Yaşamının bu ilk ve ağır sınavında,
Evlatlarının hastalığı ile koridora mıhlanmıştı.
Yeni doğan yoğun bakım ünitesinin kapısı açılacak,
Çıkan doktorların yüzünde çocuklarının sağlığı ile ilgili haberler okuyacaktı.
Kimi doktorlar soru sorulmasına izin vermeden hızla yanlarından geçmekteydiler.
Kimini de yakaladıkları olmaktaydı.
Kimi, aileyi sarsmadan vahametin büyük olduğunu daha usturuplu, uysal kelimelerle, sakinleştirici iğne etkisiyle vermekteydiler.
Kimileri ise onlardan bıktıklarını her seferinde belli edip, “siz de biliyorsunuz çocuklarınızın durumu ağır, çok daha büyük komplikasyonlar bekliyoruz, her şeye hazır olun”.
Söyleyiş şekli, duygusuz halleri, “hasta sizin, dert sizin” edaları her seferinde eşinde ve kendisinde adım atacak takat bırakmamaktaydı.
Her görüş günü yinelenen bu olayda soru sormayana cevap da yoktu.
Ne ki, okumuş tahsilliler, halleri vakitleri iyi olanlar, üstleri başları düzgün olanlar bu soru sorma önceliğini diğerlerinin ellerinden almaktaydı her seferinde.
Düzgün cümlelerle, iyi giyimlerle gelen ailelere hekimler daha itinalı cevap vermekteydi.
Zaten çocukları hasta olanların en sivrileri bu halleri iyi olan gruptandı, onlar ancak doktorları sorgulayabiliyorlar, okudukları yabancı makalelerden şu tedaviyi de yaptınız mı, şu ilacı da kullandınız mı dediklerinde bu çetin cevizlerden çekinir de olmuştu hekimler.
Onlara daha fazla izahat veriyorlardı, bir şikâyet olup da başlarını ağrıtmamak için.
Mamafih gruptan ayrılıp koridorun en ucuna çekilmiş genç aile; ne doktorlara yanaşıp çocuklarını sorabiliyorlar ne de diğerlerine yakın oturabiliyorlardı.
Kendi kabuklarına çekilmişlerdi mecburen.
İyi giyimliler birbirleri ile dost olmuşlar,
Adeta onları görmezden gelmekteydiler.
Depremde doğum yapan üçüz bebek sahibi anne; hemen emekli olmuş, iki bakıcı tutacağım demekteydi.
Genç aile; erken doğan ikizlerine değil bakıcı tutmak ne yedirip giydireceklerini düşünmekteydiler kara kara.
Kuvözde yatan iki yavruları için durmadan dua etmekteydiler.
Ayrı galaksilerin insanı olduklarını birbirleri ile yarışırcasına; hademeler, hemşireler, hekimler, hasta yakınları ne kadar çok hatırlatmaktaydı.
Genç kadın arada eşine, “sen de git çocuklarımızın durumunu sor” diyordu.
Kapıya yaklaşan babanın yüzüne, yoğun bakımın hekimi bakmadan hışımla gidiyor, genç adam arkasından acılı yüzü kaskatı olmuş halde bakakalıyordu.
Hallerinden anlayan hiç yoktu şu koca şehirde.
Geldikleri Anadolu diyarında yüksek riskli gebeler için yoğun bakım ünitesi olmadığı için başkente yönlendirilmişlerdi.
Ceplerinde çok az olan para bitmek üzereydi.
Hatta anne çok acıksa da eşine söyleyememekteydi, “bir ekmek al da yiyelim” diye.
Biliyordu, kocasının parasının tükendiğini.
Herkes aynı şehirde yaşadığından, ziyaret saati bitince sıcacık evlerine, zengin sofralarına kavuşmaktaydılar.
Genç aile, geceleri el ayak çekilince koridorun bir köşesinde sabahlamakta idiler.
Günler sonra ancak kendilerinden ayrı duran gruptan bir anne yanlarına gelmiş, onlarla konuşmuştu.
Çocuklarını, hastalıklarını sorup sual eylemişti.
Kendi evladının sıkıntısını anlatmıştı.
Hikâyeleri zaten belliydi, hasta çocuğunun derdi ile meşgulken neden onları fark edemediği için kendisine kızmıştı.
Yıllarca öğretmenlik yapmıştı,
Öğrencilerinin tok ya da aç geldiğini anlardı.
Ailenin yoksulluğu o kadar aşikâr idi ki.
Suçluluk duyuyor, onlara yardım etmek istiyor fakat inciteceğinden de korkuyordu.
Fakat daha fazla beklememeliydi, solgun çehreli anne çok bitkindi.
Öğretmen hanım, aileye yaklaşıp kimselere duyurmadan,
“bak kardeşim ben halden anlarım, uzak yerden gelmişsiniz, şu ufak hediyemi kabul ederseniz, beni çok mutlu edersiniz” deyip,
Yavaşça çantalarına bir miktar para bırakmıştı.
Genç aile utançtan kıpkırmızı olmuş, öğretmen hanım uzaklaşmıştı.
İki garip, yaban ellerde o gece karınlarını doyurup uyumuşlardı.