Başlığı okuyup da sakın yazıya bir Orta Anadolu türküsüyle başladığımı sanmayın.

Başlığı metne yerleştirirken dilimden kayıp altı üstüne geldi ve böyle oldu.

Başım da başlığım gibidir, yastıktan kayıp düşer.

Başım yastığı bırakıp başını alıp gitmiştir sanki.

Bir yastık altı muhabbetidir gidiyor.

Benim yastığımın altında genelde ya kitap olur ya kâğıt kalem.

Milletin döviz birikimlerini -hırsıza yol göstermek gibi olmasın- yastık altında sakladığını şu ekonomik kriz sürecinde daha bir öğrenmiş olduk.

Her ne kadar kayıt dışı olsa bile devlet vatandaşın yastığının altında ne kadar para ve altın olduğunu biliyor.

Yastık altlarında yaklaşık 3 bin ila 5 bin ton arasında altın olduğu resmi makamlarca söyleniyor.

Düğünlerde saatlerce süren takı merasimlerine bakacak olursak bu oran gayet normal sayılır.

Yastık altı döviz oranı ise milyarlarla ifade ediliyor.

Acaba yastık altında Türk Lirası saklayan var mı?

Uçucu bir özelliğe sahip olduğu için TL ile tasarruf zor. Zira yastıktan kayıp düşmesi muhtemel.

Kayıt dışılık Türk toplumunun eskiye dayanan kendini koruma refleksi.

Bir şey kayda geçtiği zaman ardından maddi yükümlülüklerin geleceğini biliyor halk.

‘Kayıt’ kelimesinden ürküyor bir kere.

Okula çocuğunu kayıt ettirirken okul idaresi tarafından istenen para altından kalkılacak gibi değil.

Her kayıt bir kayıpmış gibi görülüyor.

Bankaya güvenmiyor halk.

Parasını riske atmamak için herhangi bir şekilde ekonomiye kazandırma amaçlı bir yola da başvurmuyor.

Zor zamanlarda elinden tutacak bir güvence olsun için çaresiz ‘yastıkbank’a yaslıyor parasını.

Bankaya yatırmaktansa yastığa yaslamak daha güvenceli geliyor.

Euro’nun 7 lirayı aştığı Doların 7 liraya doğru yaklaştığı bir ortamda kısa günün kârı peşinde koşanlar saatlerini döviz kurlarına endekslemiş durumda.

Yastık altında üç beş kuruşu olan yoksul ve orta gelir düzeyindeki halk ise sebebini ve şiddetini bilmediği bu ekonomik savaşın salvoları karşısında tamamen yok olmamak için biriktirdiği parayı bir kenarda tutuyor.

Varsıl kesim yastık altı bir tasarrufa ihtiyaç hissetmediği için dolaşımdaki paralarını ya bankalarda en kârlı yatırım ne ise ona dönüştürüyor, ya da hareket halindeki paralarının değer kaybını önleyebilmek için tetikte bekliyorlar.

‘Yastık altı’ diye bir ekonomi oluşmuş ise şayet, bunun önemli bir sebebi de sabit gelirli vatandaşların kendi kendilerini sigortalamak gibi zor zamanlara mahsus bir refleks ve tutum geliştirmelerinden dolayıdır.

Bu millet krizlerle çarpışarak bu günlere gelmiştir.

Ece Ayhan’ın dediği gibi: “Velhasıl onlar vurdu biz büyüdük kardeşim”

Amerika ambargosuna karşı kanaat, dayanışma ve de şahsiyetli bir duruşla mukavemet gösterecek karaktere sahibiz. Milli seciyemiz buna uygundur.

Asıl mesele şudur ki paranın her dönem mağdur ettiği yoksul ve de asgari ücretlerle geçinmeye çalışan insanların üzerinden de bu ekonomik baskıyı elbirliği ile kaldırmak gerekli.

Unutmayın Amerika içimize kapitalizmle girdi ve toplum olarak kapitalizmle süregelen bu savaşı kazandığımız zaman defolup gidecektir. 

HASAN BOZDAŞ İLE ÂDİL BİR AKŞAM

Hasan Bozdaş Diyarbakırlı. Ülkenin bütün seçkin edebiyat dergilerinde yazıyor. Dergâh, Mahalle Mektebi, Hece ve İzdiham bunlardan sadece birkaçı. Hukuk bitirmiş. Dış politika ve insan hakları üzerine çalışıyor. Dış politikayı bilmem, ama şairseniz ‘insan hakları’ üzerine çalışmaktan ziyade mücadele edersiniz. Hasan Bozdaş ilk şiir kitabının başlığını hukukçu kimliğiyle bağdaştırarak ‘ Adil Bir Akşam’ koymuş. Gerçi hep söylenir ya ‘şairlerin hayat hikâyeleri yoktur, şiirleri vardır’ diye, biz de bunu dikkate alıp şu dizeleri şairinin ağzından dikkatte dinleyelim: “ben doğduğumda / çocukları delirmesin diye anneler / hasan dağıttılar / O kadar çok baktım ki uzağa / öldüğüme inanmadılar”. Hangi birini alıntılayayım bu şiirlerin, her biri başka güzel. Hüznü, acıyı, sıkıntıyı, ıstırabı ve ölümü güzelleştiriyor bu şiirler. ‘Saatin Hiç Atmadığı İnsan Durumları’ndan bahsedecektim size, fakat şiirin bahse konu olmayacağını hatırladım birden. Daldan olgun bir meyveye uzanır gibi uzanıp bir dizeyi sundum size; işte bu: “İnsan yeterince dışardan gelmiştir”. Bir ilk kitabın okuyucunun elinde ikinci hatta üçüncü kitap gibi durması nasıl bir şeydir? Bunu bilenler bilir. Hasan Bozdaş’ın ‘Adil Bir Akşam’ kitabındaki şiirlerini okurken adalet duygusunu sonuna kadar kullanarak ‘bu kitap ilk kitap tedirginliğini üzerinden atmış bir şairin geç kalmış üçüncü kitabıdır’ demekten kendimi alamadım. İyi ki de kendimi böyle söylemekten alamamıştım, o zaman kalkıp tepeden inme çözümlemeler yapmaya kalkacaktım birileri gibi. Sevgili okur, âdil bir dünya özlemiyle, âdil bir düzen hedefini kuşanarak umudu birazcık yeşertmek istiyorsan şairin ‘Âdil Bir Akşam’ kitabıyla huzurlu bir akşam geçirmeni tavsiye ederim. Yine de sen bilirsin. (Adil Bir Akşam-Hasan Bozdaş-Hece Yayınları)