Arkamıza güzelce yaslanıp geçirdiğimiz seçimle ilgili genel bir kanaate varmamız icap eder. Ne diyoruz… “Ülkemize yakışanı da buydu. Herkes gerçekten derdini kendince dillendirdi, kendince metotlarla milletimize siyaset yapma becerisini, yönetebilme rüştünü ortaya koydu. Tabii takdir milletimizin” mi dedik yoksa “Allah’a şükür bir seçimi daha başımızdan attık. Dünya varmış. Kâbus gibiydi” mi dedik. Ya da her neyse! Bir düşünelim.

Ne diyoruz, ne anlıyoruz? Siyasetten, yönetmekten, seçimlerden, partilerden, belediyeden, demokrasiden… Seçmen, yurttaş ya da herhangi bir partiye üye olmaktan. Asgari müştereklerimizin olduğunu düşünmek isteyenlerdenim. Yoksa gerçekten bu kelimeler bir yığın garabet gibi karşımızda kalakalacak. Ne desek kâr etmeyecek. Bundan dolayıdır ki konumuza sahih bir bağlam bulmadan değindiğimiz bir takım şeylerin “zandan” öteye gitmeyeceğini farkındayım.

Mevlana, mesnevisinde zan ile hakikat arasındaki inceliği “Karanlıktaki Fil” hikâyesi ile bakın ibrete açık hale nasıl getirmiş:

“Hintliler karanlık bir ahıra fil getirip halka göstermek istediler. Hayvanı görmek için o kapkaranlık yere bir hayli adam toplandı. Fakat ahır o kadar karanlıktı ki gözle görmenin imkânı yoktu. O göz gözü görmeyecek kadar karanlık yerde insanlar file ellerini sürmeye başladılar.

Birisinin eline filin kulağı geçti, ‘Fil bir oluğa benzer’ dedi. Başka birisinin eline ayağı geçti, ‘Fil bir direğe benzer’ dedi. Bir başkası da sırtını elledi, ‘Fil bir taht gibidir’ dedi. Herkes neresini elledi, nasıl sandıysa fili ona göre anlatmaya koyuldu.

Sözleri görüşlerinden dolayı birbirine aykırı oldu. Birisi dal dedi, öbürü elif. Ancak herkesin elinde bir mum olsaydı sözlerindeki aykırılık kalmaz idi.”

Tam da aydınlanmak istediğim noktaydı burası. Yarım kalmış yanım. “Bir mum yakmak.” Elimizde gerçekten hakikati aramaya, anlamaya, algılamaya ışık tutacak ne var ki? Sözlerimizdeki ayrılığı kaldıran o mum, neyi ifade ediyor? Neyin derdinde, neyin peşindeyiz? Ya da insanı bir mum yakmayacak kadar görgüsüzlüğe iten nedir?

Görülenden başlayalım! Öncelikle tecrübenin zamanla ilgili bir mefhum olduğuna inandırıldık. Zaman geçtikçe daha iyi olacağı zannı kapladı havsalamızı. Hacmi kestirilemeyen koca mevzuların her tarafı olanca ellendi ancak zandan başka bir netice elde edilemedi. Zaman, gözü açmaktansa aç gözlülüğü pekiştirdi. Hakikat, zamanla retoriğin, politik çekişmelerin oyuncağına dönüştürüldü. Anlamı bir zümreye mahsus kılındı.

Bakın, bir belediye seçiminden çıktık fakat belediyeyi konuşamadık. File bile değmeden türlü türlü değerlendirmelerde bulunuldu. Ne mum vardı ne de ışık ama belediyeler tecrübenin(!) kuşatmasında ellenilip duruldu. Belediyenin muhtelif yerlerini birisi tuttu “rant” dedi. Birisi tuttu “adam kayırma” dedi. Bir diğeri tuttu “imar”, “menfaat” ya da “hakkım” dedi. Lakin mesele “mum” olmayınca hakikatine ulaşamadı.

Siyasetin merkezine de bu ilkellik yerleştirildi. Siyasetin tabii imkânlarından biri olan ittifaklar dahi kutuplaşma unsuru haline getirildi. Anayasa değişikliği ile ilgili dile getirilen çekinceleri bir bir hatırlayalım. Şu kısacık sürede hangisi birer maraz olarak zuhur etmedi ki. Seçim süreçleri olağanlığını yitirdikçe yitirdi. Hep bir kriz, hep bir keriz arandı. Toplum hiç olmadığı kadar bu süreçlerde gerildi. Kimsenin ülkenin meselelerini, kurumların sorunlarını konuşmasına olanak tanınmadı. Mum tutmaya çalışanların da elleri kırıldı, linç edilmeye çalışıldı, yaşam hakkı alındı.

Bizim ifade etmemiz hangi söz sanatına, hangi serzenişe karşılık gelir bilmiyorum ama filin orasının burasının ellemesinden vazgeçilmelidir. Siyaset, olması gereken mecrada yapılabilmelidir. Uzlaşıyı, yönetimi, ekonomiyi, kalkınmayı, teknolojiyi, eğitimi vesaire konuşabilmenin rahatlığı sağlanmalıdır. Hiç olmazsa bundan sonrası için siyasetin bir sıklete ihtiyacı olduğu görülerek muma olan garez ortadan kaldırılmalıdır.

Peki, nedir bu mum? Bütün kurumları yıkılsa dahi devleti tek başına âbâd etme gücüne sahip olan adalettir. İnsanı canlıların en şereflisi kılan ahlaktır. İki cihanda da hesap verileceğinin şuurunda Allah korkusunu daim kılan maneviyattır. Toplumsal yaşamı mümkün kılan hukuktur. Toplumu ebedi huzura taşıyan sevgidir, kardeşliktir. Kudreti erdemleştiren merhamettir…

Filhakika seçimin gerçek kazananı karanlığın fersah fersah buladığı ortamlarda hakikatin edebine muhalefet edip zanlarına, hevalarına göre hüküm verenler değil, eline mum alıp hakikate hürmet edenlerdir. Bir mum yakanlardır.