Şehirle ilgili bazı düşünceleri dile getirirken popüler bir söylem olarak “kapitalizm”, “küreselleşme”, “sömürü düzeni”, “modern kölelik” gibi ifadeleri sıklıkla kullanıyoruz. Bunlar açıkçası çağın prangalarını, zihniyetini, bilinçaltını açığa çıkarmak uğruna girişilmiş çabaların mahsulleridir. Şehir kültürü kadim yapısıyla bu kavramların şerrinden “vakıf” kurumsalı ile olanca korunmuşlardır.

İnsanı ve toplumsal yaşamı merkeze alan “şehir” anlayışı, kapitalizmin yani sermaye odaklarının asli unsur olarak değerlendirilmesinin ardından kentleşme serüvenine hızla adapte oldu. Şehri canlı bir organizma olarak gören manevi ve fiziki yapılaşma, kentleşme ile mekanik bir aksesuara büründü. Neticede ister şehir diyelim ismine isterse kent bütün yerleşim yerleri aslında insanların dünya ile ilişki biçimlerini, yaşam tasavvurlarını, davranış imkânlarını hatta metafizik derinliklerini belirleyen sahih ve güzel bir ölçek olarak önümüzde durmakta.

Mevcut ekonomik doktrinasyonun, bilinci sömürülmeye müsait hale getirmesiyle toplumsal ve kurumsal bir ayrım daha belirdi. Şehrin donanımlarını ruhlu tutan vakıfların yerini kentin menfaatlerini kullanmak için sıraya geçen dernekler aldı. “Vakıf insanı” tabiri bu minvalde bütün zarafeti ile tarihteki asil yerini korumakta. Vakıflar; insanı merkeze alan, onun manevi gelişimini öncelikli odak yapan, iki cihan saadetine dem vuran, toplumsal aidiyetini artıran, fisebilillah kültürü aşılayan, geleceği ve gelecek nesilleri inşa eden ve nice hasletleri ile irfan mektebi rolünü üstlendi.

Günümüzde muhakkak vakıf hüviyetini taşıyan, vakıf insanı mantalitesini devam ettirmeye çalışan, manevi çabaları ile toplumu zinde tutan, “bir şehir kurmanın” derdinde olan dernekler elbet vardır. Ancak şehir ve kent ayrımında kavramsal bir çözümleme gayretindeyiz. Bundan dolayıdır ki -siz de kabul edersiniz- vakıf ile dernek arasındaki ince ayrım hitabında dahi insanı neye motive olacağını yüzüne vurmaktadır.

Vakıflar Genel Müdürlüğü “Tarihte İlginç Vakıflar” adlı bir eser yayınladı. Bakın insanlar hangi zikirlere muhatap olmuşlar, nelerle dertlenmişler: Şehir Estetiğini Koruyan Vakıf, Sokak Hayvanlarına Ekmek Veren Vakıf, Duvar Yazılarını Silen Vakıf, İsrafı Önleyen Vakıf, Tohum Saklayan Vakıf, Çevreyi Güzelleştiren Vakıf, Fabrika Kuran Vakıf, Helalleşme Vakfı, Kitapları Tamir Eden Vakıf, Güzel Yazı Öğreten Vakıf, Doktorların Güzel Huylu Olmasını İsteyen Vakıf…

Vakıf medeniyeti, kapitalist kentlerin cezai müeyyidelerinin tersine insanı ahlakta tutma gayretindedir. Amacı toplumu hukuk üzerinden bir takım yaptırımlarla terbiye etmek değil, insanı olması gereken değeri ile ele alıp “güzel ahlak” sahibi yapmaktır. Bugün belediyelerin kamu imkânlarını kullanarak yapmış olduğu israf ve başıboşluk, ahlak alanının yakınından dahi geçmemektedir. Ancak vakıf şehri, yaşadığımız yerlerdeki birçok sosyal hizmeti insanların manevi sorumluluk almalarını da sağlayarak “vakıf malı” hassasiyetinde yapmaktadır.

Vakıf malı, mülkü Cenab-ı Hakk’a mahsus kılmaktır. Öyle kolayca da bir mesele değildir. Vakıf malı dediğiniz korunmazsa, aslına uygun kullanılmazsa, ince ayar düşünülmezse -maazallah- devlet yıkar. Hangi tür saltanat olursa olsun yerle yeksan eder. Sadece bu dünya mı? Hayır, ahireti de heba eder. Şimdi düşünün bu takva değerinde bir insan yahut toplum ve bu hassasiyette bir yönetim. Şehrin her bir karışına, her bir mekânına, her bir gönlüne sirayet etmiş Allah korkusu.

Maalesef bugün vakıf malına karşı yapılan hadsizlikler, ferasetsizlikler yüzünden bunaldık. Güçlü bir nefese ihtiyacımız var. Hüd hüd kuşu kanatlarını ıslatıp vakıf toprağına bulamış diyar diyar gezmekte, sarayları ve vasileri denetlemekte. Yok mu bir vakıf, yok mu bir vakıf insanı hüd hüdü tepemizden uzaklaştıracak? Elimizde haykırmaktan gayrısı kalmadı: Affet bizi Ayasofya!

Bir vakıf şehri arıyorum, bir vakıf yahut bir vakıf insanı. Olup bitene gerçekten anlam verecek. Okul bahçesine bina dikip yaşam alanlarını sınırlamak, üç beş öğrencinin daha imam hatip diploması almasına vesile(!) olmak eğitimin niteliğini mi yükseltiyor! Cemaat dışarıda kalıyor diye tarihi caminin duvarını yıkıp ucube bir kulübe yapmak huşuyu mu artırıyor! Nüfusu bahane edip imar rantından olanca nasiplenmek(!) için tarım arazilerine binalar yapmak toplumu müreffeh mi yapıyor! Patavatsızca kâinata uyumsuz kentler kurup “pasif yeşil alan” oluşturmak doğaya saygılı olunduğunu mu gösteriyor! İlahi ya Rabbi!

Ne şehri koruyabildik ne de kentler kurabildik. Sadece merak ediyorum. Af buyurun. Biz neyiz, nerdeyiz, neyi imar etmekteyiz?

yusuf-yalaniz.jpg