28 Şubat’a hizmet edenler daha sonra pişman oldular!

28 Şubat döneminde 54. Erbakan Hükümeti Enerji ve Tabii Kaynaklar bakanı idim. Enerji alanında en büyük sıkıntı, doğalgaz yetersizliği idi. Bunun için gaz temininde bir ülkeye bağımlı olmamak, güvenilir ve ucuz gaz temin edebilmek maksadı ile yaklaşık 11,5 ay süreli bakanlığım sırasında Irak, İran, Mısır, Yemen, Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan ziyaretlerimde bu ülkeler ile ön anlaşmalar imzaladık.

Acil ihtiyacımızı karşılamada İran’a öncelik verdik. Çünkü İran’da Tebriz’e kadar ulaşmış bir doğalgaz boru hattı vardı. Tebriz’le Doğubeyazıt arasında yaklaşık 80 kilometrelik bir boru hattı inşa edildiğinde İran doğalgazı çok kısa bir süre içerisinde Türkiye’ye ulaşabilecekti.

Bu konuda İran ile müzakereye başladığımızda ABD’den iki bakan beni ziyaret edip, “Bizim D’Amato yasamıza göre İran ile yılda 300 milyon dolardan fazla bir ticaret yapan kurumlar hakkında bazı önleyici tedbirler alıyoruz. Onun için İran’dan doğalgaz almamanızı öneriyoruz. Arzu ederseniz biz ihtiyacınız olan gazı başka kaynaklardan temin edebiliriz” dediler.

Kendilerine, “Süratli, güvenilir ve ucuz her alternatifi müzakere edebiliriz. İhtiyacımızı hangi kaynaktan karşılamayı düşünüyorsunuz” diye sorduğumda, “Katar’dan sıvılaştırılmış doğalgaz olarak sağlayabiliriz” diye cevapladılar. “Bu alternatifte doğalgaz fiyatı İran’dan oldukça pahalı olacaktır. Aradaki fiyat farkını herhalde karşılayacaksınız?” soruma ise, “Biz niye karşılayalım. Biz size sadece gaz temininde yardımcı oluruz” dediklerinde, “Peki, biz niçin ucuzu varken pahalı bir çözümü kabul edelim?” deyip İran konusundaki kararlılığımızı açıkladım. Bunun ardından Tahran’da gaz anlaşmasını imzaladık. Bu ve benzeri davranışlarımız şüphesiz ki Amerika yönetimini ürküttü.

Amerika’nın 54. Erbakan Hükümeti hakkındaki görüşlerini Ekim 1996’da ABD Dışişleri Bakanı Warren Christopher tarafından Ankara Büyükelçiliği’ne gönderilen “Gizli” başlıklı mesajda görmekteyiz. Bu belgede şunlar ifade edilmektedir:

“Departmanımız, Türk Hükümeti’nin milli eğilimlerinden ve Başbakan Erbakan’ın ideolojisinden ilham alarak dış politikayı Batı’dan ayırıp Arap ve Müslüman dünyasına doğru yeniden yönlendirmesinden dolayı derin endişe içerisindedir.

Kanaatimizce Türkiye’nin İran, Irak, Libya, Nijerya ve Sudan ile bağlarını kuvvetlendirme konusundaki mevcut tutumu, bizim milli menfaatlerimize aykırıdır (düşmancadır). TSK’nın birçok üst düzey subayı, Erbakan’ın Türkiye’nin yönünü batıdan doğuya çevirmesine ilişkin planlarını desteklememektedir.

Türkiye, Birleşik Devletler’in anahtar stratejik ortağı olarak kalmak mecburiyetindedir. Türk askeriyesi bu sonucu elde etmeye doğru daha büyük çaba sarf etmesi için harekete geçmeye zorlanmalıdır.

Bu konuda ki aksiyon planlarınızı ve yorumlarınızı bekliyoruz.”

TARİHİ 28 ŞUBAT MGK TOPLANTISI

Günler öncesinden medyada Milli Güvenlik Kurulu’nun uzun süreceği ve son derece tartışmalı geçeceği söyleniyordu. Toplantı günü, yerli ve yabancı gazeteciler erkenden köşkün kapısında yerlerini almışlardı.

Saat 15.00’da başlayan toplantıyı Demirel kısa bir konuşmayla açtı. Ardından MİT tarafından hazırlanan “Radikal Dinci Akımların Rejime Etkileri” başlıklı rapor, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Dışişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan raporlar okundu. Ardından Genelkurmay İstihbarat Dairesi Başkanı Korgeneral Çetin Saner irtica ile ilgili bir rapor takdim etti. Raporların takdiminden sonra Karadayı ve Kuvvet Komutanları söz alıp irticai gelişmeler ve laiklik ihlalleriyle ilgili iddialarda bulundular. Genelkurmay tarafından hazırlanan 18 maddelik önerilerinin MGK kararı olarak kabul ve ilan edilmesini istediler. Komutanların ardından söz alan Milli Savunma Bakanı Turhan Tayan ve Tansu Çiller askerlerin önerilerine sıcak baktıklarını söylediler.

Asker ve sivil kurul üyelerinin tamamına karşı tek başına kalan Başbakan Erbakan, 9 saat süren toplantının sonuna doğru önce Demirel’in önündeki Anayasa kitapçığını istedi ve şunları söyledi:

“Bazı odaklar hükümetimizle ordumuzu karşı karşıya getirme gayreti içindedirler. Biz laikliğe değil, laikliğin din düşmanlığı şeklindeki anlayışa karşıyız. Toplantıda gösterilen film ve okunan raporlar istihbarata değil, yönlendirmeye dönüktür ve MOSSAD kaynaklıdır. Getirdiğiniz 18 maddelik tekliflerin MGK kararı haline getirilmesini istiyorsunuz. Bu tekliflerin büyük bir bölümü biraz önce okuduğum Anayasa’nın 2. Maddesi’ne aykırıdır. Siz 2. Madde’de sadece laikliğe vurgu yaptınız. Anayasa bir bütündür. 2. Madde’deki toplumun huzuru, demokrasi, insan haklarına saygı, milli dayanışma, adaletli muamele hükümlerini göz ardı ettiniz.”

9 saat sonra toplantı sona erdi. Basın mensupları Erbakan’ın söyleyeceklerini özellikle merak ediyorlardı. Buna mukabil Erbakan toplantının ardından yüzündeki tebessümü bile değiştirmedi. “Suni olarak meydana getirilen gerginliği ortadan kaldırmak, tansiyonu düşürmek hepimizin görevidir. Toplantıda Türkiye’nin her türlü meselesini görüş birliği içinde gözden geçirdik” dedi.

ÖZÜR VE PİŞMANLIKLAR

Dilimizde şimdilerde unutulan anlamlı bazı kelimeler var. İtidal, teenni, sabır ve basiret. Gerçek devlet adamları Erbakan Hoca gibi bu kelimelere uygun hareket ederler. Bu olayın ardından bazı malum çevreler Erbakan’ı 28 Şubat sürecinde yeterince sert tepki göstermediği ve direnmediği için eleştirdiler. “Erbakan’ın inadı üç gün sürdü”, “Paşa paşa imzaladı” dediler. Ama yıllar sonra bir mahkemede 28 Şubat tarihli MGK’nın gizli olan zabıtları açıklanınca gerçekler, Erbakan’ın sonuna kadar nasıl direndiği ortaya koydu. Bu gerçekler karşısında gazeteci Ahmet Hakan “Hocam Bizi Affet” başlıklı yazıyla özür dilemişti.

Erbakan Hükümeti’nden korkutularak istifa ettirilen Sağlık Bakanı Yıldırım Aktuna, DYP Genel Sekreteri Tevfik Diker, Sabah gazetesi eski sahibi Dinç Bilgin pişmanlıklarını açıklayıp Hoca’dan özür dilediler. 54. Erbakan Hükümeti’nde Sağlık Bakanı iken istifa eden Yıldırım Aktuna şu ifadelerde bulundu:

“Bizi ite kaka istifa ettirdiler. ‘Darbe geliyor.’ dediler. Partide kalmayı neredeyse vatan hainliği ile eşdeğer görüyorlardı. O zamanki medyanın bombardımanı ve Genelkurmay Başkanı Karadayı Paşa’yla yaptığım görüşmelerden sonra ben rejimi tehlikede görmeye başladım. Rejimi koruyabilmek adına, hükümetten ayrıldım. Zaman zaman buluşmamızda Karadayı Paşa bana, ‘Bu hükümetin devamını biz kabul etmiyoruz. Bu koalisyon bozulmalı. Türkiye için zararlı bir koalisyondur’ diyordu.

İş âlemi ve medya da bunu körüklüyordu. Bu çalışmalar neticesinde Refah-Yol Hükümeti bozuldu. Yerine darbecilerin istediği, Anasol-D Hükümeti kuruldu. 28 Şubat’ta Erbakan’a dayatılan ve Erbakan Hükümeti tarafından uygulamaya koyulmayan 18 madde, darbecilerin desteği ile kurulan Anasol-D Hükümeti tarafından gündeme bile alınmadı. Ben de o zaman ‘Demek ki, irticaının ve şeriatın önlenmesi iddiaları gerçek değilmiş’ diye düşündüm.

Sonradan bu yeni hükümet döneminde bir sürü yolsuzluk, banka hortumlanmaları da gündeme geldi. Daha sonra Karadayı Paşa’yla bir konuşmamda, ‘Vallahi bakın, galiba hepimizi kandırdılar. Asker, medya bizi zorluyordu. Hâkimler, bürokratlar, medya mensuplarına brifingler veriliyordu. Paşam sizi, bizi acaba gaza mı getirdiler, kandırdılar mı? Demek ki, birtakım çevreler Refah Yol Hükümeti’nden istediklerini bulamadı. Beklentilerini karşılamadı, o hükümet’ dedim. Bu sözlerime Genelkurmay Başkanı Karadayı hiçbir şey söylemedi. Ben de o zaman şöyle düşündüm. Demek ki irticanın ve şeriatın önlenmesi iddiaları gerçek değilmiş.”

Refah-Yol Hükümeti döneminde, DYP Milletvekili ve DYP eski Genel Sekreteri Tevfik Diker de partisinden istifa etmiş, sonradan sergilediği tutumdan dolayı pişmanlık duyduğunu itiraf ederek şu açıklamalarda bulundu:

“28 Şubat’ı yapanlara göre amaç, laik Cumhuriyet’i irtica tehdidinden kurtarmaktı. Ama zamanla anladım ki gerçek asla öyle değildir. Asıl amaçları Erbakan’ın D-8 projesinde, ABD ve İsrail’in rahatsızlığını, bazı büyük sermaye gruplarından da havuz hesabından tedirginliklerini ortadan kaldıracak yeni bir siyasi yapının kurulmasıydı…

Ben, Refah-Yol Hükümeti’nin kuruluşuna karşıydım. Zaman içerisinde şahit olduğum bazı olaylar karşısında gerçekleri gördüm. Şimdi Muhterem Hocam Prof. Dr. Necmettin Erbakan’a sesleniyorum: Dünden bugüne geldiğimde; elimi vicdanıma koyarak bir öz eleştiri yaptım. Ülkemde yaşayan en az 20 milyon aç ve yoksul varken yapılan talan ile emperyalist hesaplar, akan kanlar beni uyandırdı. Zat-ı âlinizin Milli Görüş hassasiyetinizi yeterince algılayamadığım, Refah-Yol Hükümeti’nde yardımcılığınızı kabul etmediğim ve Refah-Yol Hükümeti’ne karşı mücadele ettiğim için sizden samimi bir özür diliyorum.”

Sevdası sevdamız, duası duamız gayesi gayemiz olsun

28 Şubat sürecinin İçişleri Bakanı Müsteşarı Teoman Ünüsan şu itiraflarda bulundu:

“MGK toplantısının ardından irtica söylentileri gündeme iyice oturdu. 14 Nisan’da bütün valileri irtica gündemiyle topladık. Toplantıda MGK kararları ele alındı. Valilere, ‘Ne diyorsunuz? İrtica var mı, irtica geliyor mu? Bunları en iyi siz bilirsiniz’ diye sorduk. İstisnasız bütün valiler, ‘Ne irticası? Nereden çıkarıyorlar bu irticayı. İrtica mirtica yok bu ülkede?’ cevabını verdiler. Bu cevabı veren valiler de Refah-Yol Hükümeti yeni vali atamadığı için önceki dönemlerde göreve getirilmiş valilerdi.

Ben, Refah Partisi’ne çok uzak bir bürokratım, hiçbir zaman onlara oy vermedim ama Allah var, haklarını vermek gerekir. Özellikle ekonomi alanında çok iyiydiler. Ülke iyiye gidiyordu. Bu konuda medyanın büyük payı var. Medya bilinçli olarak ülkeyi darbe havasına soktu. Böylece koltuk düşkünleri muratlarına erdiler. Hem işi aldılar hem yapmadılar hem de malı götürdüler. Refah-Yol Hükümeti yıkılmasaydı Türkiye ekonomisi çoktan düzlüğe çıkmış olurdu.”

DİSK Başkanı Rıdvan Budak, “28 Şubat tarihimize olumlu bir sayfa olarak yazılmayacak. 5’li çetenin mimarı, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel idi. 1000 yıl süreceği söylenen 28 Şubat, 5 yıl bile devam edemedi” dedi.

TİSK Başkanı Refik Baydur, “28 Şubat’ta Türkiye’de bir rejim tehlikesi yoktu. Rejim tehlikesi varmış gösterilerek, ‘Asker ile sivil el ele demokrasiyi kurtardı’ söylemi doğru değil. Tankların yürümesi bir ihtilal havası estirdi. Buna gerek yoktu. Çevik Bir, bazı yerlere ulaşma arzusundaydı. O hükümet döneminde patronların çıkarları zedelenmişti. İşveren kanadı maalesef kendi çıkarlarına bakıyor” açıklamasını yaptı.

Hocamızı Milli Güvenli Kurulu’nda 9 saat sıkıştırıp ezmek istediler. Ancak güçleri yetmedi. Peki, milletin gözünden kimler düştü? Sultan Abdülhamit’e yapılanlar Erbakan Hoca da yapılmak istenmişti. Önce iftiralar, sonra pişmanlık ve özür dilemeler. Rıza Tevfik ve Namık Kemal’in pişmanlıkları dizelerde hâlâ hayat sürmektedir.

Filozof Rıza Tevfik:

“Tarihler ismini andığı zaman,

Sana hak verecek ey koca sultan!

Bizdik utanmadan iftira atan.

Asrın en siyasî padişahına.

Divane sen değil, meğer bizmişiz.

Bir çürük ipliğe hülya dizmişiz.

Sade deli değil, edepsizmişiz!

Tükürdük atalar kıblegâhına...”

Namık Kemal:

“Edepsizlikte tekleriz,

Kimi görsek etekleriz.

Haktan da yardım bekleriz,

Ne utanmaz köpekleriz.

Dalkavuklukla irtikâb,

İşte etti bizi harab,

Sen söyle ey Şevketmeab,

Ne utanmaz köpekleriz.”

28 Şubat Darbesi ile ülkemiz tarihinin en büyük soygununu yaşamış, ülkenin 50 milyar doları bankalarda hortumlanmış, ülkemiz benzeri görülmemiş bir ekonomik krizin içerisine düşürülmüştür.

Yüksek yargı organlarının bazı üyeleri brifinglerde antidemokratik uygulamaları hararetle alkışladıkları için TV kanallarına çıkıp, “Bizim yaptığımız postmodern bir darbeydi, bu müdahalemiz olmasaydı, parlamento aritmetiği böyle mi olurdu?” diyerek Anayasa suçu işleyenler hakkında hiçbir yasal işlem yapılmadığı için yargımıza olan güven, önemli ölçüde sarsılmıştır.

Medya, demokrasi konusunda bir kere daha sınıfta kalmıştır.

Eğitim sistemi felç edilmiş, üniversitelerimiz bilimselliği iyice yitirmiş; milli, manevi ve ahlaki yıkım hızlanmıştır.

Yeşil sermaye iddiasıyla pek çok kişi fişlenmiş, kendi yurttaşını kendi ülkesinin tehdidi sayan bir zihniyet sergilenmiştir.

Partiler kapatılmış, siyasetçiler, belediye başkanları, gazeteciler başta olmak üzere binlerce insan görevlerinden uzaklaştırılmıştır. Başbakanlık Takip Kurulu ve Emniyet Genel Müdürlüğü kayıtlarına göre 1997’de 2956 kişi, 1998’de 4420 kişi irticai faaliyetlere katıldıkları gerekçesiyle gözaltına alınmıştır.

Ağustos 1997’de İmam Hatip Liselerinin orta kısımlarını kapatmak, Kur’an kurslarının önünü kesmek amacıyla 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitim yasası çıkarılmıştır.

Çeteleşme ve şiddet eğilimleri, 28 Şubat döneminin talihsiz ürünleridir.

28 Şubat’ın ardından iktidara getirilen partiler dış politikada bütünüyle ABD, İsrail ve AB’ye bağımlı hale getirildi. Bu teslimiyetçi ruh hâlâ aşılabilmiş değil.

28 Şubat olmasa, 54. Erbakan Hükümeti iki üç yıl daha işbaşında kalabilseydi şimdikinden çok farklı bir Türkiye olurdu. Dış politikada ve ekonomide tam bağımsız bir ülkeye ulaşırdık. D-8 meyvelerini vermeye başladığında 1 milyarlık bir nüfus karşısında ABD ve yandaşları işgal ve sömürü planlarını işletemeyecekti.

28 Şubat döneminin kudretli komutanı Çevik Bir Amerika’dan seslenmişti, “Demokrasiye balans ayarı yaptık” diye. Ancak Erbakan Hoca’nın cenazesinde gördük balans ayarı nasıl yapılırmış! Hocalarını uğurlayan milyonlar, hocalarına yapılan saygısızlıkları, haksızlıkları bir araya gelerek cevapladılar. Onu tarihe gömmek isteyenlerin 28 Şubat’ını tarihin kara sayfalarına gömdüler.

Ölümünün üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen hâlâ, gök kubbede Erbakan Hoca’nın gür sesi yankılanmaktadır. Zaman geçtikçe Hoca, daha da iyi anlaşılacaktır. Tıpkı, yüce bir dağın ihtişamının o dağın eteklerinden uzaklaştıkça daha iyi algılanışı gibi.

Hepimizin üzerinde çok büyük emeği ve hakkı olan Muhterem Erbakan Hocamıza Cenab-ı Hak’tan tekrar rahmet ve mağfiret diliyorum.

Sevdası sevdamız, duası duamız, gayesi gayemiz olsun.

Allah’a emanet olunuz.