Toplumlara güç ve irade veren, sağlam bir duruş katan ve onların yönünü belirleyen temel etken zemindir. Sağlam bir zemine tutunmak, bu zeminden destek almak ve bu zemine göre hareket etmek toplumlar için önemlidir. Bir ağaç dallarıyla tutunarak varlığını sürdürmez. Bir çiçek zeminle yani toprağıyla olan irtibatını kopardıktan sonra solmaya mahkûmdur.

Zemin diye ifade ettiğimiz kavram, sadece toprağa temasla alakalı bir durum değil. Zemin, hayata dâhil olan her durumun dayandığı temelleri ifade eder. Bir toplumsal yapı için zemin, mekândır, bilgidir ve ahlaktır. Toplumu sağlam zemin üzerinde inşa etmek için mekânın, bilginin ve ahlakın geçmişin izlerinden süzülerek geleceğe taşınması gerekir.

Mekânın bir toplumun sağlam zemin üzerine oturmasıyla ne alakası vardır, diye düşünebiliriz? Mekânın vatanlaşmasına bağlı olarak meseleyi ele alırsak bu soruya verilecek cevap bir anlam kazanacaktır. Çünkü bir mekânı anlamlı kılan geçmişten taşıdığı izlerdir. Bu izler bizim geçmişi geleceğe taşımamızı sağlayacaktır. Tarihi dokusuna müdahale edilen mekânlara bakarsanız, arkasında mutlaka geçmişiyle irtibatının koparılma arzusu vardır. Fiziki ve zihnen işgal edilmiş Müslüman coğrafyada bunu görebiliyoruz.

Müslümanların inşa ettiği şehirlerdeki tarih kıyımları, yüksek yüksek betonlar dikerek şehrin çehresinin değiştirilmesi bunun en bariz örnekleridir. İstanbul için tarihi bir şehir diyebilmemiz mümkün değildir. Tarihi eserlerin de içinde olduğu betonla donatılmış bir mekândır. Dünyanın birçok yerindeki şehirlere baktığımız zaman, asırlık yapıların şehrin ana hüviyeti olmaya devam ettiğini görüyoruz. Özellikle bizim coğrafyamızda tarihle insan arasına engeller koymak isteyenler, şehrin ana çehresini ya kentleşmeyle ya da savaş ve terörle değiştirme gayretindedirler.

Bir toplum kendi bilgisini üretemiyorsa, medeniyet ufkunu bu bilgi çerçevesinde oluşturamıyorsa toplumsal yapısını sağlam bir zemine yerleştiremiyor demektir. Bilgi üretmek düşünmekten başlar, düşünmek öncelikli olarak biraz durmayı gerektirir. Çağın hızından ve meşgalesinden kurtulup, durup dinlendikten sonra sakin bir zihinle düşünmemiz gerekmektedir. Ancak o zaman modern dünyanın zihinlerimizi örümcek ağı gibi sardığı bilgisinden kendimizi kurtarabiliriz.

Bilgi toplumları tutar, düşmesini engeller. Bizim de bilgiye tutunmamız gerekir. Fakat bu bilgi başkalarının medeniyet atlasından çıkıyorsa, bizler ancak o medeniyet atlasının paçasına tutunmuşuz demektir.

Zemini sağlam kılmak için ahlakın toplumsal yapıya sirayet etmesi gerekir. Ahlak gönüllü zorunluluktur. Yani zorunluluğu gönüllü olarak tercih edebilmektir. Her bir fert toplumsal yapı içerisinde oluşan ahlakiliğe kendini teslim eder. Bu durum toplumsal uyumu ve ahengi arttırır. Toplum bu ahengi muhafaza ettiği sürece sağlam bir zeminde tutunuyor demektir.

Bir toplum bilgisini ürettiği, mekânını inşa ettiği ve ahlakını güzelleştirdiği ölçüde varlığını sürdürmeye devam eder. Yoksa bu toplum batmaya, eklenti olmaya ya da dönüşmeye mahkûmdur.