Ağustos böceklerinin yaşam standardı, sanatın ve sanatçının içinde bulunduğu durumu ele vermesi açısından doğrusu kayda değerdir. Yıllar yılı gün ışığı görmek uğruna çalışıp, didinip yüzeye çıkarlar. Çıktıktan sonra etrafa neşe katmak, ilgi toplamak, dikkatleri celp etmek için durmaksızın sanatlarını icra ederler. Ki bu bakımdan fenomen olma uğraşında ömür çürüten; tıvitırın önde gelen isimleriyle düşüp kalktığını ve dolayısıyla değere bindiğini zanneden geç dönem ergenleri anıştırdıkları da söylenebilir. 

Herhangi bir enstrüman kullanmak gibi değildir onlarınkisi. Saniyede yirmi dört kare yakalamak için filmin akışı ve kesme yapmak gibi, saniyede beş yüz kez ayaklarını birbirine sürtmek zorundadırlar. Bu sürtünme işlemiyle bir orkestranın yaylı grubunu andıran o kesintisiz sesi çıkarırlar. Ses çıkarabildiği anda ağustos böceği piyasa yapmaya başlamıştır. Piyasa demişken onun gece kulüpleriyle, düğün, sünnet merasimleriyle işi yoktur.

Büyük oynar ve kabul görsün görmesin her canlıya, her varlığa yönelik olarak çalar. Usta bir keman virtüözüdür adeta; dağa taşa, kurda kuşa, börtü böceğe resital sunar. Tek yönlü, yani sadece müziğe yönelik de değildir sanatı. Yüzlerce kesimi aynı anda gerçekleştirmek suretiyle ilham kaynağı olduğu sinemaya yönelik de çalışmaları vardır. Görselin zamansal gerçekliğine katkıda bulunmak adına kısacık ömrüne nice aşk hikayeleri, acılar, terk edilişler, kavuşmalar, ölümle sonuçlanan maceralar sığdırır. Üstüne, masalımsı anlatıların, gerçeküstücülüğün malzemesi olur farklı karakterlerle birlikte…

Bir an için parlak, yıldızlı, ışıklı, ışıltılı bir dönemdir onunkisi. Ardından tıpkı günümüz sanatçılarının uğradığı akıbet gibi unutulur gider. Bir farkla ki onun ışıltılı dönemi her yönden mecburidir; yaşamı yani kendisine biçilen ömür daha uzun kalmasına elvermez. Günümüz sanatçıları ise anlık şatafata kanıverdiğinden, anın ihtişamına aldandığından müşkül duruma düşer. Bu yüzden, en iyi zamanlarında, en kötü zamanları düşünerek hareket etmeyen her yıldız kaymaya mahkumdur. Gerçi yıldız dediğin her türlü kaymaya mahkumdur ama bunun konuyla bir alakası yoktur.

Ağustos böceği, sanatını kitlelere ulaştırabilen bir yıldız olarak miadı dolduğunda kayma lüksüne sahip olamamıştır. Kısacık ömründe sanatını icra eder, aile kurar, çoluk çocuğa karışır ve ölür. Bir sanatçı olarak kendini dişilere tanıtsa bile ahlaksızlığına, terbiyesizliğine, uygunsuzluğuna şahit olunmamıştır. Dünyaya dair insan gibi, karınca gibi bir hırs da taşımaz; mal biriktirme, servet yığma benzeri uğraşları yoktur. Yarın düşüncesi, mal – mülk hırsı, dünyadaki yaşama aldanış insanı helak ederken ağustos böceğinin semtine uğramaz. İşe yararlılığını, yaramazlığını düşünmeksizin ne var, ne yok yuvasına taşıyan karınca gibi bu dünyaya ait ve bu dünyada kalacak şeyleri biriktirmenin anlamsızlığına takılıp kalmaz.

İnsanın bana yaramazsa benden sonrakine yarar düşüncesi tutarsız bir avuntudur ve kendisinden sonra yaşayacak olanların hayatına müdahale etmektir. Tanrı hiç kimseye böyle bir irade vermemiştir. Herkesin yaşayacağı hayat kendisine aittir ve herkes kendi yaşadığı zaman diliminde yapıp ettiklerinden sorumludur.

Bir ağırlığın altında zamansızca ezilip can veren karınca gibi insan da yükünü taşımaya heveslendiği dünyanın ağırlığı altında hayatını kaybeder. Kaybolan hayatlar iş güç diye tutunulan çürük dalların, barınak diye yapılan soğuk betonların altında kalmıştır. İnsan için çalışkanlık bağlamıyla gösterilen karınca örneği, karıncanın o anlamsız malzemeleri can havliyle taşıyıp durması, sürekli biriktirmek için koşuşturması kadar anlamsızdır. Oysa dünya hayatı, yapıp edilenler çerçevesinde anlamlandırıldığı kadar değerlidir. Yahut da değerlendirildiği kadar anlamlıdır. ‘Fe iza ferağte fensab’ diye okunan ayet dahi emir değil karınca örnek alındığından yanlış anlaşıla gelmiştir. Bir işten diğerine, bir hırstan daha üstün ve dokunaklı bir hırsa koşuşturup durmak gibi…

Böcek de karınca da sonuçta birer hayvandır. Uğraştıkları, didindikleri, yapıp ettikleri kendilerine kadardır. İnsan, hayvanata yönelik ibret nazarıyla bile kendini konumlandırdığı yerden bakmaktadır. Oysa konum işte bu geçici dünyadır. Ölüm kaçınılmazdır.