Vahşi kapitalizm nedir, hepimiz aşağı yukarı biliyoruz:
Zengini daha zengin, fakiri ise daha fakir yapan sistemin adı. İnsanoğlunun nefsi yaratılıştan azgındır. Terbiye edilmezse, doymak veya tatmin olmak nedir bilmez. Eline geçen fırsatları hep kendi lehine kullanır. Hep ben, hep bana mantığı ile hareket eder. Ülke yönetimini de bu mantığı hayata geçirecek kişilerden oluşturmak ister. Kanunları, nizamları da bu şekilde oluşturduğunda işte “vahşi kapitalizm”e varılır.
Vahşi kapitalist sistemin yürütücüleri yaptıklarının doğru olduğuna o kadar inanırlar ki, sömürdükleri fakirlerin tepkilerine bakıp “Bunların derdi ne yahu? Ekmek, ekmek diye neden bağırırlar ki? Madem ekmek bulamıyorlar, pasta yesinler öyleyse” diyecek kadar uçuşa geçebilirler.
Duyduğumuza göre ismi “Nepal” olan bir ülkede yıllardan beri işte bu vahşi kapitalist sistem uygulanmaktaymış.
Bu sistemi uygulayan yöneticiler, zenginlerle birlik olup, fakir halkın ümüğünü yıllardan beri sıkıp dururlarmış. Faiz, döviz ve enflasyon kıskacı ile halkı sömürüp birlikte semirirlermiş. Bütün çarkları kendilerine menfaat sağlayacak şekilde ayarlamışlar, şiştikçe azıyor, azdıkça şişiyorlarmış. Eğlence, zevk ü sefa, lüks ve ihtişam işinde yaşıyor, lüks binalar ve saraylar, lüks ve ihtişamlı araçlar, israflar, azgınlıklar, gittikçe fakirleşmekte olan halkın gözüne sokarcasına, kuralsız, ahlaksız ve gösterişli hayatlar yaşıyorlarmış. “Ekonomiyi düzeltmek adına yeni tedbir paketlerini hep, fakirin elindekileri nasıl olur da kendimize alırız” göz açıklığı ile hazırlar, mükellefi fakirler olan vergileri artırdıkça artırırlarmış. Fakir halkın içten içe kin biriktirmesine aldırış etmez, her diktatörün yaptığı gibi polisiye tedbirlerle hep tepelerinde nöbet bekletirlermiş. Üstelik bu soygunu kimse konuşmasın diye sansür tedbirleri de uygulanmaktaymış.
Günün birinde bir lise öğrencisinin bu sömürüyü dile getiren “ateşli bir konuşması” ezile ezile, alay edile edile, sömürüle sömürüle “napalm bombası” haline gelmiş olan fakir halkın tetiğini düşürüvermiş. Napalm bombaları peş peşe patlamaya başlamış. Saraylar, köşkler alev alıp cayır cayır kül olurken, lüks araçlar, ihtişamlı gösteriş malzemeleri büyük patlamalarla yanmaya başlamış. Zenginlerin ve yöneticilerin yıllardan beri zimmetlerine geçirip biriktirdikleri altın, mücevher ve paracıkları yakılıp, yıkılıp yağmalanmaya başlamış. Yöneticilerin bir kısmı helikopterlerle kaçarken bir kısmı da halkın elinde linç edilip ırmaklara atılmış. Artık, “ben ettim siz etmeyin, canıma kıymayın” yalvarmalarını kimse duymuyormuş. Şu kadar kişi öldürülmüş, şu kadarı yaralanmış, şu kadarı yurt dışına kaçmış. Bu kirli nizamın bekçisi zannettikleri silahlı kuvvetler ise her şey olup bittikten sonra sahaya inmiş. Vaziyet sükunete kavuşmuş. Bütün bunlar kayıtlara geçmiş, internette izlenebilir.
Bunlar Nepal denilen ülkede olmuş. Nepal’in ezilen halkı yangın çıkarma silahı olan “napalm bombaları” olmuş ve haykırmış: “Sizi biz seçtik, indirip haddinizi de biz bildiririz” diye ayaklanmışlar, bu yangınlar böyle gerçekleşmiş.
Bu faciaların başka benzeri soygunların yapıldığı vahşi kapitalist ülkelere örnek olmasından korkulduğu için ne kadar sansür uygulanırsa uygulansın mesela “Filipinler” yöresine de sıçradığı duyulmaktadır.
Tarihe baktığımızda benzeri ve daha fazlası görülebilir.
Dışarıda 1789 Fransız halk ayaklanması, 1917 Rusya Bolşevik İhtilali bu türün iki büyük ve dünyayı değiştiren örneği olarak zikredilebilir.
İçeride ise lüks ve israfın zirve yaptığı Lale Devri’ni bitiren 1730 “Patrona Halil Ayaklanması” dersler veren ilginç bir örnektir.
Ümüğüne basılarak sömürülen halk, uzun süre belki sessizce buna katlanabilir. Ama bir gün gelip bıçak kemiğe dayanınca; bezgin, bitkin, yılgın olarak görülen halk küçük bir kıvılcımla bomba gibi infilak edebilir. Bu küçük kıvılcımın ise içeriden olabildiği gibi, dünyada benzer başka bir ülkeden de gelmesi mümkündür.
Bunun olmaması için:
Dünyanın neresinde olursa olsun, gelir dağılımındaki adaletsizlikler mutlaka düzeltilmelidir.
Ekonomik krizleri düzeltmenin yolu “tedbirler alıyoruz” diye dolaylı vergileri devamlı artırıp fakir halkın sırtına yükleme, gelirlerini ise devamlı tırtıklama oyunlarına tevessül edilmemelidir.
Ekonomiyi ayağa kaldırmak; faiz, döviz, enflasyon yolu ile fakirden zengine servet transferi ile değil, “üretim artışı” ile mümkündür, kaidesi hep göz önünde bulundurulmalıdır.
Vergiler ekonomik durumlarına ve servetlerine göre direkt olarak asli mükelleflerinden alınmalıdır.
Halka karşı buyurgan olarak değil, “garson devlet” anlayışı ile yaklaşılmalıdır.
Güvenlik kuvvetlerinin de halkın bir parçası olduğu asla unutulmamalıdır.
Dünyada herkese yetecek kadar rızkın olduğu bilinerek, küçük bir azınlığın, tüm halkın rızkına göz dikmesi ve sömürmesi sonucunu doğuracak kanun ve nizamları değiştirilip adil bölüşümü sağlayacak düzenler kurulmalıdır. Bu da “Adil Düzen” ile ancak mümkündür.
Şahıs ve devlet olarak lüks, israf ve gösterişe son verilmeli, kaynaklar halkın ve ülkenin yararına kullanılmalıdır.
Gönül arzu eder ki:
Bu kaideleri gözetmeden, adı ne olursa olsun “vahşi kapitalizm” sistemini uygulamakta olan ülkeler kendine gelerek, bir an önce bundan vazgeçmelidir.
Unutulmamalıdır:
Halkı napalm bombası haline getirmek ve o halde sömürüye devam etmek, ateşle oynamak gibidir. Bombaları tetikleyecek kıvılcımın dışarıdan mı, içeriden mi geleceğinin önemi yoktur.
Önemli olan “napalm bombası” değil, “gül kokusu” üretmektir.
VAHŞİ KAPİTALİZMİN YOL HARİTASI
Zenginlerin bir emri mi var?
-Baş üstüne!
Fakirlerin sesi mi çıktı?
-Bas üstüne!
Ekrem Şama
...