“Yürüyeceksin… Millet yürüyecek arkandan!”
Bizi terbiye edilmeye ve donanılmaya yönelten bu emir kipi, Fetih Marşı’mızın en unutulmaz ve en çok tekrar edilen mısrasıdır.
“Yürüyeceksin..”
Şimdi yapılacak iş budur. Zira beklenensin. Elde sensin, dilde sensin, önde olması, baş olması istenensin.
“Millet yürüyecek arkandan!”
O kadar hazır yani.. Kimin arkasına düşeceğini bir buldu mu, bir karar verdi mi, yetişme yarışına girecekler öteki millet sıfatlılar.
Yürümek üzerine şiirlerimiz, türkülerimiz, marşlarımız çok var. Dünyaya geldiğim anda, yürüdüm aynı zamanda, derken Aşık Veysel’imiz, bizi, marşlarımıza hazırlamaktadır. Hani sesimizi yere, göğe, suya dinletirken, sert adımlarımızla da her yeri inlettiğimiz marşlara..
Dağ başını duman aldığında; gök, deniz, ağaç, taş ve kuş görmek için arkadaşlarla yürürken şu küçük ayrıntıyı gözden kaçırmamalıyız. İnlemesini istediğimiz “her yer” biraz önce sesimizi dinleyen “yer” değil. Yüreğine salacağımız korkuyla, psikolojik hasta edilecek, dolayısıyla inleyecek bir düşman, ya da muhalif düşünce sahipleri olmalı.
“Sesimizi yer, gök, su dinlesin
Sert adımlarla her yer inlesin.”
Ismarlama yazdırılan marşlarımızdan “Onuncu yıl marşı”nın nakarat mısrasıyla karıştırılmasın, “Fetih Marşı”nda anlatılan biz ve milletimizin hazırlıklarını tamamladığı günlere ermesi..
“Türk’e durmak yaraşmaz, Türk önde, Türk ileri.”
Bu satırlardan anlaşılan bir mecburiyettir; emekten, eğitimden ziyade.. Mademki Türk’sün.. Hem “arka”da yok burada. Herkes önde ilerleyecek..
Onuncu yıl Marşı’ndaki bu sertliği, -ki Türkiye 1933 yıllarını değil, 2000’li yılların ilk çeyreğini yaşıyor- birlikte olmak moduna ayarlayan günümüzün iktidarı, “Şarkılarla”, unutulmaya yüz tutmuş gazino müşterileri havasını canlandırarak bir iyice yumuşatır.
“Beraber yürüdük biz bu yollarda…”
Sadece yürümek değil elbette (artık) yapılan. Beraber ıslanmak var yağmurda. Beraber ağlamak, beraber gülmek de var.
Parasal karşılığı olmayan beraberliklerdir bunlar. Beraber yedik, yani yemek yedik olamazdı. Çünkü yürürken yenmez, ayıptır. Bir yere kazık çakmak gerekir, yemek için icabında. Tok karınla yürünürse hem hız düşer, hem obez olma tehlikesi pusudadır.
İktidarcıların marşlarının bir yerinde “Beraber çok günler gördük” hatırlatmasını niye yaptığını anlamaya çalışan okuyucularımıza yardımcı olmak da bizim vazifemiz.
Bu bir başa kakma değildir. Muhalefetle olsaydınız bu kadarı da görmezdiniz, demek hiç değildir.
Tedbirli olmak hali diyebilirsiniz siz buna. Ticaret kanunumuzda “adi ortaklık”lar tanımlanmasına da biraz uyar galiba. Maksat ortakların karlılığı ise.. Her istediklerini almaları filan ise..
Bu kadar izah yeter sanıyoruz, “Gün gördüm, günler gördüm; seni gördüm şad oldum” türkümüze asla benzetemeyeceğimiz, “yollarda beraber yürüme” iddiasındakilerin, ve yine beraber çok günler görmelerinin sebebini.
Kimse onları kastederek, hem gün bunların günüdür demesinler, hem de günleri beraber gördüğümüze göre, sizler de az uyanık değilsiniz hani, avuntusuna tav olsunlar, kanaat etsinler.
“Durmak yok, yola devam dedik”
İlla yürüyeceğiz’in inatları olduğunu da burden anlayabiliriz.
Kolay değil tabi, 1930’lardan beri “Türk’e durmak yaraşmaz” kulak dolgusuyla dede ve baba olanların çocuklarını hala inandırmak. Haydi canımın içi yumuşaklığı yakışmalı yeni milenyuma. Öpüldünüz gayri.
***
Yürümek fiilinin, hangi manalara geldiğini Türk Dil Kurumu açıklamış.
Biz de faydalanalım, derim.
* Adım atarak ilerlemek.
Bir adım 70 santim, bir 70 santim daha derken, 500 kilometreyi tamamlamak.
* Herhangi bir yöne doğru sürekli yer değiştirmek.
Camilerin denize doğru yürümelerini önlemek için belediyelerimiz kazık çakma devrine girdiler.
* Emeklemekten bir sonraki safha.
Damatlardan biri erken yürüdü.
* Yayan olma hali.
Kılıçdaroğlu Bolu civarında görüldü. Çamlıbel’den çıktım yayan, dayan dizlerim dayan.
* Yol almak.
Kurtulmuş, partisini kapatarak oraya geçince çok yol almış ve kurt olmuş.
* Bir yere gelmek, bir yere ulaşmak, kaplamak.
Kiminin damarlarına ve damatlarına su yürürken, kiminin de umduğu dağları suyun kar hali kaplar.
* Üzerine doğru gitmek, akın etmek, saldırmak.
Gübre kamyonları Düzce’de yürüdü.
* Faiz, hesap edilmek..
Yüzde ondan mı yürüyor, damat olduğundan mı yürüyor?
* Geçmek, ilerlemek, değişmek..
Kılıçdaroğlu Bolu’ya yürümüş, Köroğlu derki: Kalmışım naçar..Vali izin vermediğinden.
* Bir işte ileri gitmek.
Damat beyler amma yürümüşler.. Hayret etme, yakışıyor amma..
* Gereği gibi yapılmak veya ilerlemek .
Koalisyonun yürümeyeceği, istenenleri vermeye yetişilememesinden anlaşılmıştı. Lakin hala yürütürüz sanıyorlar. Karakollardan, gümrük kapılarından yürütüyorlar.
“Ya devlet başa, ya koltuk eşe” başlıklı yazımız üzerine, adını yazmadan konu ettiğimiz rektör Hüseyin Bağ beyefendi bir açıklama göndermişler. İlgilenmek vaktidir.
“Sizi bilgilendirmek istiyorum.” “Sizin takdirlerinize bırakıyorum.” Derken vurguladığı, varılacak yer ve hesaplaşma zamanı. Bugünlerinden çok rahat ve emin olmalılar.
“Hesap gününe inanan ve iman eden biri olarak bu açıklamanın hesap gününde şahidlik etmesini diliyorum.”
Eşini, yönetimindeki kurumlardan birine nasıl ve niçin atadığını uzun uzun ve diplomalar fotokopilerine kadar anlatmış sayın rektörümüz.
Yazımızı bir daha okumasını isterken, muhterem eşinin incitilmeyi hak etmediğine inandığımızı bir daha yazıyoruz. Üstelik liyakatinin de o makamı aştığını da...
Sayın Rektör’ün savunması, aranan şartlarda eleman bulunmadığı ve o atama ile kendilerinin maddi kayıpta olmaları, üzerine kurulmuş.
Öyle ise, önce duyurulacak olan şunlar olmalıydı değil mi? Eleman aranması ilanına belli süre zarfında uygun müracaatların olmaması ve şartları uyan (iki dil bilmek, on yıl memur olmak gibi) tek talibin de rektör eşinin olduğu...
Yapılması gereken eksiksiz yapıldı ve ilan edildi de, haberi yazan gazeteler başka mı yazdılar. Yahut biz oralardan yanlış mı okuduk? Hesap gününde onların orada olacakları da unutulmamalı.
Kimseye görevini öğretmek, hatırlatmak gibi bir derdimiz hiç olmadı. Bir yerlere eleman yetiştirmek, yerleştirmek de bizim işimiz değil.
Sadece sayın Rektör’ün eşiyle gazetelere öyle pozda ve öyle haber olmasına üzüldüğümüzü paylaşmıştık okuyucularımızla.
Böyle üretilmiş haberlere konu olan insanlarımızı görürsek yine, üzülürüz ve niçin üzüldüğümüzü de yazarız. Örneklerle...
Bizden de saygı ve selam olsun, inancının ve imanının çok çok fazla olduğunu bilen ve bize diyen insanlarımıza...
AKP cephesinde yeni bir şey yok.
Yeni bir ses yok. Yeni bir kalem yok. Yeni bir kelam yok. Yeni bir deyiş yok. Yeni bir üslup yok. Yeni bir üretim yok. Yok oğlu yok.
Eski taslı eski hamamı yeni diye pazarlamak var. Eski bakırı kalaylamak var. Biraz orada, biraz burada konaklamak var. Maksat faaliyet olsun, kızlar bilmese de gelinler anlasın.
Mevsim, transfer mevsimidir. Taraftarlar havaalanında, gazete okuyucuları hava alanda...
“Bunların kumpasçı teröristler olduğu ortaya çıktı.” Diyenleri yazmış yeni ve son transfer bir kalemşor.
İktidardakiler böyle demişler.
Kime demişler?
Kendilerine oy verenlere demişler. Ne zaman demişler? Bir Aralık ya da Temmuz’lu tarihlerden sonra. Yani ancak bilebilmişler, ellerinde neredeyse yüz yıllık bir Cumhuriyet devletinin imkanları olmasına rağmen...
Ama burda kızmak yok, kınamak yok. Hatta “ama” diye başlamak dahi yok. Ama başlamış birileri. Muhalefet diye tanınanlar..
“Ama siz vaktiyle onlarla birlikteydiniz.”
Vay, sen misin bunu diyen?
Eblehçe karşılık vermiş,
O teröristlere kol kanat germiş oluyorsun.
Son transfer kalemşor böyle yazmış.
Ahmet Selami Toscuoğlu’nun neşrettiği “Türkçesi” adlı bir kültür dergimiz vardı. Ordan öğrendiklerimizi hatırlayarak yazalım bu suçlamaların Türkçesini.
“Bunların kumpasçı teröristler olduğu ortaya çıktı” diyorsak, ya çıkmasaydı ihtimalini aklına getirmeden sevinmeyi öğrenmelisin.
“Ama siz de vaktiyle onlarla birlikteydiniz” demek kimin haddine?
Bizim vakitli veya vakitsiz kimlerle olacağımızı size mi soracaktık? O gün birlikte oluruz, bugün birlikte olmayız. Size ne?
Bu kadarcık cesaretiniz dahi bize eblehçe karşılık vermektir, teröristlere kol kanat germektir. O kollarınıza kelepçe takmak, kanatlarınızı kırdırmak aşamasına yürüdüğünüzü de söyleyelim bu arada.
Türkçesi böyle o yazdıklarının. Kartelin gömleğini giymektir bu. Hani bir zamanlar o kartelciler karar veriyorlardı nasıl yaşayacağımıza, neyi düşünüp, neyi isteyeceğimize. İşte öyle bir şey, bunların bugünkü halleri.
Lakin yine de takdir ederiz, bu son transfer kalemşorun şahsında ötekileri de...
İyi araştırmacılar da sayabiliriz onları. Siz bilmezsiniz ama onlar bilirler, Etiyopyalıların maymunlar hakkındaki inanışlarını. Bir gün lazım olur demişler ve öğrenmişler. Hatta Borges’in tüm kitaplarını (500 kadar olmalı) da okumuşlar. Merak bu ya... Acaba hangisinde değinmişti bu maymun konusuna. Üstelik sadece Borges değil okudukları. Lugones’i de yutmuşlar. Zira o da bahsetmiş bir hikayesinde. Adını da biliyorlar o hikayenin.
Borges’i Brezilyalı bir topçu çocukla, Lugones’i Uruguaylı Lugano ile karıştırıyorsanız veya sanıyorsanız, sizin için yapabilecekleri hiçbir şey yok. Ebleh falan demediklerine dua edin.
Bir diğeri, Ziya Paşa’nın “sen alemi kör, herkesi sersem mi sanırsın” dediklerinden biri, aynen şöyle bir cümle kullanmış yazısında. Kılıçdaroğlu’nu anlatırken bize.
“Zaman gazetesini ziyaret etmeler... FETÖ kanallarına çıkmalar... FETÖ kanaat önderleriyle fikir teatisi yapmalar... Maklube yemeler...”
Devletin İstatistik Kurumunun artık şu bilgilerini yayınlamasının zamanı çoktan geldi. Zaman Gazetesi’ni en çok kim ziyaret etti? Sayı ve saat olarak...
FETÖ kanallarına en çok kim çıktı? Sayı ve saat olarak...
Meclis lokantasında maklube vardı da yemediler mi?
Çiğ köfteleri Meclis tavanına yapıştıran milletvekilleri ünlendirilmişti. Maklube uzmanları milletvekilleri, hani gazetecilere parmaklarını yedirtenlerden, neden hiç bahsedilmemişti? Tuzluk, biberlik denilip geçilmişti.
Böyle hafif konuları yazmak bizim işimiz değil ama, okuyucularımızın dikkatini bunlardan korumak da görevimiz. Bunu bir kere daha demiştik.
“FETÖ’nün kanaat önderleriyle fikir teatisi yapmalar...”
İnsan, kendi yazdığını dönüp bir daha okumaz mı? Okuyucusunu hafife almak değilse, nedir bu?
Kanaat önderleri olduğunu kabul etmek...
Fikirlerinin tartılmaya, tartışılmaya ve alışverişe uygun olduğunu ilan etmek...
FETÖ’yü düşünce, sosyoloji, felsefe, senaryoculuk gibi alanlarda en azından meşrulaştırmak, meşru saymak değilse bu kabul, adına ne diyeceksiniz?
Suçlanan Kılıçdaroğlu, kalksa söz alsa: Bu dediklerini onlar hiç yapmadı, biz yaptık. Kazancımızın ne olduğunu soruyorsanız, onu da söyleyelim. FETÖ dediğiniz o insanlar o kadar hafiflikle, o kadar düzeysizlikle, o kadar hainliğe yatkınlıkla nasıl olmuş da yıllarca kandırmışlar, ne istedilerse almışlar üstelik. Şaşkınlığımızı bağışlayabilecek misiniz?
Kalemşorlardan, köşecilerden cevap istiyoruz.