Çarşamba gününün Millî Gazete sitesinde okudum haberi: “Yandaş gazeteci deprem dinlemedi! ‘Çakacağız, hem de vura vura!’” Başlık bu.
“Yaşadım, biliyorum... 17 Ağustos’ta bölgedeydim. Günlerce kaldım, enkaz üstünde çalıştım. Bugün hava şartları çok ağır. Ama şu ana kadar 2500 kişi en-kazdan sağ çıkarıldı. 17 Ağustos’ta ilk 24 saat harekete bile geçilememişti. Allah emeği geçenlerden razı olsun.”
Bu twiti Akşam Gazetesi yazarı Emin Pazarcı yazmış, paylaşmış, okutmuş, şöhretini artırmış, taraftarlarına mesajını vermiş.
Önce kendini 17 Ağustos üstünden anlatıyor. İfadeleri, milletin ta o günden kendisine borçlu olduğunu hatırlattıktan sonra, hedefini belirliyor: Savunmaya ilk ben geldim. Bilgim var, kullanılabilirim.
Emin Pazarcı tanıyanlarını, hayranlarını, fancılarını, falancılarını, filancılarını niçin ilgilendirsin bu iddia; onlarla ticari ilişkileri yoksa hele denmesin. Mesele bu işte. Muhatap, itirazları sorgularla karşılanan sivil vatandaşlar değil, gereğini yapacak eleman arayanlardır.
“Bugün hava şartları çok ağır!”
Herkesin bildiği bu tabiat halini niçin hukuki gerekçe gibi öne sürüyor; suali-nin de gelmesi mümkün, Pazarcı’nın bu cümlesinden sonra. Sebepsiz değildir. Akla yakın en yakın sebep ise, suçlayacağı kimselere ilk vurma malzemesi say-masıdır bu hali. Bir sonraki cümlesinin “Ama” diye başlaması doğrular söyledik-lerimizi.
“Ama şu ana kadar 2500 kişi enkazdan sağ çıkarıldı.”
“Şu an” dediği saat, depremin kaçıncı saatidir bilmiyoruz. Fakat 17 Ağustos’la kıyası bir alt satırda olunca, bahse konu gazeteci kişinin ilk 24 saatten bahsetti-ğini anlıyoruz.
Buraya kadar yazdıklarımız değildir bizim okuyucularımızın dikkatine ve yo-rumlarına sunmak istediğimiz; olanlar daha sonra olmuş.
Duayla biten Emin Pazarcı twitinin altına yorum yapma hakkını kullanmış bir vatandaşımız ve şöyle yazmış; lütfen vezinli, nazik bir ifadeyle:
“Bugün bari sussanız...”
Beni kim susturacakmış, şaşarım, restini çekmiş, gazetemiz sitesinin haberini yapmakla, bizim ilgilenmemizi istediği yandaş yazar Emin Pazarcı.
“Yoook öyle şey... Çakacağız hem de vura vura!”
Eskilerin, üç elif miktarı diye tanımladığı çekimle alakası yok, onun üç “O”lu yokunun. Hem de Elife kurban olsun, demek ihtiyacını hissettirir, devamı oku-yan her insanda.
“Çakacağız, hem de vura vura!”
İzahı var mı bu şiddetin? Nerden çıktı bu çakma işi. Neyi, nereye, kim nasıl ve ne ile çakacak?
Acaba diyor insan, Emin Pazarcı’nın yandaşı olmakla gururlandığı parti, “Çakmak çakmağa geldik” diye bir slogana sarıldı da bizim haberimiz mi olmadı? Çünkü bizim evin televizyonu yandaş TVlere küs.
Ve bu ihtimal üstüne üretimler yapıyoruz: Acaba milli okuyucuları İbrahim’in “Megri, Megri”sini söylemeye dilleri dönmedi de çakmaklı türküsünü mü tercih ettiler? İbrahim’in zıplarken söylediğini hatırlayın o türküyü:
“Çakmak çakmağa geldik!”
Çakmak meselesini çözmek istiyoruz. Dolayısıyla AKP yetkililerinin ne dediklerini araştırıyoruz internet medyasından. Maksat, araştırmacı gazetecilik olsun.
AKP Sözcüsü Ömer Çelik, Adana’dan konuşmuş. Can kayıplarımızın hepsine ve Emin Pazarcı’nın aksine, Allah’tan rahmet diledikten sonra diyor ki: “Cumhur İttifakı olarak hepimiz sahadayız. Hem AKP Genel Merkezi, hem MHP Genel Merkezi milletvekillerimizi, MKYK üyelerimizi bölgelere gönderdik.”
10 ilimizi yıkan bir deprem sahasında dahi aklından “Cumhur İttifakı” çıkmayan ve yorumlarına, Ankara’da partilerinin grup toplantısında Sayın Bahçeli’yi dinleyen MHP’lileri de dahil eden yetkili sözcü Ömer Çelik’in konuşmasının hiç bir yerinde “Çakmak” kelimesini görmedik.
Sanayi ve Teknoloji Bakanı Sayın Varank da battaniye üretimimizden bah-setmiş.
“Uşak’taki sanayicilerimiz 1 milyona yakın battaniyeyi şu anda bu bölgeye gönderiyorlar. Bir kısmı ulaştı, bir kısmı şu anda yolda. Bu aslında Türkiye’nin üreten bir ülke olduğunun da göstergesi.”
Sayın Varank’ın bu dediklerinin üstüne de birkaç sayfa yazılabilir ama biz konu dağılmasın istediğimizden, birkaç şıkkı kayda alarak Emin Pazarcı’ya dönmek istiyoruz.
Sayın Bakan Varank’ın bulunduğu deprem bölgesinde sanayi merkezleri de sayılan10 ilimiz yıkılmış.
Sayın Varank, Uşak’tan 1 milyon battaniye geliyor, Türkiye’nin üreten bir ülke olduğunu göstere göstere, diyor.
1 Milyon battaniye. 10 ilimizin, hayatta kalan ve fakat evsiz de kalan insanlarımızın battaniye ihtiyaçlarını karşıladığını, fabrikalar sürekli çalışıyor çağrışımı yaptırarak böyle anlatan Sayın Varank’ın buraya alamadığımız konuşma metin-lerinde de yok, Emin Pazarcı’nın aktüelleştirdiği “Çakmak” meselesi, hem vura vura kısmı da yok.
İnsanımızın “Bari bugün sussanız” diyeceği kimselerden biri de AKP Milletvekili Mehmet Metiner. Felaketin ilk saatlerinde görevinin başında olduğunu duyurmuş; onu da okuduk.
“ Adıyaman yalnız değil. Adıyaman’ın arkasında Reis var. Adıyaman Reis’in sevdalı olduğu bir şehirdir. Ölenleri geri getiremeyiz. Üzüntümüz sonsuz. Lakin Adıyaman’ımızı tekrar onaracak Reisimiz var bizim, teyzemin oğlu.”
İlk anda teyzesinin çocuğuna yazdığı mektubu yanlışlıkla paylaşmış herhalde, denebilir, ama değil. Reis’inden önce (hemen) inşaatçılık planından söz etmesi, daha çok bir aferin peşindelik gibi duruyor.
Bir sağcımuhafazakar olarak rahmet ve sabır dilemek aklına gelmemiş, ama izaha muhtaç bir şeyler de söylemiş.
“Ölenleri geri getiremeyiz. Üzüntümüz sonsuz.”
Ölenlerin getir getirilmesi, insanlık tarihinin neresinde söz konusu oldu ki, AKP’nin ünlü milletvekili bunu yapamayacaklarını söylüyor. Sonraki cümleciği ise daha bir havada. “Üzüntümüz sonsuz.” Ölenlerin geri getirilememesine mi? Ve üzüntüden sonra kullanılan “Lakin”; bir sevince, bir müjdeye yürüyor gibi.
Emin Pazarcı’nın paylaşımına paralel sayarsanız bu Mehmet Metiner cümlelerini, bir tek avantajı var onun. “Çakma” işini sadece teyzesinin çocuğuna uygulamış, denilebilir.
Deprem felaketinin ilk gününden yansıyan ve bizim de biz cevap veremesek de, cevap vermekte eksik kalsak da, milletimizin illa bir diyeceği olmalı “Çakma” iddialı Emin Pazarcı’ya, ana fikri üzerine kurduğumuz yazımızın sonuna koyduk bu teklifimizi.
Rize dolaylarında ünlenen efsane türküdeki “Atma Hamidiye atma!” ricasını, yalvarmasını, teslimiyetini çağrıştıran bir haykırış; kişinin niyetine bağlı elbette.
“Çakacağız! Hem de vura vura” diyordu ya Emin Pazarcı. İşte ona şöyle karşılık verebilirler.
“Çakma Emin!”
“Çakma gazeteci!”
“Çakma yandaş!”
“Çakma pazarcı!”
Ülkemin en acılı bir gününde yandaş gazeteci Pazarcı Emin’in kararlı bir tu-tumla sergilediği tehdit kokulu ve kibir yüklü “Çakacağız, hem de vura vura” narasını duyan insanlarımız, şükredecekleri bir yön de bulmuşladır. İyi ki der kendi kendine herkes. İyi ki Sayın Erdoğan’ın söz yazıcıları arasına sokmamış, iyi ki gereğini yapan Ahmet beylere katmamışlar bunu. Yoksa ah yoksa!
Söz yazıcıları dediğimiz ustaları anma ve alkışlama noktasına da gelmiş olduk böylece.
Ağıtlarıyla, sonra yaşadığımız her depremde hep hatırlanmış 1939 Erzincan depreminde, tek partinin heykelleştirdiği bir sahne vardır.
Şairlere “Milli Şef’in treni neden beyaz” mısralarını yazdıran treniyle Erzincan’a giden İsmet Paşa’ya yaşlı ve acılı bir kadının sarıldığı bir andır bu.
15 Temmuz’u anlatmakla görevlendirilmiş medya firmasının elemanları, çok acemice ve göstere göstere, Erzincanlı olan Başbakan Binali Yıldırım’ın göğsüne, sahteliği saklanamayan, ifşa olan “Kamyoncu Kadın”ı yaslayarak, İsmet Paşalı o sahneyi canlandırmak istemişlerdi yıllar sonra.
Deprem acılarını yaşarken, Kahramanmaraş’a giden Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ı karşılayan kadınların acılı halleri, konuşmaları ve yakınlık hissetmeleri, 1939’da yaşanan o tabi halin tekerrür eden tarihteki bir resmi belgesi olarak geçmiştir mutlaka hayatın kayıtlarına.
Allah milletimizi ve ülkemizi korusun.


