Yanlış bir algı olarak, farklı fikir mensuplarının hep çatışma içerisinde olabileceğine inandırılmışız.
Son zamanlarda kurtla kuzu kavgası gibi hesaplaşmalarla meşgulüz.
Eskiden toplumun çok aykırı görüşündeki komşuları, iş arkadaşları bile birbirlerine güvenirlerdi.
Ya dükkânlarını birbirlerine emanet ederlerdi ya da ailelerini.
Çocukluğumda Güneydoğulu komşumuz Dev-Sol görüşünde idi, yurtdışına çalışmaya giderken eşini ve hepsi kız çocuğu olan beş evladını emanet olarak babama bırakmış ve “Hacı abi ben senin, emin davranışlarına hayranım, başkasına değil ancak sana güvenebilirim, bizim çocuklarla ilgilenirsin” demişti.
Bir ev gibi olmuştuk, bu aile ile. Borç para istediklerinde, anında verilir, ailenin ihtiyacı olduğunda giderilir, manen de daima yanlarında idik.
Onlar da yöresel bir yemek pişirdiklerinde, bizim eve de tepsilerle tabaklarla taşıyıp ikram ederlerdi, bugün rastlanmayacak bir cömertlikti, en zahmetli yemek olan mantı, kete, katmer bir tepsi pişirilmiş ve sıcak sıcak bize getirilmiş.
O ailenin babası uzaklarda olduğundan mahallenin kadınları akşam geç vakte kadar orada toplanıp yer içerler, çaylar demlenir ve gece yarılarını bulan uzun sohbetler olurdu.
O komşumuzun erken vefatında da annem çok üzülmüştü, “Kardeşim ölse ancak bu kadar acı çekerdim” demişti.
Ben o zaman Amasya’da idim ailenin iki genç kızı yanımıza gelmişler bir ay gibi bir zaman kalmışlardı.
Şimdi akrabaların görüşmediği bir devirde, komşuların bir ayı bulan misafirliği.
Sonra o ailenin kızını, bizim kuzenlerden birine gelin olarak düşündü annem, evlendiler çok mutlu oldular.
Demek ki düşünce yapısından çok, insan olmak önemli ki, iyi bir komşuluk ve akrabalığa varan bir iletişim kurulabildi.
Annemin sakaret günlerinde en yakın akrabalarımızdan önce o ailenin kızları vardı.
Bizim o çok acılı günlerimizde, sahura kadar kaldılar, elimiz kolumuz bir şey tutmadığı o zor zamanlarda sahur soframızı hazırlayıp annemin son saatlerinde yanında olup Kur’ an-ı Kerim okudular.
Her zaman için sağlıkta da ölüm anında da dostluğa, iyi bir diyaloğa o kadar çok ihtiyacımız var ki.
Bugün uzlaşı kültürüne hasret durumdayız.
Devlet başkanının, sanatçının konserine gitmesi bile insanlara terapi etkisi vermekte, çatışmaları yumuşatabilmekte, ekonomiye bile tesir edip dövizin yükselmesini engelleyebilmekte.
Gerilimin kimseye faydası yok.
Fakat o denli yanlış geleneklere, prim vermekteyiz ki.
Evlenirken bile “ayağına bas” bağırtıları ne kadar çirkin, niçin eşler birbirlerinin ayağına bassınlar, niçin birbirlerine kıyıp ayaklarını acıtıp zarar versinler.
Ya da kız istemeye gidildiğinde yine sevimsiz bir adet çıkardılar son yıllarda; kahveye bir avuç tuz atmak, damat adayı içerse kızın her cevrine tahammül gösterirmiş.
Şeker dururken zakkum zehiri gibi tuzlu kahve.
Hani bir laf var ya sen kedinin kuyruğuna basarsan o da döner seni ısırır, ayağına da basmayacaksın, damarına da; güzel olan hoşgörü.
Otobüste yeni evli olduğu belli genç kız, eşini arayıp siparişini alıp almadığını soruyor, o da şu anda çok mağazası olan markete gittiğini anlatıyor, modern kız avazı çıktığı kadar bağırıyor; “Sen bilmiyor musun ben oradan alışveriş yapmıyorum, falan markete neden gitmedin, oranın mallarının daha kaliteli olduğunu bilmiyor musun?” Eşi izah ediyor muhtemelen fakat genç gelin daha fazla bağırıyor, ne yolculardan utanıyor, ne de eşinden. Sonunda damat telefonu kapatmış demek ki, yeniden açtı bu sefer daha hızlı bağırmakta, “Sen nasıl benim yüzüme telefonu kapatırsın, eve gelim ben sana bunun hesabını sorucam” diye ortalığı yıkmakta.
Gerilimden eline ancak mutsuzluk geçecek fakat nedense kimileri bu hastalıklı durumdan asla vazgeçmemekte.