Anadilde eğitim talebi zaman zaman gündeme gelen ve çoğu zaman da kavramların birbirine karıştırıldığı bir konu. Öncelikle şunun altını çizmek gerekir: Ana dilin eğitimi ile anadilde eğitim aynı şey değildir.

Bugün Türkiye’de anadilin eğitimi ya da öğrenilmesi konusunda en ufak bir kısıtlama yoktur. Türkiye’de bugün isteyen öğrenci, okullarda birçok dili seçmeli ders olarak okuyabiliyor.

Türkiye’de Kurmanj ve Zazaca dillerinde seçmeli ders, T.C. Milli Eğitim Bakanlığı okullarında ortaokul seviyesinde yani 5-6-7-8. sınıflarda verilmektedir. Bu eğitim hakkı Çözüm Sürecinde verilmiştir. O günden bu yana son on yılda ülkemiz genelinde Kurmanj ve Zazaca (Kürtçe olarak yaygın ifade edildiği üzere) dillerinde seçmeli ders talebi 80.000’lerden 35.000’lere düşmüştür. Günümüzde Türkiye’de ortaokul seviyesinde eğitim alan 5314796 öğrenci bulunmaktadır (Milli Eğitim Bakanlığı, Aralık 2024). Türkiye’nin güneydoğusunda Kürt etnisitesinden olan Türk vatandaşlarının yoğun olarak yaşadığı 12 ilde (Ağrı-Bingöl-Bitlis-Muş-Tunceli-Siirt-Batman-Mardin-Diyarbakır-Hakkâri-Şırnak-Van) ortaokul seviyesinde eğitim alan toplam 600984 öğrenci bulunmaktadır (Milli Eğitim Bakanlığı, Aralık 2024).

Türkiye’de 2025 Ocak itibariyle ortaokul seviyesindeki öğrencilerden bu sene 35004 kişi Kurmanj veya Zazaca’yı seçmeli ders olarak seçmiştir (Milli Eğitim Bakanının Plan Bütçe Komisyonu’na verdiği yazılı açıklama, Ocak 2025).

Resmi açıklamalara göre, Kurmanjca/Zazaca’yı toplamda seçen öğrenci sayısı, Türkiye geneli akranlarının ancak %0,66’sına, 12 il geneli akranlarının sadece %5,82’sine karşılık gelmektedir.

Görüldüğü üzere Türk vatandaşı Kürtlerin Ana Dilde Eğitim talepleri olduğu bir safsatadan ibaretken toplumumuzun bu kesimi tarafından etnik dil seçmeli dersi talebi bile sahiplenilmemiştir.

Fakat anadilde eğitim talebi ise bambaşka bir taleptir. Yani ana okulunda eğitimin tümden resmi dilden farklı bir de olması, o olursa ilk ve orta öğretimin tümüyle yine resmi dilden farklı bir dilde okulların açılmasını, o da olursa resmi dilden farklı olarak başka bir dilde eğitim veren üniversitelerin açılmasını ve nihayetinde devlet kadrolarında iş verilebilmesi için o dilde kadrolar açılmasını ve yazışmaların dahi o dilde de yapılmasını gerektirir. Bu, bir devletin ikinci bir resmî dil oluşturması demektir. Bu adımın pratik sonucu ise iki dilli bölünmüş bir devlet yapısı yani parçalanma gerektirir. Devletin resmi dili dışında, bir başka dilin eğitim dili olarak kullanılması, bırakınız ulus devletleri, günümüzün en büyük federasyonları olan ABD, Rusya Federasyonu, Almanya Federasyonu gibi devletlerde dahi görülmemektedir. Rusya’da eğitim dili Rusça, ABD’de İngilizce, Almanya’da Almanca’dır. Dil bir devletin insan topluluğunu bir arada tutan ve o topluluğa halk niteliği kazandıran en önemli unsurdur.

PEKİ TERÖR ÖRGÜTÜ VE UZANTILARI, İKİNCİ BİR DİLİN VE İKİNCİ BİR HALKIN ANAYASADA ZİKREDİLMESİNİ NEDEN İSTİYOR?

Burada kritik bir hukuk meselesi daha devreye giriyor. 1933 Devletlerarası Montevideo Sözleşmesi ve Cemiyeti Akvam’ın 1930 tarihli Sürekli Adalet Divanı kararları, “hangi toplulukların halk niteliği taşıdığı” ve bunlardan hangilerinin kendi kaderini tayin hakkı olduğu” konusunda uluslararası hukuk zeminini oluşturur. Eğer bir ülkenin anayasasında veya yasalarında birden fazla halk, birden fazla dil, birden fazla etnik kimlik ya da özerk, özel vs. bölge zikredilmişse, bu dili konuşanlar, o etnik gruba mensup olanlar ya da o bölgelerde yaşayanlar referandumla ayrılma hakkı talep edebilirler. Kosova’nın bağımsızlık süreci buna en somut örnektir. BM hukuku da bu çerçevede işlemiştir.

Bu nedenle dünyadaki tüm bölücü örgüt ve yapılar bu taleplerde bulunurlar.

Bugün terör örgütü PKK’nın da söylemlerine bakıldığında, örgütün hâlâ “anadilde eğitim” ve “özerklik” gibi talepleri ısrarla gündemde tuttuğu görülüyor. Örgütün propaganda içeriklerinin önce Kürtçe okunması da bu stratejinin bir parçası. Buna rağmen bazı çevrelerin bu gerçekleri göz ardı etmesi, meseleyi sadece “kültürel talepler” diye sunması oldukça tehlikelidir.

Anayasal ve yasal metinlerde Türkçeden başka bir dilin eğitim dili şeklinde dahi resmiyet kazanması, etnik grupların kurucu halk olarak yazılması veya Türk Milleti kavramının kaldırılması Türkiye Cumhuriyetinin parçalanmasına neden olur. Bu çerçevede, devletin eğitim dilinin Türkçe olduğunun zikredildiği Anayasamızın 42’nci ve “Devlete vatandaşlık bağı ile olan herkes Türk’tür” ifadesinin yer aldığı 66’ncı madde son derece hayatidir

Özetle, anadilde eğitim, teknik bir eğitim politikası değil, devletin birliğini doğrudan ilgilendiren bir egemenlik meselesidir. Ancak ana dilin öğrenilmesi farklı bir husustur ve bu konuda zaten engel yoktur. Aman Anayasa’nın 42 ve 66’ncı maddelerine dikkat!

DAHA DEMOKRATİK, KAPSAYICI, EŞİTLİKÇİ VE SİVİL BİR ANAYASA TALEP EDİLİYORMUŞ?

Gerçekten bu taleplerde bulunanlara şu soruları sormak lazım,

Onlarca kez değiştirilmiş Anayasanın hangi maddeleri sivil, eşitlikçi ve demokratik değil?

Hangi maddeleri, neden ve nasıl değiştirmek istiyorsunuz?

Peki Anayasa Türk Milletinin ve Devletinin temel yasası olduğuna göre ve demokrasiden dem vurduğunuza göre 400 milletvekili ve üstü oyla değişiklik yapıldığında Milletin kendisinden yani asilden referandum yolu ile onay almayı düşünüyor musunuz?

Öte yandan Anayasa’nın kapsayıcı, demokratik, eşitlikçi, darbeci, asker olduğunu iddia edenleri Anayasanın 10 maddesini okumalarını öneririm; Anayasamızın 10. Maddesi şöyledir; “Herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri inanç, benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Devlet bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bundan daha kapsayıcı, daha eşitlikçi daha özgürlükçü bir madde olabilir mi ? “

Bu madde sizi tatmin etmeyen nedir? Ne eklenmesini ya da çıkarılmasını istiyorsunuz?” diye sormak lazımdır.