İnsan gözünü dünyaya açar açmaz mülkiyetle tanışır. Onu koruyucu bir örtü bedenini sarar, bedeninin rahat etmesi için bir beşik verilir. Mülkiyet kavramıyla beşikten başlayan tanışıklık mezara değin sürer. Bilinçli ya da bilinçsiz hiç fark etmiyor. İnsan, mülkiyet edinmeyi seviyor. Buradaki mülkiyetten kasıt sırf maddî olanı içermiyor. Maalesef ki insan, maddî alanı ilgilendiren mülkiyet kavramını manevî alanına da taşıdı. Dostluklarına, ailesiyle olan ilişkilerine kısaca sevgi üzerine temellendirilebilecek her alana mülkiyeti taşıdı insan. Zamanı da bir mülkiyet gibi gördü mesela. Zamana sahip olduğunu zannetti, onu da maddî şeyler gibi metalaştırdı. Bugünü unutarak kendi bilgisi dâhilinde olmayan, gayb olan bir zaman için meraklandı ve şimdiyi kaybetti. Şimdisini kaybeden insan, gelecek için bir yön, bir rota çizebilir mi ya da bir tahminde bulunabilir mi İnsana ölümü unutturan, ‘ölmeyecekmiş gibi yaşama’ hissini veren mülkiyetin hapsedici ağıdır. Sürekli harcamak, sürekli benim olsun demek, her şeyi sahiplenmek insanı ölüm düşüncesine uzak düşürdü. Her şeyi mülk edinen, her şeyi metâlaştıran insana ölüm artık herhangi bir şeymiş gibi geliyor. İnsan ‘sayılı gün çabuk geçer.’ tekerlemesini söylediği hâlde, her gün izlediği televizyonundan ortalama yaş ömrünün ne kadar olduğunu sık sık duyduğu hâlde ‘mal biriktirme hırsından’ kendisini alamıyor. Oysa ölümü düşünmeksizin, ölümün kapımızı bir gün çalacağını bilmezden gelerek yaşamak, sanırım yaşadığımızı sanmak olur.

İnsan mülkiyet hırsıyla merhameti, inceliği en derinden hissedilebilen uzvunu taşlaştırıyor. Katılaşan bir kalpten sâdır olabilecekleri tahayyül etmek bile insana zor gelirken, bugün meydana gelenleri görüyoruz. Gazetelerin manşetleri, televizyonun flash olarak geçtiği haberler eskiden yalnızca uzağımızda olurdu. Duyduğumuz ve okuduğumuz kan dondurucu haberler, bizim hep uzağımızda kalırdı. Duyanlardan uzak olsun.’ temennisinde bulunurduk. Şimdi böyle haberleri, TV ve diğer yayınlarda görmemiz bizi şaşırtmıyor. Mahallelerimiz, caddelerimiz, okullarımız, ev içlerimiz bile insanı hayrete düşüren olaylara tanıklık ediyor. Artık her şey çok yakınımızda.  Bizden uzak olmasını temenni ettiğimiz tüm kötülükler burada, yanı başımızda. Genelde yeryüzünde, özelde ise bulunduğumuz herhangi bir yerde bize acı veren şeylerin temelinde mülkiyet hırsı’ yatıyor. Bir genç para vermeyen babasını bıçaklayabiliyor, yaşlı bir kadın gasp edilebiliyor, okullarda hırsızlık vakaları artıyor, anne para için çocuğunu satabiliyor ya da merhametsizce çocuğunu ölüme terk edebiliyor. Zengin kendisini fakir gibi göstererek her türlü yardım kampanyasından faydalanabiliyor. Para için insanlar birbirlerini öldürüyor. Tek geçim kaynağı inekleri olan bir amcanın inekleri çalınıyor ve amcanın gözyaşları hiçbirimizin kalbine değmiyor. Parasızlıktan sağlık sorunlarını halledemeyen bir bebek gözlerimizin önünde can veriyor, birkaç vah, tüh...’ sonra yeniden vurdumduymaz bir yaşamın akışına bırakıyoruz kendimizi. Yeniden diyorum çünkü her karşılaştığımız acı bizi olumlu manada tecrübelendirmiyor. Karşılaştığımız her acı, duyarsızlaşma katsayımızı artırıyor. Derecesi ne olursa olsun yaşadığımız her acı bizi kendimize getirmeli oysa. Kalbimizi ve beynimizi ciddi boyutlarda sarmalayan hırs, elbette tek başına değil. Hırs sözcüğünün içi; kıskançlık, haset, ihtiras, yalan, dolan, iftira ve nevi türleriyle dolu. Eğer hırsımızı temizleyebilirsek, hırs ile beraber birçok kötü haslet de hem bedenimizden hem de ruhumuzdan gidecek. Sevgi denilen şey, ilişkilerimizi yeniden düzenleyecek, güzellik getirecek. Başkalarına mülk gözüyle bakan, başkalarına kendini sevdirmeye çalışarak sevgi mülkiyeti elde etmek isteyen insan, hırsından arındıkça kendine gelecek. İkiyüzlüleşmeyi bırakacak, kendisi olmayı becerebilecek. Rıza ve teslimiyet gösterebilecek. Bize ne olursa kalbimizden olur. Kalp, biyolojik olarak işlevsizleştiği zaman beden ölür. Kalp, manevî fonksiyonlarını yitirdiği zaman ruh ölür, bir ölüyü yaşar insan bu ölümden sonra. Bu konuda angaje olmamız gereken bir hadis var: ““İnsanda bir organ vardır. Eğer o sağlıklı ise bütün vücut sağlıklı olur; eğer o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.” Kalbi kirleten, zihni kirleten ve tüm yeryüzünü kaplarcasına kirleten kirli mülkiyetten bir an önce, şiddetlice, sarsılarak ve irkilerek kurtulmalıyız. Kurtuluşun çarelerini aramalıyız.

Kuran’ı Kerim’de sûreye ad olan Mülk kavramı, iyi anlaşılmalı ve anlatılmalıdır. Doğru anlayamadığımız daha doğrusu anlamak için çaba sarf etmediğimiz her sözcük bir gün bizi yaralayabilir. Çünkü söz kanatıcı ve öç alıcıdır.