Peygamber Mescidi, Medine nin merkezi.
Resulûllah doğduğu şehirde değil de, 10 11 sene kaldığı
Medine de yatmakta.
Mekke fethedildiğinde ensarın huzuru kaçar.
Yoksa Resulûllah, kendilerini bırakıp atalarının şehrine
mi yerleşecektir.
Oysa Allah ın nebisinde vefa dağ gibidir.
Vefatı da, vefadan bilmektedir.
Medine de ebedi kalır.
Etrafındaki ışığı her çağda artarak katlanır.
Aslında pek çok mescit var bu şirin şehirde.
Fakat fazla da işlevleri kalmamış gibi diğer mescitlerin.
Zira insanlar özellikler Mescid-i Nebevi de namaz kılmak
için koşturmaktalar.
İlk durağımız Hz. Ali Mescidi idi.
Kapısı kilitli tutulmuştu.
Belki de Şiilerin aşırı ağlayıp dövünmeleri üzerine böyle
bir yol tutulmuştu.
Ama nasıl boynu büküktü hem mescidin, hem de ona gönül
verenlerin.
İnsanlar hasretlerini ifade edercesine kapı aralığından
ortadaki avluya tesbihler atmışlardı.
Hz. Ebubekir Mescidi, adeta Osmanlı mimarisi ile
yapılmıştı.
Zira Arap mimarisi biraz İran, biraz Hindistan Delhi
geleneği, biraz Afganistan, çokça modern mimari tarzlarından etkilenmiş
arabesk, eklektik bir üslubu benimsemiştir.
Osman ve Ömer Mescitleri de; bu büyük peygamber
yoldaşlarının anılarını yaşatmak için ak bir çığlık gibi gelip geçene
anlatmakta idiler.
Hz. Peygamberin mescidi bir hilal ise, bu hilalin
etrafındaki yıldızlar gibi bu mescitler.
Ayrıca Hz. Peygamber nerede secde yaptı ise oraya da
mescit yapılmış.
Bayram namazını kıldırdığında bir bulutun onu koruduğu
yerdir Gamame Mescidi.
Hz. Bilal in evi, postane olarak karşımıza çıkmakta.
Bizim için ayrı bir önem arz eden Abdülhamit Han Camii ve
tren istasyonu, ecdat hatıraları hepimize iyi geldi.
Suyu kurusa da ecdadın klasiği olan bahçe mimarisinin
ortasında sevimli bir havuz karşıladı bizi.
Sessiz fıskiyeleri başında mazi bir seraptı artık.
Cami ve tren garına hâkim olan değerli siyah düzgün taş
idi.
O tren yolu ile Haydarpaşa ya bağlanılıyordu.
Bugün ne kadar büyük bir ihtiyaç o tren yolu ama
kullanılmıyor artık.
Hızlı trenlerle hacıların sevkiyatının yapılacağı bir
ulaşım biçimi, nadide bir elmas olan bu şehri, arabaların egzoz dumanından koruyacaktır.
Zira Arabistan onca zenginliğine karşın trafikteki
arabaları, otobüsleri çok eski.
Abdülhamit Han, hacılar sıkıntı çekmesin diye bu tren
yolunun yapılmasını çok arzuladı.
Fakat Cumhuriyet in ilanının ardından Hicaz a hacı
gelmedi, gelemedi, malum sebeplerden dolayı bıçak gibi kesildi.
1950 den sonra ezan tekrar Arapça okunmaya başlayınca,
ülke insanı tekrar Hacca gelmeye başladı.
Bir rejim insan hayatını, kültürünü, tarihini,
sosyolojisini, psikolojisini nasıl derinden etkiler, halk yıllarca bu acıyı
çekti.
Abdülhamit Han, bu tren yolu için en ince ayrıntıları
düşünüp öyle planlamıştı.
Trenlerin makas seslerinden Peygamber Efendimizin
rahatsız olmaması için tren rayları altına keçe serdi.
Abdülhamit Han ın mescidini sorduğumuzda, civarda çalışanlar
Türk Mescidi diye heyecanla gösteriyorlar.
Bu mıntıkaya Amberiye de denir.
Rivayete göre padişah, vezirine Medine den gelirken
Peygamber toprağı getirmesini ister.
Vezir unutur, başka yerden götürür.
Padişah koklar, Ben Peygamberin misk kokusunu alamıyorum,
amber kokusu alıyorum der. Bu yüzden buraya amberiye denir.
Her mescidin bir hatırası var aslında.
Bedir Savaşı nda ordunun su ihtiyacını karşılamak için
bir kırbadan bütün ordu su içer.
Sukye Mescidi bu anıyı anımsatmakta.
Medine; anılar, vefa, mescitler diyarı.
Gökyüzü nerede biter yeryüzü nerede başlar
şaşırıyorsunuz.
Gökteki hilali kıskandıran Mescid-i Nebevi ve etrafındaki
yıldızlar gibi anı mescitleri.