Hiç kimse geçmişinden bağımsız değildir ve hiçbir toplumu da tarihinden bağımsız olarak düşünemeyiz. Nasıl ki psikologlar bir insanın ruh dünyasına dokunabilmek için onların geçmişlerine yolculuk yapıp geçmişleriyle hesaplaşmalarını istiyorsa; toplumlar da tarihleriyle bir şeklide hesaplaşmayı başarmalıdır. Tarihle hesaplaşmaktan kasıt, doğruların ya da yanlışların bugüne ışık tutacak bir bilinçle değerlendirilmesidir. Tarihin övgüler ve sövgüler edebiyatına dönüştüğü vasatta ne olgunlaşmış bir bilinç düzeyinden bahsedebiliriz ne de güçlü bir toplumsal yapıdan. Bundan dolayı vasatlığını, değersizliğini, tembelliğini tarihten aldığı duygusal yoğunlukla kapatmaya çalışan ya da tüm sorumluluğu tarihin sövgüsüyle üzerinden atan çelişkili zihin yapılarıyla karşı karşıya olduğumuzun farkında olmalıyız.

Yeri geldiğinde her zaman ifade etmeye çalışırım. Tarih, bir manzaranın çekilmiş fotoğrafı değil, yapılmış bir resmidir. Geçmişte yaşananların günümüzdeki yansımasını bir fotoğraf karesi olarak değil de, bir ressamın manzarayı gördüğü şekliyle onun duygu ve düşüncelerinin tuvale yansıması olarak görmeliyiz. Bundan dolayı tarihin bize aktarılan şekline ve içeriğine karşı ihtiyatı elden bırakmamamız gerekiyor. Aslında bugün insanlar tarihe görmek istedikleri pencereden bakıyor. Tarihin gönüllü tüketicisi olmayı seviyor. Bu alışkanlıklar devam ettiği sürece bugüne ve yarına söyleyecek söz bulunamayacaktır. Çünkü tüm sözler tarih güzellemelerinde yeterince tüketilmektedir. İnsanlar, yaşadığı zamanda değer üretememesinin eksikliğini tarihe yüklediği hamasetle gidermeye çalışıyor.

Peki, tarihle olan ilişkimizin seyri nasıl olmalıdır?

Tarih, toplumların hafızasıdır. Bu hafızayı diri tutmak elbette önemlidir. Ama bugünün siyasi kaygıları için hafızaya atıf yaparak onu sürekli hatırda tutmanın adı hamasettir. Entelektüel anlamda tembelliğin en büyük sebebi de budur. Çünkü hamaset, üretim olmadan tüketmeyi amaçlar. Hormon yüklenmiş tarih anlatısıyla fikri zindeliği yok eder. O yüzden tarih hamaset değil, hafızadır. Geçmişten bugüne taşınan gerçekliğin ve tecrübenin adıdır. Tarih tekerrür eder sözü aslında tarihin gerçekliğini ve tecrübe olma vasfını altüst etmenin bir sonucudur. Tarihin tekerrür etmesi, aynı sebeplerin aynı sonuçları doğurmasının diğer adıdır. Tarihi anlatı hamasetle yüklendiğinde aynı sebeplerin tekrarlanması kaçınılmaz olacaktır. Çünkü sebebe müdahale etmeden, sebep üzerinde bir değişim gerçekleştirmeden farklı sonuçlar beklemek mantıklı bir davranış değildir.

Özellikle tarihe bakarken sadece olaylar penceresinden değerlendirmememiz gerekiyor. Tarih, bir düşünce eylemidir aslında. Tarihi olayları düşünce dünyamızın süzgecinden geçirerek sebep ve sonuçlarını iyi analiz edip, yaşananlardan amaç ve anlam üretmemiz gerekiyor. Böylece tarihi olayları kendi mekânsal ve zamansal şartları üzerinden yorumladığımızda günümüze doğru bir zeminde aktarma şansına da sahip oluruz.

Buna karşın tarihte ortaya konanları sorgulamadan, tarihi olayları analiz etmeden sahiplenmek ya da reddetmek bize tarihten kopuk eylemler sunmaktadır. Bu şekilde ortaya dünsüz eylemler çıkmaktadır ki, böylece dünsüz eylemler dünü yeniden yaşamamıza sebep olmaktadır. Ne yazık ki, kendi özelimizde bu ülkenin son iki asırdır tarih içerisinde patinaj yapması bu yüzdendir.