Abese suresi 1. ayetindeki muhatabın Resulullah değil de Mekkeli müşrikler olduğu şeklinde yorum yapmak aslında orijinal bir bakış açısı. Bu şekilde konuyu tartışmalıyız belki de.
Yani gündelik kavgadan çıkarak, ayetin bu şekilde manalandırılmasının imkânı üzerinde efor sarf edersek ilim camiası kazanmış olur.
Aslında bu yorum orjinal bir yorum. Özellikle Peygambere yönelik bir eleştirinin tezkiye edilmesi açısından güzel. (Fakat aslında ben burada Peygamberimize eleştiri geldiğini düşünmüyorum. Çünkü burada büyük bir eğitim stratejisi var. Ama yine de üstadın bakış açısı da tartışılmalıdır.)
Zaten ayet üçüncü tekil şahıstan bahsettiğinden fail net değil. Buradan birisini veya her ikisini (yani Resulullah ve Velid b. Muğuri ile diğer Mekkeli Müşrik liderleri) kast etmiş olabilir.
Peki, meal yazarken bu şekilde muğlak olan ifadede kimin kast edildiğini nasıl çözeceğiz
İşte burada hadisler ve sebebi nüzüller devreye girmektedir. Sebibi nüzüller genellikle Ümmü Mektum’un Peygamberin Mekkeli müşriklere İslam’ı anlattığı sırada konuşmayı keserek (kör olduğundan olayı görmüyordu) ısrarla İslam’ı öğrenmek istemesi ve Resulallah’ın bu durumdan rahatsız olmasından dolayı ayetle uyarıldığı şeklindeydi.
Sebebi nüzüle göre bu ayetin muhatabının Resulullah olduğunu belirtenlerin dayanağı budur ve tarih boyunca da bu şekilde yapılmıştır tüm tefsirler.
Aslında İslamoğlu’nu destekleyen ve bir anlamda da ayeti bu şekilde meal ederken dayandığı temel delil Müdessir 22’de geçen ثُمَّ عَبَسَ وَبَسَرَ “sonra kaşını çattı ve yüzü ekşitti” ifadesidir. Yani abese kelimesi Kur’an’ın başka bir suresinde daha geçmiştir ve orada kast edilen ayetin sebebi nüzüllerine baktığımızda Velid b. Muğire olduğu görülür.
(ilginç olanın İslamoğlu’nun hadisleri kabul etmemesidir. Hadisleri kabul etmezsen Kur’an’a mana bile veremiyorsun. Neyse o da başka bir tartışma konusu)
İşte İslamoğlu tefsirde kullanılan bir metot olan Kur’an’ın Kur’an’la tefsiri yöntemini kullanmıştır.
Bu yaklaşım tutarlı olup, yeni bir boyut kazandırdığından güzel olmuştur. Fakat usul hatası yapıldı ve mealin yanında Muğire’nin adı verilmeyerek Kibirli ile kast edilenin Resulullah olduğu izlenimi oluşturdu. Bu yanlış oldu.
İslamoğlu’na düşen görev bu yanlışlığı kabul edip tashih etmesiydi. Bir başka delil de abese ve tevella derken üçüncü tekil şahıs kullanılmıştır. Burada doğrudan Peygambere hitap edilerek “sen” denilmemiştir. Bu da İslamoğlu’nun yaklaşımına delil olur.
Ama Kur’an’da başka yerlerde de Resullah’a hitap edilirken üçüncü tekil şahıs kullanıldığı olmuştur.
Buna rağmen yine de bir delil olur.
Tefsir demek yorum demektir. Yorumlar için izlenen yollar tefsir usulü kitaplarında detaylı bir şekilde bahsedilmektedir. Bu usullere uyulduğu sürece, batıl bir yorum yapılmadığı sürece sıkıntı olmaz.
Sıkıntı İslamoğlu’nun yeri geldiğinde hadisleri yerden yere vurması, yeri geldiğinde geçmiş âlimleri yerden yere vurmasından kaynaklanır.
Yani bu insanları sürekli eleştireceksiniz sonra da onların derlediği ilimleri, ortaya koydukları usulleri insafsızca kullanacaksınız.
Sıkıntı bu. Etik olmayan bu! Bari kadirşinaslık yapılsa, saygı sınırını aşmasa o zaman sorun yok...
Eleştirilerimizde de tutarlı, seviyeli, etik ve ilmi olalım.
İslamoğlu’na Düşen Görev
Bizlerin sözlerini pek itibara alan olmaz. Ama yine de biz uyarma görevini ifa edeceğiz. Bizim elimizde görüşlerimizi anlatacak tek yer burası.
Ama İslamoğlu’nun elinde televizyon ve medya imkânı var. Ona düşen görev buradaki yanlışlığını laf kalabalığı ile gizlemek yerine hatayı ikrar edip olayı büyütmemekti. Ama enaniyet ve kibir yüzünü buruşturmasına neden oldu. Halbuki olayı şöyle deseydi, hepimiz insanız hata yapabiliriz. Burada bir isim eklenmediği için yanlış olmuş, yanlış anlaşılmaya müsait hale gelmiş bunu diğer baskılarda düzeltiriz, deseydi hiç bir sorun olmazdı. Hatasını itiraf ettiği için de daha da büyürdü. Ama kahrolsun kibir; Ölçüp biçti yüzünü ekşitti ve itiraf edeceğine geri döndü...