“Oğulcuğum, 25 yıl hapis yattım. Hapishanede bir kişinin ayakta zor durabileceği bir zindanda yıllarca kaldım. Bulunduğum hücrenin kapısını kapatırlardı, zemini tuvaletti ve su yoktu. Namaz kılmayalım diye su vermezlerdi, hep teyemmüm ederdim.
Namazları hep ayakta kılardım. Hücrenin demir kapısında bir pencere vardı. Gardiyanlar idrarlarını karıştırdıkları suyu bize içirirlerdi.
Ekmeklere bağırsaklarından çıkan pisliklerini sürer, bize yedirirlerdi.
Günlerce yemedim, ama aç kalınca üzerime sürerek, duvarlara sürerek temizlemeye çalışır ve yerdim o ekmekleri. Seyyid Kutup ve Abdulkadir Udeh’in de aralarında olduğu yedi arkadaştık bu hücrelerde. Onların hepsi tek tek bu zindanlarda idam edildi.
Beni idam etmediler. Ama çok işkence gördüm. Kur’an-ı Kerim’i tuvalete atarlardı. Allah’a ve Peygambere küfrederlerdi. Her gün işkence saatlerimiz vardı. Rutubetli, soğuk zindanlarda farelerin olduğu bölümlere atarlardı. Saatlerce orada kalırdık. Ailemizden ziyarete gelenleri de taciz ederlerdi. Onlara zarar gelmesin diye ziyaretler çok uzun aralıklarla olurdu...”
89 yıllık ömrünün son senelerini de yine o zindanlarda geçiren Mısır İhvan-ı Müslimin Genel Mürşidi Muhammed Mehdî Akif’in çileli hayatından bir kesite şahit oldunuz.
Rabbimiz Azhâb Suresi’nde, “Müminler arasında öyle erler vardır ki, onlar Allah’a verdikleri sözü yerine getirdiler, canlarını verdiler, kimileri de sıralarını beklemektedirler. Onlar, ahitlerini hiç değiştirmediler” buyuruyor.
İşte Muhammed Mehdî Akif de, Rabbimizin övgüsüne mazhar olan sahabe efendilerimizin ayak izlerini takip etmeye çalışan muvahhit bir mümindi. Ahdini hiç bozmadı, sözünden hiç dönmedi. Bütün o işkencelere rağmen kaderinde uzun bir hayat yazılıydı, fakat bir asra yakın kaldığı bu dünya hayatını bir oyun ve eğlence hâline getirmedi. Tam tersine yeryüzünde hakkı hâkim kılmak için çalıştı, çabaladı, büyük bedeller ödedi. Sırtındaki ağır yükü bırakmadan, biiznillah sarp yokuşu tırmanarak ebedi saadet yurduna irtihal etti. Şimdi bütün o acı ve işkenceler onun için anlamlı hatıralara dönüştü. Bu sayede de Rabbinin katında ebedî rızkına kavuştu. Ya Rabbi ne büyük bahtiyarlık.
***
Fahr-i Kâinat Efendimiz Aleyhisselâm da bir hadis-i şeriflerinde, “Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücudun azaları gibidir. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar” buyuruyor.
İşte biz Milli Görüş mensuplarını diğerlerinden ayıran en önemli farklarımızdan birisi de burası olmalı.
Çokları unuttu! Fakat biz, televizyonların prime time saatinde yerle bir edilen kadim şehrimiz Bağdat’ımızın o çaresiz hâlini hiç unutmadık. Kardeşlerimizin üzerine ölüm kusan o uçakları topraklarımızdan kaldıran hainlerin ihanetini asla affedemedik. Felluce’nin arslanları o vahşilere kan kustururken, Amerikan askerlerinin sağ salim evlerine dönmeleri için dualar eden zavallıların gafletini asla sindiremedik.
Ümmetin garipleri, Afgan kardeşlerimizin köyleri halı bombardımanlarıyla yok edilirken, yemeden içmeden kesildik, evlatlarımızı sürur içinde sevemedik. Mehmetçik’imizi o işgalcilere bekçilik ettiren bedbahtları daima lânetledik.
Ve Suriye...
2011 Nisan’ında beş gün boyunca Ankara’da gizlice ağırlanan CIA Başkanı Leon Panetta tarafından yıkım savaşı baştan sona planlanan Suriye... Leon Panetta’nın ellerine tutuşturduğu yıkım planını adım adım uygulayanların daima karşılarında olduk. Varlık sebepleri Büyük Ortadoğu’nun taşeronluğunu yapmak olanları daima açığa çıkardık.
Allah muhafaza etsin, reel politik adına kardeşlerimizin kanlarını ve canlarını pazarlık konusu yapanlardan, İslâm şehirlerine düşen bombalar sayesinde kasalarını dolduranlardan hep uzak durduk. Azınlık oluşumuzu hiçbir zaman mesele etmedik, sayılara takılmadık. Kemiyete değil keyfiyete anlam yükledik. Hiçbir kınayıcının kınamasına aldırmadan, her şart ve koşulda hakikatleri haykırdık. Hulâsa, inancımızın emrettiği şekilde siyaset yapmaya çalıştık. Allah’a hamdolsun, Erbakan Hoca’mızın önderliğinde yaklaşık yarım asırlık serüvenimiz işte böyle yüz aklığıyla geçti.
İtiraf edelim ki, bize bu satırları yazdıran da, Muhterem Genel Başkanımız Temel Karamollaoğlu Bey’in Muhammed Mehdî Akif ile kucaklaştığı geçmiş zaman hatırası fotoğrafını görmemiz oldu. Temel Bey’le merhum Mehdî Akif’e baktığımızda, Efendimiz Aleyhisselâm’ın vasiyetine uyarak birbirlerini Allah rızası için seven, birbirlerini bir vücudun azası gibi hisseden iki muvahhit mümin olduklarına şahitlik ediyoruz. Sonra da, “Ya Rabbi, ne olursun bizi bu muvahhit kullarınla birlikte haşreyle” diye niyazda bulunuyoruz.
Bu hissi sayfalar, satırlar boyunca yazsak da tam olarak ifade edemeyiz. Her şey ama her şey bir yana, işte sırf gönül rahatlığıyla bu duayı edebildiğimiz için, elhamdülillah bu çatı altındayız.