Evet, devam ediyoruz. Tabii ki Lucescu  ile... Rumen hoca Galatasaray’da o denli başarılı olduktan sonra, geçen yazımda da belirttiğim üzerine, başkan Canaydın’ın düşüncesi sonucunda görevden ayrılmak zorunda bırakıldı. Ve rota Beşiktaş’a döndü.

Ve önemli olanı da, o sezon Beşiktaş’ın 100. yılı idi. Yani bizim mantığımızla mutlaka şampiyon olunmalıydı. Aksi, başarısızlığın ta kendisi idi. Lucescu böyle bir ortamda görevi aldı. Sonunda şampiyon olundu. Hatta Avrupa Kupaları’nda Beşiktaş tarihinde ilk defa çeyrek final oynadı.

Bu başlangıç ve son özetinden sonra önemli bir iki detay üzerinde durmalıyım. Özellikle de ilk yazımdan sonra bana bu yazı dizisini Aziz Yıldırım’a olan karşı duruşumun yazdırdığı görüşünde olan büyülenmişler okusun. 

Lucescu, takımı Avrupa’da hazırlık kampına götürdü. Ve orada hazırlık maçları oynadı. Bu arada Sergen Yalçın’ın da büyüdüğü firmaya dönmüş olduğunu da vurgulayayım... Neyse... Takım bütün hazırlıklarını ve hazırlık maçlarını günün model oyunu dörtlü alan savunması kurgusuyla yapıyordu. Ve son maçta, yanılmıyorsam bir Avrupalı sıradan takımdan tam beş gol yedi.

Artık İstanbul’a dönüş zamanı gelmişti. Ve ilk lig oyunu hafızam beni yanıltmıyorsa, Bursa’da Bursaspor’la idi. maça gidemedik, ekran karşısına kurulduk. Sergen de ilk onbirde... Aaaa baktım Beşiktaş, Lucescu geldiğinden bu yana ilk defa üçlü savunma ile oynuyordu. Şaşırdım. Maçı 2-1 aldı Beşiktaş... Ama ben sonuçtan sonra bu köklü, yani temelden değişikliği merak ettim durdum. Ve hoca döndükten sonra hemen sordum; “Nedir hocam bu Dönemin sistemi dörtlüden, eskilerin üçlü savunmasına mı geçiş ”

Bir yemekte olmuştu bu konuşma... Yanımda da yetiştirdiğim, üç dil bilen, ama şimdi işsiz bir spor yazarı olan Selçuk Manav vardı. Kendisi, Türkiye’de iş bulamıyor ama hem İspanyol Marca’nın, hem Fransız L’Equipe’in, hem de İtalyan Guerin Sportivo’nun muhabirliğini yapmaktadır. Neyse burası Türkiye, burada yaşanır böylesi inanılmazlıklar...

Devam edelim. Lucescu benim hayretler içindeki bakışlarıma şöyle cevap verdi: “Sayın Belgin; baktım bizim elimizdeki savunma oyuncuları  ve onlarla bütünleşmek durumunda olan orta alan ve hatta hatta hücum bloğu oyuncuları ile dörtlü savunma modelini uygulayamayacağımızı gördüm. Elimdeki yabancı ve yerli karışımından bir üçlü blok kurmak doğru olur dedim. Kenar iki adamından birini Kaan Dobra yaptım. Diğer tarafta zaten her maçı üç maç üzerinden oynayan İbrahim vardı. Yani tıpkı Galatasaray’daki ikinci sezonumda olduğu gibi elimdeki malzemeye göre, maalesef eski tip de olmasına rağmen, üçlü oyuna döndüm. Hep söylerim ya, teknik adam toplu macera aramaz. En fazla bir mevki ve onun adamı oyuncu için bunu yapabilir.”

Ve o Lucescu Beşiktaş’ta da Sergen’i oynatmayı becerdi. İlk sezonunda sadece bir kere, o da olaylı maçta Diyarbakırspor’a deplasmanda kaybetti. İkinci sezonunun ilk devresini namağlup bitirdi. En yakın rakibinden maç fazlası ile 11 puan önde idi. Sonra ne mi oldu Hem içeriden İrlandalılar, hem dışarıdan Bizanslılar tarafından yakıldı, yıkıldı, çelmelendi ve şampiyon olamadı. Sonrası mı Kasaba takımı ile 10 sezonda 8 lig şampiyonluğu, bir sürü milli kupa ve UEFA Kupası... Şampiyonlar Ligi’nin sanki müdavimi oldu. Bu başarılara ulaşırken Ukrayna’da özel durum neydi biliyor musunuz O ülkenin yıllarca en büyük firması olmuş Dinamo Kiev’i alt etti. Dinamo Kiev’in başkanının aynı zamanda o ülkenin federasyon başkanının kardeşi olduğunu da bilir misiniz

Evet, teknik direktör dediğiniz böyle olur işte... Brezilya’dan üç kuruşa topladığın adamları bir iki sene kullandıktan sonra on misli fiyata satana ben şapka çıkarırım. Daha dün Adriano Katar’a gitmiş. İddiam odur ki, 1,5 milyon dolara alınmış bu uç adamı için Ukrayna’nın kasaba kulübü hiç yoksa 20 milyon dolar almıştır. Aklıma gelmişken. Siz Elano’yu da falan hatırlar mısınız

Ne haber Bazı fanatik okurlarım, bu yazıları bir kulübün yeni hocası üzerinden yazdığımı sanıyorlar. Asla! Ama ben, daha takımını görmeden şöyle oynatacağım, böyle uçuracağım diyenlere karşı yazıyorum. Ve son olarak... İddiam oydu ki, basında çıkan haberlere karşı; “Lucescu Türkiye’ye bir daha gelmez...”     

Yarın ne mi var Gün ola harman ola derim...