşürülüp düşürülmemesi bu konuda kısmen ve geçici olarak etkili olabilir. Fakat her ihtimalde sorunlar ağırlaşmaya, hareket yeteneği daralmaya devam eder; tehlike büyür. Ne dersiniz etkili ve yetkili ateşi mi söndürmeye çalışıyor yoksa dumanı ile mi uğraşıyor ..